30 Mart 2013

Jack Reacher the Giant Slayer

Arada bir kaç iyi film izleyince kötü film izlemeye hakkım var diyor ve kendime bu kötülüğü yapıyorum.

İki tane kötü film Jack Reacher ve Jack the Giant Slayer. Birer hafta arayla izledim ve gerçekten kendime artık kötülük yapmama gerektiğini düşündüm.
Jack Reacher orta üstü puanlaına göre standart bir aksiyon. Hiç yeni bir şey yok, ekstra bir şey de yok. Zaman kaybı. 


Bryan Singer Usual Sspects'ten bu yana benim ilgimi çeken ek film daha çekmedi. X-Men serisi iyi diyebilirsiniz ama ne yaratıcılık olarak ne de hikaye anlatımı olarak tatmin edici değil. Hele bir sonu var ki: son zamanların moda devamı gelecek bakışıyla biten evlere şenlik.

İngiliz kadro fena değil ama film vasatı geçemiyor.

5/10    (iki filmin ortalama puanı)

28 Mart 2013

Searching For Sugar Man

Aramaya inanmak.



Aramaya inanmak.
Bu filmin mottosu budur.

Bir adam kendi ülkesinde hiç bilinmeyen bir şarkıcıyken kaçak yollarla girdiği `Güney afrika`da en az `elvis` kadar ünlü olacak ama bunu kendisi bile bilmeyecek. Hayranları da onunla iligli hiç bir şey bilmeyecek.

Bu iletişim çağında böyle bir şeyle karşılaşmak insanı şaşırtabiliyor tabi ki. Ama yine de Rodriguez'in hayatı da başlı başına olay.

Film başarılı tabi ki ama merak duygusunu hiç yitirmeyen ve aklımızdaki sorulara sabırla tek tek cevap veren yönetmen `Malik Bendjelloul` gerçekten yaptığı işi ustaca kotarmış. Daha 36 yaşındayken.

9/10

Detachment

Denedim ama...



Adrian broddy'nin acı çeken balık bakışları en çok bu filmde işe yaradı bence. 
Bir öğretmenlik filmi daha. Farklılık yaratmak isteyen, çocukların içinde bulunduğu durumu değiştirmeye çalışan ancak kendisiyle ilgili mevcut ve geçmiş sıkıntılarını da üzerinden atamamış bir adamı canlandırıyor. 

Film ağır işliyor gibi görünse de aslında sıkmadan düşündüreterek devam ediyor (allah beni kahretsin. düşündürten dedim). Bu film amerikan bağımsızı değil de fransız filmi olsaydı (class) gibi daha iyi tutardı. Yani kıyıda kaldığına aldanmayın izleyin. 

Amerikan History X'ten bildiğimiz Tony Kaye yine aksiyonu çok tutmadan şiddeti veriyor. Gözyaşıyla.

7,5/10

The Imposter

Hastayım, hastasın, hastalar. 


Böyle hasta insanların bir araya gelmesi böyle bir olay örgüsü yaratabilir. 
Texsaslı bir ailenin 12 yaşındaki oğulları bir gün kaybolur. Bu sarışın ince surat hatlarına sahip çocuğun 3 yıl sonra İspanyada bulunduğu bilgisiaile gelir. Anca çocuk uzamış, suratı yuvarlaklaşmış ve en ilginci esmerleşmiştir. Bayağa esmerleşmekten bahsediyorum. 

Filmi ilginç kılan kısmı ailenin çocuğu olduğu gibi kabullenmesi. 
(buraya kadar ki bölümü tanıtımda da geçmekte) 


-----------Yazının Sonrası Spoiler içerir--------------

 Olayı kısaca anlatmak gerekirse: biri ispanyada polisi arar ve  bir çocuk bulduğunu söyler. 16-17 yaşlarında korkmuş bir çocuk. Polis gider çocuğu bulur sorar soruşturur ama kim olduğunu bulamaz. Çocuk Esirgemeye verir. Onlar da bilgi vermezse parmak izi kaydını alacaklarını söyleyince çocuk amerikalıy der. Aileme ulaşım der. Telefonla polisten amerikada kayıp kişileri öğrenir birinin kendi olduğunu iddia eder. Hoppola. Faks gelir. Kayıp çocuk texsaslı sarışın. Eleman saçını boyar aile fertlerinden geleni de sessiz ürkekçe inandırır (mı)!?  Pasaport çıkartır yollarlar. Tümaile fertleri inanmıştır kayıp oğullarının geldiğine. eleman nicholas gibi dolanır ortalarda. Hatta abartıp televizyon programlarına çıkıp kaçırılma hikayelerini anlatır. Ama bir özel ajan inanmaz ve araştırır. elemanın Cezayir asıllı bir fransız olduğunu ve avrupanın nerdeyse tüm ülkerinde çocuk esirgeme evlerinde kaçak kimliklerlekaldığını ve23 yaşında olduğunu öğrenir. Sınır dışı edilir. Aile ise "bizonun çocuğumuz olduğunu düşünüyorduk. kandırıldık" der. Ama belgeselin gidişinden çocuklarının öldürüldüğünü bildikleri vgizlemekiçin böyle bir oyunun içine girince göz yumdukları ihtimali belirir. Tabi ki bunu reddederler. 

Ben de ailenin çocuğun aile fertlerinden biri tarafından öldürüldüğünü bildiklerine inananlardanım. 

-----------Yazının Öncesi Spoiler içerir--------------

  
Sonuç olarak hasta bir velet var kaybolan. 
Hasta bir adam var onun yerine geçen ve bir aile var hasta şekilde durumu kabullenen(miş gibi görünen) 

Böylesine fantastik bir hikayeyi eline yüzüne bulaştırmadan çeken Bart Layton'ın oldukça başarılı olduğunu düşünüyorum. Zira filmde gerçek kişileri kullanması, gerçekleri aktarırken (ima da bulunsa bile) tarafsız kalmayı başarmasıyla iyi bir iş çıkardığını düşünüyorum. 

Böylesine polisiye aksiyon filmi tadında gerilimi yüksek bir belgesel izlemek sık karşılaşılan bir durum değil. Son dönemde öne çıkan belgelerden biri olarak kayda geçmeli izlenecekler listesine eklenmeli. 

8/10

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP