08 Şubat 2011

Biutiful

Güzel kelimesnin kendisinin bile doğru olmayı beceremediği bir dünya da hayat ne kadar güzel olabilir ki?


eğer adı bu filmin "hayat gizeldir" olmasaydı "hayat var, hayat var amnkoyim" olurdu.
akla gelen şarkı ise : "life is unfair. kill yourself or get over it".


Başka bir film. Karanlık. Dünyanın en renkli, canlı kenti bile bakış açınla nasıl da cehenneme dönüyor gösteriyor bize. Barcelona'nın parıltısından görünmeyen kısımlarını anlatıyor Innarutu. Aklıma 11 Eylül için çektiği kısa film geliyor. Dememiş miydi : Tanrının ışığı bizi aydınlatacak mı yoksa kör mü edecek diye. Hep iyi anılan aydınlığın merkezinin ruhumuz kara bulut gibi çöküşüne tanık olduk.

Innarutu ilk defa kesişen hikayeleri farklı bir şekilde anlatıyor. Lineer değil tabi ki ama içiçe geçirmiyor meseleyi. Zaten bizi vuran da bu duruluk. Acının saflığını gösterirken kendi gösteriş yapmaması gerektiğinin farkında. Acıya en başta kendi sahip çıkıyor.

Uxbal her şeyin sonunda bir adam. Her şeyini yitirmiş bununla yetinmeyip yitirmeye aralıksız devam ediyor. Buna rağmen savaşıyor vazgeçmiyor. Bu gerçek olmaktan çok uzak ulvi adamın kendi hariç iyi etmek yardım etmek istediği insanlardan karşılık görüp görmediği ise kendinin bile bilemediği birşey. Çocukları karısı abisi hatta çinli işverenleri bile affedebilir kucaklayaiblirken kendi acısına karşı çaresizliği kendiyle birlikte bizi de dibe çekiyor.

Zaten Innarutu burada hiç müdahale edip de seyirciye yardımcı olmuyor. Ken Loach'vari bir göçmen hikayesi ve duruluğun yanına neredeyse Kader'ci bir sert acı koyuyor.

Biutiful çok gerçek çok güzel bir film. Bardem'in filmin önüne geçmeye çalıştığı filmin kendinden rol çaldığı bir film. Inarrutunun samimiyetine benim katıksız inandığım. İstediği şeyi yaparken gösterişli şehir filmlerine değdirmekten de geri kalmıyor.

8/10

0 yorum:

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP