29 Temmuz 2010

Geceye Övgü


Gece, düzen güçleri uykudadır. Bürokrasi, askeriye, okullar, polis, kısacası yaşamımız düzenleyen tüm güçler uykudadır; sokakta devriye gezen nöbetçi polis dışında. Askerler de hepimizden önce yatağa girerler. Dünyanın bu en baskıcı kurumunun mensupları, en erken yatanlardır aynı zamanda. Aslında tüm totaliter kurumlarda, daha doğrusu tüm kurumlarda - tüm kurumlar totaliter değil midir zaten? - insan her zaman erken yatmak zorundadır-yatılı okullarda, manastırlarda, ailede, cezaevlerinde, hastahanelerde... Kişinin istediği saatte yatma hakkını destekleyen, bu özgürlüğe onay veren hiçbir kurum tanımıyorum. Aşk(?) üzerine kurulu olan ve iki kişinin özgür iradesiyle gerçekleşen evlilik kurumunda bile, çiftler yatağa aynı saatte girmezlerse, bir daha geç yatar, geceyi daha fazla yaşarsa, sorunlar çıkmakta geçikmez. Kurum her zaman "geç" yatanı suçlar, erken yatanı değil. Avrupa feodal toplumunda tüm kent sakinleri mumlarını aynı saatte söndürmek zorundaydılar; bayramlar dışında. Düzen ve baskı güçlerinin doğal yapısı, her zaman belirli bir uyku saatini zorunlu kılar. Bu belirli saatin erken bir saat olması da yine onların doğal yapısından kaynaklanır.




Tarih boyunca bize, tüm kültürlerde, karanlığın kötü güçlerle ilişkili olduğu öğretildi. Gece insanlarından, geceyi yaşayan, gecede yaşayan insanlardan korkmamız gerektiği anlatıldı. Oysa gündüz ve gece kişileri aslında aynı kişiler. Gün ışığı içimizdeki teslimiyetçiliği ortaya çıkarır, ama geceleri kendimizi özgür hissederiz. Düzen güçleri bizi, geceden, özgürlükten kaçınmaya koşullandırmışlardır.


Kurumlar ister din, ister aile, ister devlet kurumları olsun, gece insanlarına korkuyla bakarlar. Karanlıkla birlikte uyrukların denetlenmesi zorlaşır. Gece insanlarına her zaman kuşkuyla bakılır. O saatlerde ayakta olan hiç kimse hayırlı bir iş peşinde olamaz. Gündüzleri egemenliğini sürdüren kurulu düzen güçleri, varlıklarını ve baskılarını gece düşmanları bahanesiyle haklı çıkarırlar; belirsiz, soyut kavramlarla öcüymüş gibi söz edilen bu düşmanları biz hiç görmesek de.
Yöneticiler de bize hep gündüz gözüyle gösterilirler, hep gündüzlerin bir parçası olarak görünürler bize. Bir başkan, bir papaz yada bir general, doğanın güzelliği içinde, arkasında parlayan bir güneşle canlandırılabilir, ama gecenin karanlık fonu önünde asla.


Gündüz, ilerleme gibi görünen tekdüze bir süreçtir. Sabahın parlak ışıkları akşam karanlığına dönüşürken, bize bir gelişme olduğu hissini verir- belli bir yönde ilerliyormuşuz gibi bir duygu. Zamanın yapay göreceliği üzerine nadiren durup düşünürüz. Her Allahın günü, aydınlığın karanlığa doğru akışı bizi önüne katıp koşturur. Ama gün boyunca, ister sabah on, ister öğlen üç olsun, hepimiz, gündelik düzenin, düzen güçlerinin köleleriyiz. Bizi ayakta tutan, zamanın geçmesi ve gecenin sunduğu kurtuluş umududur. Çünkü, sonunda gece olacağını ve - gündüzle kıyaslarsak - dilediğimiz gibi davranma fırsatınıa kavuşacağımızı biliriz.


Kitaplar gece okunur. Sinema, tiyatro ve müzik gösterileri gece olur. Gece sarhoş oluruz, gece kumar oynarız.
Her şeyden arınmış çıplak vücut geceye aittir. Vücutlar gece birbirine değer, bir araya gelir. Gün boyunca üniversitelerde bilimsel inceleme konusu olarak ele alınan, akşam üzeri dost toplantılarında sohbet konusu edilen şeyler, sonunda gecenin karanlığı içinde, gizlice yaşanır. Çıplaklık geceye özgüdür, gündüze değil. - Bunun tersi, yani var olmanın doğal gereği, yani güneşin altında çıplaklık, ancak baskının sona ermesiyle gerçekleşebilir.


-Geceleri aşık olur, birbirimize aşkımızı geceleri ilan ederiz. Gündüzler bizi mantığımızı kullanmaya, kendi hapishanemize kapanmaya zorlar. Gün boyunca baskı güçleri, aşkın özgürlüğüne karşı savaşır. Ama geceler bizi yeniden aşık eder, bize " seni seviyorum" dedirtir. Gündüzleri söylenen "seni seviyorum"lar geceye gönderme yapar.

İş günü süresince tutsak olduğumuz gerçeğini o kadar kabullenmişizdir ki, onun dışındaki saatlerden "serbest zamanımız" diye söz ederiz. Serbest saatlerin tam tersi, hemen hepimizin işte olduğu gündüzlerdir.


Savaşlar genellikle şafak sökerken başlar. Devlet gün boyunca öldürür, infazları gerçekleştirir. Gün boyunca hayatta kalmaya, geceleri ise yaşamaya çalışırız. Gün boyunca elektrik faturalarımızı öder, arabamızı tamire götürür, alışverişe çıkar, doktora görünür, ya sevmediğimiz bir işe gider ya da gereksindiğimiz, ama sevmediğimiz bir iş ararız.


Gün boyunca tüm görevlerimizde düzene tabi tutuluruz. Tuvalete gitmenin bile kesin sınırlamaları ve kuralları vardır. İşyerinde, okulda, askerde... insan istediği sıklıkta tuvalete gidemez ve orada istediği kadar kalamaz. Tuvalete istediğimiz zaman gidemediğimiz gibi, kaç kez uvalete gittiğimizin ve orada ne kadar kaldığımızın bile hesabı tutulabilir. Ayrıca insan, kurumun öngördüğü zamanlar dışında tuvalete gitmek isterse, bunun için izin alması gerekir. Gün boyunca istediğimiz gibi tuvalete gitme özgürlüğüne bile sahip değiliz, çünkü gündüzler bize ait değil.


Gün boyunca insanların birbiriyle gireceği ilişkiler düzene sokulmuştur. Okullarda gençler, sırf aynı yaşta oldukları için yıllar yılı aynı kişilerle aynı sınıflarda oturmak zorundadırlar. Sekiz yaşındakiler altı numaralı sınıfa, on yaşındakiler onbeş numaralı sınıfa..vb. O sınıflarda bile değişmez bir oturma düzeni sağlanmıştır. Ancak okul günü bitip akşam olduğunda, insan, dilediği kişiyle birlikte olma şansına sahip olur. Askerseniz günün büyük bölümünü sizinle yaklaşık aynı boyda olanlarla geçirmek zorundasınız demektir. 1.65 boyundaki bir kişinin, 1.95 boyundaki arkadaşıyla bir araya gelmesi, ancak akşamları ve geceleri mümkün olabilir...


Sosyal sınıfların katı kuralları ancak gece bozulur. İşçiler burjuvaların sokaklarında dolanırlar. Burjuvalar, işçi mahallelerindeki lokantalara giderler, fahişeler, papazlar, öğrenciler, askerler, ev kadınları, doktorlar ve yabancılar, hepsi aynı sokakta gezinirler, bakınırlar, birbirleriyle konuşurlar, hatta belki de sonunda sevişirler.


Geceleri dünya, birbiriyle haşır neşir olmuş, özgür, meraklı insanların ruhuyla canlanır. Gündüzleri kaçındığımız şeyler, gece çekicilik kazanır. Gündüzlerin "rasyonel" insanı, "zevk-ü sefa peşinde koşan" insanla yer değiştirir geceleri.


Ezme eyleminin kendi özgürlüklerini de kısıtlamasına rağmen, ezenler bile geceleri daha fazla özgürlüğe sahiptirler. Kurulu düzenin yöneticilieri, generaller ve krallar, şirket ve ülke başkanları, "şöhret ve servet" sahipleri de geceyi yaşarlar. Totaliter kurumlar uykudayken, uykuya yatırılmışken, onlarda yaşama özgürlüğüne kavuşurlar. Çocuklarını yatağa yatıran anne-babalar gibi, onlar da artık, her türlü seromoni ve sansürden arınmış olarak, maskesiz yüzlerini gösterme özgürlüğüne sahiptirler.

Gece vakti, gunduzn telasindan, hayhuyundan eser kalmaz. Az cok huzura kavusmusuzdur. Soyle bi on saat kadar, bizden istenen, beklenen bir sey olmayacaktir. Yiyecegimizi secmekle veya yaratmakla ise baslariz. Gunduzleri yiyip ictiklerimiz, cogumuz icin kurumsallastirilmistir. Halbuki geceleri, hem ne yiyecegimiz konusunda daha cok secenegimiz vardir hem de onu diledigimiz gibi hazirlamakta ozguruzdur. Ayrica yemegimizi de alalaceye yemek zorunda da degilizdir. Fast food dedikleri sey, gunduze egemen olan baskici guclere aittir. Gunduzlerin fast food yiyicileri olan bizler, bizi yoneten megamekanizmanin parcalariyiz. Oysa geceleri, kendi besinimizin hazirlayicilari olarak, zaman ve mekani gonlumuzce duzenleriz.


Gün ışığı bir tuzaktır. Işık bizi kör eder. Ama geceleri, gözlerimiz fal taşı gibi açılır. Geceleri, tüm öteki duyularımız da daha duyarlıdır, çünkü düzen güçleri o saatlerde makinelerini kapatmış olurlar. Gece olunca sessizliği dinler, karanlığa nüfuz eder, hem bedenlerimizin hem de hayal gücümüzün dizginlerini koyveririz.


Gün boyunca duyularımız tutsak etmeye çalışan sayısız mesajın tüketicisi olmaktan çıkarız geceleri. Baskıcı megamekanizmanın aralıksız vızıltısı durmuştur şimdi. Enerjinin kaynağı artık içimizdedir. Gece, insan zihninin çalışması için bir zemin oluşturur. Gün boyunca dikkatimizi, ışığın, renklerin, devinimin hizmetine sunarız. Neye dikkat edeceğimizi belirleyen, düzen güçleridir. Yeşil ve kırmızı ışıklar, karşıdan karşıya nasıl geçeceğimizi bile düzene koyar. Gündüzleri biz, yaşamın büyüsünün, kelebeğin karmaşık renk ve biçim dokusunun gözlemcileriyiz olsa olsa. Gün boyunca dikkatimizi gözlemin hizmetine sokarız. Gündüzleri uydusuyuzdur dışımızda olup bitenin.


Gündüz Vassaf
Cehenneme Övgü



Not: Bu kitabı okurken annem adından korkup bana bişey yaparlar diye dışını gazeteyle kaplamıştı. Edebiyat öğretmeniydi lan kadın.



not:http://gueneslipazartesiler.blogspot.com/2010/07/geceye-ovgu.html yazıya istinaden üstteki deneme hatırlanmış ve buraya konulmuştur.

2 yorum:

outlaw 31 Temmuz 2010 13:49  

oturup kopya çekseymişim gündüz vassaf'tan, bu kadar benzermiş yazdıklarım zaten. oysa ben kitabı okumadım bile. yakın bir arkadaşım bir keresinde "ulan ne boktan çağda yaşıyoruz, aklıma gelebilecek her şeyi birileri daha önceden düşünmüş" demişti. bu da öyle bir şey herhalde...

bir de cehenneme övgü'yü okuma vaktim gelmiş onu anladım.

Porco Rosso 31 Temmuz 2010 18:49  

kopya olmadığı açık. kişisel yanı ağır senin yaznının. ama bunu çok sevdiğim için hatırladım direk.

arkadaşına katılıyorum. birşeyler düşünüp sevinemiyoruz. gerçi kendi kendme ben de yapaiblirmişim diyorum ama bir işe yaramaz tabi :))

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP