dizi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
dizi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ekim 2012

House MD

Bitti.

Şaka gibi ama 8 sezondur izliyorum ve bittiğine üzülüyorum gerçekten.




Herkes yalan söyler, lupus, tb, ct, etik vb. pekçok şeyi kafamıza kazıdı House Md.
Nevişahsına münhazır doktor Gregory House hayatına son vererek diziyi bitirdi. Sonuçta doktorluk onun hayatıydı.

3.sezonunda yakalamıştım bu diziyi ve sonra askerdeyken bile izledim hiç ara vermeden. Bu dizi sayeseinde doktorluğu öğrendiğimi sandım, zeki olmayı çok istediğimi farkettim (aptal olduğumu farkettiğime göre çok da aptal olmamalıyım bence) bir kaç dil bilmek istedim ve dizi bitince hiç birini yapmayacağımı idrak ettim.

Şu sıkıcı hayatı renklendiren başka bir şeyler bulmak lazım artık.

Not: Hayatımda gördüğüm en iyi dizi bölümü "House' Head Wilson's Heart" bölümüydü. Uzun süre de öyle kalacak gibi.



Hatırlamakta yarar var : http://kirmizidomuz.blogspot.com/2011/03/house-md.html

16 Mart 2011

House Md

17 Ocak 2011

Behzat Ç.

Sırıtma la !!



Sırıtyorsun değil mi bu cümleyi okurken. Bu ilk cümleye sırıtanlar bu diziyi izledi demektir çünkü. Sadece bu girişe bile sırıtıyorsanız diziyi seviyorsunuz demektir haberiniz olsun. Sırıtmayanlar ise diziyi bilmiyorlar demektir. Diziyi bilmeden sevmek zaten mümkün olamaz.





Öncelikle Behzat Ç.'nin uyarlandığı Her Temas İz Bırakır ve Son Hafriyat kitaplarının tanıtımına Radikal Kitaptan bakalım : "Kızılay, Sakarya Caddesi, Ssk İşhanı, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Atakule, öğrenci evleri, emniyet, cinayet masası. Ankara'da, hayata kendine ait bir adalet anlayışı çerçevesinden bakan, "yeni müktesebatla" uyum sorunları yaşayan, lambur lumbur, "dişli" komiser Behzat Ç.'nin dünyaya bakışını sorgulatan bir cinayet işlenir... öğrenci alemine, başka alemlere, ama asıl polis alemine dikiz atan, bol entrika vaat eden soluk soluğa okunacak bir polisiye." Dizi kitapla birebir alakalı, ilintili.



Behzat Ç. kitaplardan aldığı güçle Türk televizyonlarında bir polisye dizi olarak fenomen olma yolunda hızlı adımlar atıyor. Behzat Ç. pek çok açıdan Türk dizisi normlarına uymuyor. Türk polisiyelerinin (Arka Sokaklar, Kanıt) İstanbul’dan çıktığı düşünülünce Behzat Ç. farkını, Ankara’da geçiyor olmasıyla yansıtıyor.



Şehrin Ankara olması ne fark eder ki? Nasıl olsa İstanbul’dan ekip kalkıp gidiyor diyebilirsiniz. Aslında ekibin veya oyuncunun transferi değil mesele. Farkı yaratan; Emrah Serbes'in kitaplarındaki başrol oyuncularının dizide de aynı olması. Emrah Serbes yaşadığı şehri iyi biliyor ve bu yüzden de derdi hikayeyle beraber Ankara’nın ruhunu yansıtmak. Zaten karakterleri anlatırken onlara yapıştırdığı ilk yaftası Ankaralı oluşları. Dizide Behzat'tan sonraki başrol oyuncusu oluyor Ankara. Asla unutmuyoruz hangi şehirde olduğumuzu. Diğer fark yaratan olgu ise herşeyin gerçek(çi) olması. Öyle ki, tek bir bölüm yetiyor içine girmek için. Behzat Ç ve ekibi cinayetleri hiç de CSI: New York gibi çözmüyor. Sorgu, dayak, küfürle hallediyorlar işlerini. Bunları yapanları da kahramanlaştırmıyor (antikahramanlaştırıyor desek daha doğru olacak) ama sempatimizi kazanıyor. Hem de bu soyadını bilmediğimiz bir karaktere duyulan sempati.



Ankarayı iyi kötü biliyoruz da Behzat Ç nasıl bir adam?



Behzat Ç. işini iyi yapan ama sosyal hayatla ilgili sıkıntıları olan bir adam. Sorunları olmuş, oluyor ve olacak gibi duruyor. Kızıyla alakalı ağır travmaları olan biri. Müzik dinlemeyen, kitap okumayan, herhangi bir siyasi görüşü olmayan ama yukarılarda kendisinin ilgilenmediği dostları olan biri. Televizyonda sadece aslan belgeseli izleyen, sigara ve alkol tüketen. Pavyona giden. Herkese rağmen Gençlerbirlini tutan. Ama hepsinden önemlisi "Ciddi" bir adam. En başta diziyi izlerken sırıtıyoruz demiştik oysa. Bukowski şöyle demiş zamanında: “Turgenyev çok ciddi bir yazardı ama beni güldürüyordu, çünkü bir gerçekle ilk karşılaşma, gülme duygusu uyandırıyor insanda. Başka birinin gerçeği sizin de gerçeğinizse ve o bunu sizin için dillendiriyorsa müthiştir."



Saçmasapan konuşma be!



Behzat Ç. Türkiyede çok örneği olmayan bir yol seçiyor kendisine. Her bölümde başka olay (cinayet) olmasına rağmen karakterlerini anlatıyor ve biz de cinayetlerden ziyade bu adamların hayatlarını izliyoruz. Cinayetler sadece bir ortam yaratıyor. House Md'ye benziyor bu yönüyle. Zaten dizi ona göndermesini de beyaz tahta üzerine davanın şablonunu oluşturacak isimler yazarak yapıyor. Başka esere gönderme yapılması Türk dizilerinde sık rastlamadığımız bir şey. Sırıtmamıza sebep olan detaylardan biri. Karakterler demiştik; Behzat'ın ekibindeki bazı karakterlerin havada kalacağı belli. Belki senaryo aşamasında zenginleştirilirler. Ama Harun, Akbaba ve Hayalet acımasızca geçmişlerine kadar didikleniyor. Hayatları tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor. Sempatik olsalar da cahillik sınırlarında gezinmeleri, dandun hayat tarzları, iyi yanları kadar aileleri, karanlık yanları da ortaya çıkıyor. Bu kötü yan genelde uyguladıkları ve beis görmedikleri şiddetle alakalı oluyor.



Ingebor Bachman: “faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar, iki insan arasındaki ilişkide başlar..." demişti. Behzat Ç. öncelikle insan odaklı bakıyor herşeye. İnsanın tutumumlarıyla değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Bu nedenl karşılaştığı en büyük eleştiriler; uyguladığı kişisel sert yöntemlerle (dayak, şiddet, mahkeme kararı olmadan yaptığı uygulamalar) yaptıklarının polise yüklenmemesi ve diğer polislerin de bir süre sonra onun gibi sert olacağı. Ama dizi bunun böyle olmadığını her geçen bölümde gösteriyor. Hele ki 10. bölümünde tavan yaparak sırf kendi adamlarını yerleştirmek için bir insanı öldüren emniyet teşkilatının içindeki yozlaşmayı göstererek tokatını atıyor. Kendi faşizmini(kişisel olanı) maruz görürken adil olmayan ötekine cevabı oldukça sert oluyor.



Not: "Ana karakterin ismi Ece Ayhan'a dolaylı bir saygı duruşudur... Ece Ayhan'ın babasının ismi Behzat Çağlar'dır" buyurmuş Murat Uyurkulak.



Not 2 : 15.Bölümde “Ahmet Kaya’nın da masum olduğu 10 yıl sonra ispatlandı. Medya böyledir” minvalindeki Şule cümlesi basına sert bir tokattır belki ama en önemlisi Ahmet Kaya’ya bir saygı duruşudur.



Not 3: Yazı geçiktikçe eklemeler geliyor. Son bölümde Hrant Dink cinayetine, sürecine, kişilere ağır giydirdi. Bir daha düşünün bu dizi polisi sempatikleştiriyor diyenler. İyi düşünün.



01 Aralık 2010

True Blood


Yüksek lisans dersleri aldığım dönemde pazarlamaya yöneldim ve gerilla pazarlama üzerine de çalışma fırsatım oldu. Dünya üzerindeki uygulamalar her zaman dikkat çekiciydi. İnsanların akıllarında farkındalık yaratmak için etkili ve ucuz yöntemlerdi.

True Blood ile ilk orda tanıştım. Dizinin tanıtımı için amerika sokaklarına yapıştırılan afişlerin altındaki kazıkları kendimizi korumak için almamız salık veriliyordu. Bunun dikkat çekiciliği ise üst düzeydeydi. Derslere konu olmuştu çoktan.




Gecikmeli olarak izlemeye başladım.
Ötekileştirme, azınlıklar altmetinli olduğundan bahsediliyordu. Nasıl kaçırırdım ki değil mi? 10 bölüm izledim. Ama zorluyorum kendimi izlemek için. Bu da dizinin benim için sonu demek oluyor. Ne House gibi düzenli şekilde takip ediyorum ne de The Walking Dead gibi merak ediyorum. Olmuyor. Olmuyor istesemde.

Bir dizinin daha sonuna gelmiş bulunuyoruz.
Az izlendiğim için Sookie ve arkadaşları ve çevrelerindeki olaylar hakkında tanım yazmayacağım. Tek iyi yanı ilk 3-4 bölüm itibariyle vampirler hakkında yanlış bilinen şeyleri düzeltmesi ve pekçok detay vermesi. Haçtan korkmuyorlarmış mesela. haberiniz ossun.

20 Kasım 2010

The Walking Dead


Sanki bilmedik tahmin edilmedik hiçbirşey yok gibi. ama Felaket ilgi çekici ve sürükleyici. Yani 28 gün sonra, I am Legend benzeri bir dizi. Tabi yaşayan ölülerin şafağı miladı. Ama aynı adlı çizgi seriden uyarlanan dizinin birinci sezon üç bölümü yayınlandı. 6 bölüm sonunda ilk sezon bitecek ve ikinci sezon ancak kasım 2011 de başlayacak. Bunca araya rağmen bu sezonu takip etmekte yarar var.

Hikaye kabaca hastanede uyanan polis memuru Rick ne olduğunu anlamaz ama insanlar zombileşmiştir ve her yer yıkık döküktür. Nasıl haytta kaldığını bilmediğimiz Rick karısı ve çocuğunu bulmak için yola düşer. Yalnız kovboydur zaten.

Dizinin bazı bölümleri gerçekten gerilim içermekte. Ayrıca fazlaca kan bağırsak şiddet görmek mümkün.

Bu sezonun tavsiye dizisi de bu olsn madem.

16 Ağustos 2010

Skins

Farklı bir ingilzi dizisi daha.


İngilizler iyi dizi yapıyorlar bence. Ben bu adamları seviyorum. Ama yaşamak istemem onlarla :))

Skins bir gençlik dizisi. Benim gibi artık genç sayılmayan biri için (şaka şaka daha bebe sayılırım) bile dizi oldukça farklı ve keyifli.

Nedir bu diziyi farklı kılan unsur?
1- Her bölüm bir karaktere odaklanılıyor. Herşey ve diğer kişiler her bölümde var ama herşey o bölümün kahramanının gözünden ve dünyasından resmediliyor. Tabi böyle olunca da çekimler müzikler kamera da o karakterin yapısına göre değişiyor ki her bölüm başka bir dizi haline geliyor.

2- Karakterlerin anlatılışı farklı. Dramatize edilmiyorlar. Eğlenceli de olsa karakterlerin sıkıntıları çok iyi işleniyor. Hepsinin sorunlarına ve derine iniyor.

3- Eğlenceli. Gençlik dizisi de olsa hayatın eğlenceli ve dramatik yanlarını eşit pay ediyor. Gerçeklik üst düzeyde.

bir iki yerde bunu OC. ve Gossip Girl ile kıyaslayanlar var. Alakası yok. Uzunca bir film gibi. Her seferinde farklı. Dedikoducu ve kimin eli kimin cebinde belli değil dizisi değil. Sonradan bozarsa karışmam.

12 Ağustos 2010

The IT Crowd


Bu sezon da bitti. Muhtemelen yeni sezon da olmayacak.


Ama kesinlikle geçen sezonların tadı yoktu. Bir sezon pas geçtikten sonra, tekrarları çok izleniyor diye yeniden çekilmeye başlanan SIDIKA gibi birşey oldu.

Bu dediklerim sebebiyle kötüymüş gibi algılanmasın. Ama önceki sezonların yüksek ivmesi kesinlikle yoktu. Eğlenceli de olsa bazen zorlamaydı.

Yine de en sevdiğim dizilerden biri olduğunu söylemeliyim. Yine ingiliz üstelik. Öyle severim ki rastgele bir bölüm açıp izlemişliğim çok. İşe gitmeden önce falan izlerim hatta. KEsin neşelendirir çünkü.

Bilmiyorduysanız bence çok mutlu olma zamanı. Size mükemmel bir dizi önerdim.

10/10

21 Temmuz 2010

Entourage


Bu nasıl değişimdir.

Sıkışmasın diye dizinin 7.sezonunda karakterlerin hepsi bir değişime uğrayacak belli ki.

Ekstrem hiçbir şey yapmayan Vinnie bir sahneyi çektikten sonra çıldırdı.
Drama komedi oynayacak.
Turtle bir şeyler becerir gibi yapıp toslayacak.
E. O aynı mallıkla devam eder. O Sloan onda ne buluyor anlamadım.
Ari muhteşem çıkışın sınırlarında. Zorlanmaya başlayacak. Küçülecek belki de. İlk defa profesyonel davranmamanın acısını çekecek.

Sıkışınca baştan yarattılar adamları.
Ama biz Vinnie'nin film çekimlerini senaryo aramasını falan istiyoruz. Değişik hayatlar değil sinema dünyasının iç dünyasını görmek istiyoruz.

Yetkililere duyurulur.


27 Mayıs 2010

The End

this is the end, beautiful friend
this is the end, my only friend, the end
of our elaborate plans, the end
of everything that stands, the end
no safety or surprise, the end
i'll never look into your eyes...again


Sen hiç House izledin mi? Hatta Entourage bile olur. Sezon finalleri nasıl biliyor musun iyi denilen dizilerin? Öylesine güçlüdür ki sezon finalleri apışır kalırsın. Afallar, sert bir film izlemiş gibi bir süre bakarsın ekrana. "Oha lan" dersin. Ana hikayenin devamlılığıyla birlikte ara bağımsız (gibi görünen) hikayeler de barındıran bu dizilerde her ikisine de hizmet eden sezon finallerinin gücü inanılmazdır. Bu bölümler hem olay örgüsünü hem de karakterleri temelli sarsılmasına denk gelir. Seyirciyi nasıl etkileyeceğini tahmin et.

Tamam geçiyorum onları. Bazen sözlükte bolca eğlence içerikli yazılarını okuduğun (ki haftanın en iyisine girdiğine göre seveni çok) bazen de oturup izlediğin Aşk-ı Memnu'ya ne demeli? Gördün mü sen o dizinin final fragmanını? Dizinin son 2-3 haftada nasıl ivmelendiğini fark ettin mi? Hem de hikayesi bilinen, klişelerle dolu bir Türk dizisinin bile etkileyici bir son yaratmaya çalıştığını.

Ama sen gel dünya televizyon tarihini değiştiren bir dizi çek, sonra çekilen diziler senden esinlensin, olay ve karakter yapısını sana benzetsin, televizyondan yayınlanan bir eserle ürünlerini pazarla ve hatrı sayılı gelirler elde et, televizyon prodüksiyonlarını büyüt sonra gel böyle final çek. Son bölümden sürprizler beklemek hataymış. Yok ya? Büyük resmi görmüyormuşum! Arkadaşım ben finalden bahsediyorum. Finalin ne olursa olsun zayıflığından. Sen hangi büyük resimden bahsediyorsun.


Gidip şaheser sayılacak güzellikte bir resmin puzzle'ını aldığını düşün. Duvarına asacaksın bitince. Bilmiyor musun ki puzzle bin parçadan oluşuyor ve sen büyük resim anlaşılacak şekilde 950 tane parçayı yerleştiriyorsun, hatta çerçeven de tam. Ama 50 tanesi kayıp. Bitince duvara da asıyorsun yine de. Ama nasıl çirkin duruyor değil mi o puzzle 50 tanecik parça eksik diye. Duvarında güzel durmayan muhteşem bir puzzle var elinde. Hayırlı olsun. Büyük resimin belli olduğu aşikar tabi.

Demiyorum her sorunun (yaklaşık milyon taneler) cevabını versinler, bunu da finalde yapsınlar. Final kötü diye dizi kötü de demiyorum. 6 yıl (evet ilk sezondan beri izliyorum) heyecanla izledik. O yüzden heba oldu falan demiyorum. Mehmet Açar bir röportajında : "Dizinin en önemli yanı, insanları ortak bir noktada birleştirmiş olması. Bir araya gelindiğinde konuşulan paylaşılan bir noktada Lost". Sırf bu yüzden bile önemli zaten. Kitleleri keyifle peşinde sürüklemek kolay şey değil.


Ama şimdi okuyorum sağda solda; senaristler, yapımcılar havada kalan şeyler hakkında açıklamalar yapmış cevaplar vermişler. Arkadaşım ben onu dinlemek görmek bilmek zorunda mıyım? Deus ex machina mı var? Niye? 115 bölüm yetmedi mi ki? Southland Tales mi ki bu? Sinirli değilim. Üzgün de değilim.Dizi en nihayetinde. Bekelenen bir final aslında bu sezon sonrasında. Ama ben şimdi pişmanım. Battlestar Galactica'ya laf ettiğim için. Ulan adamlar tutarlı bir şekilde gittiler ve müthiş bir finalle herşeyi bağladılar. Eğlenceli, meraklı, hüzünlü ve bunların hepsinin aşırı olduğu bir final çektiler.

Neden mi takıldım finale?
İyi hatırlanmak için iyi bitirmek önemli maalesef!

06 Nisan 2010

300 Spartacus

Sex sells


300 spartalıya karşı bir spartacus ne yapardı acaba?

Spartacus'u iyi kötü herkesi bilir zaten. capua'da bir gladyatör okulundan kölelerin özgür kalması için kaçar ve bir anda binlerce köleyi de arkasına alarak kaçar. büyük roma ordusuna karşı bir kaç zafer kazansa da sonunda yenilir ve haça gerilip idam edilir. Beraberinde pekçok köle ile birlikte.

E bunun bir de film versiyonu var hepinizin bildiği üzere Stanley Kubrick tarafından çekilmiş olan. Kirk Douglas'ın Spartacus olduğu. saatler süren dönem şaheseri ki yine de benim az sevdiğim Kubricklerden biridir.

Diziye gelecek olursak biraz filmden biraz olayın kendinden biraz Gladiator filminden ve bolca Hollywood'dan yararlanmış. Teknik açıdan ise 300 filminin aynısı.

Dizi bol aksiyon, kan ve bolca sex (açık sahne) içermekte. Amerikada kablolu tvde yayınlandığı için sansüre takılmıyor.

Yine aynı şekilde bir Trakyalı esir alınarak arenaya atılır. Ancak hayatta kalır ve eğitildikçe bilenir, iyileşir. Tek derdi özgür kalp güzeller güzeli karısına ulaşmaktır. Dövüşür de dövüşür. Tabi bu arada Roma'nın soyluları kadınları sever, köleleri öldürür ve refah içinde yaşamaya devam eder. Spartacus karısına kavuşru mu? Ona kavuşsa özgür kalır mı? Arenada zafer elde edebilir mi görüyoruz beklendik şekillerde.

Ama diziyi çekilir kılan tek şeye gelecek olursak, Roma döneminde her an gözden çıkabilecek hayatlar dizide de anında sonlandırılaibliyor. Yani bu karakter ölmesin diyen yok. Tiz vurun kellesini durumu söz konusu. O nedenle bir bölümde kim ölecek kim kalacak tahmini zor. Çekilir kılan diğer unsurda tabi ki çıplak ve güzel kadınlar. Tabi çıplak ve yakışıklı yiğitler de yok değil.

Ama dizi 300 tekniğine çıplaklık eklemenin ötesine geçemiyor maalesef.
Yine de başlarsanız bölümler bitiyor haberiniz olsun. Gereksiz ama sıkılmadan saatler geçirmek için.

22 Aralık 2009

lie to me

Everbody lies

Bir blog gezerken tanıştım Lie to Me ile. Amerikada geçen sene başında yayınlanmaya başlamış ve tuttuğu için ikinci sezonu da çekilen bir dizi.


Uzun zamandır House Md. dışında birşeyler izlemediğim için (californication yarım kaldı, HIMYM ise düzenli takip edilmiyor artık tarafımca) merakla başladım diziye. Aslında merakımı da boşa çıkarmadı. İnsanların yalan söylediğini tespit edebilen Dr.Lightman polisin, şirketlerin ihtiyaç duyan herkesin ve kurumun yerine gözlemler (bazen sorgu gibi) yaparak kişilerin yalan söyleyip söylemediklerini buluyor. Ekibi de bu hususta ona her halde yardım ediyor ve suçlular yakalnıyor, her daim.

Ekibinde gerçek bir profesyonel (kendi hayatındaki yalanları görmezden gelen) Dr.Gilian Foster, doğal yeteneği sayesinde eğitim almadığı halde suçu ve yalanı hemen anlayan bir polis memuresiyken işe alınan Ria Torres ve aklına gelen herşeyi direkt söyleyen ve hiç yalan söylemeyen bilgisayar uzmanı eğitimli Eli Loker .


Dizinin 2-3 bölüm güzel olan yalan bulma taktikleri ve dizi sırasında yalan söyleyenin aynı mimikve tepkileri veren ünlü kişilerin görüntüsünü ard arda göstermesi gerçekten orjinal, komik ve ilgi çekici.

Ama sonra herşey (birden bire) sıradanlaşmaya başlıyor. Bölümler birbirine benzemeye başlıyor. Dizi başka dizilere benzemeye başlıyor. Mesela aşırı zeki, umursamaz ama doğruyu bulmak yolunda takıntılı -bu uğurda arkadaşlıklarını hiçe sayabilen- doktorumuzun kırışık gömlekleri uykusuz geceleri bir kaç dil bilmesi yakınında kimsenin olmaması ve bir olaydaki (vaka) yalanı(hastalığı) bulmak ve onun nedenlerini bulmak (tedavi) için yaptıkları fazlasıyla tanıdık. Bu bölümü şüphesiz ki House Md ve Gregory House' çok benziyor. İlk başta başka sorunlar ve kişiler var gibi düşünüp bir anlık bir mimik jest ile doğru kararı buluyor Dr. Lightman. Ben bunu da House'un da sonra, birden çözümü bulmasını Viky'nin burnunu kaşıyıp sorunu halletmesine benzetiyorum.Bu benzerlik kötü değil ama yalanlar üzerine bu kadar konuşan bir adama benzer bir yalanlar dizisi yapmak garipmiş.


İkinci dizi benzerliği ise CSI ve benzeri polis dizilerine. Ekip her bölümde olmasa da ikiye ayrılıp iki ayrı olayı inceliyor. Her iki ekip de bunlarda başarılı ilerliyor. Sorunu çözdüklerinde ise suçlu (yalanı söyleyen) bir anda çözülüp neyi niye yaptığını itiraf ediveriyor.
Bu iki sevilen dizinin toplamı değil ortalaması bile edemiyor Lie to me. Zira puanlayacak olursak :


House =10
CSI= 7
Lie to Me < (10+7)/2

Not: Ayrıca ben her şekil bu adama yalan söylerim. Pis yaparım bu işi. Kralı gelse anlamaz.

20 Temmuz 2009

Chuck the National


Bu dizi geçen hafta bir şarkıyla yazılmalı dedirtti bana. Son bir kaç ayın en çok dinlediğim gruplarından biri olan The National'ın Fake Empire şarkısı çaldığından ve bu şarkı sahnesine cuk oturduğundan beri aklımda bu var. indir

Cnbc-e'de uzun zamandır dizi izlemiyordum. Aslında hiçbir şey izlemiyorum. Eskiden güzel filmler yayınlarlardı. Ustalara saygı kuşağında Truffoutlar Godardlar olurdu. Sonra Oliver Stonler Tony Scottlar geldi. Hatta ileri gidip Micheal Bay'e dadandılar.


Chuck son dönemin keyifli dizilerinden. Gerçek bir şapşal olan Chuck bir gün, okuldan kovulmasına sebep olan arkadaşının eve getirdiği bir cdyi bilgisayarına takınca tüm gizli istihbarat bilgileri kafasına yüklenir(evet Matrixte kung-fu yüklemesi benzeri). Ama ziyadesiyle sakar beceriksiz ve korkak olan Chuck bunu kaldıramadığı için bolca komik şeye sebep olur. Bu arada bu şapşalın Stanford Universitesi bilgisayar mühendisliğinde okurken kovulduğunu ve aslında gayet zeki olduğunu belirtmek gerek. Çokça iş kotarsa da komik olmaktan kurtulamamkta. Yanında Sarah adlı afeti devran ve onun yanında da emir eri Casey vardır. Profesyonellerin yanında onlara yardımcı olan Chuck kaçınılmaz şekilde Sarah'a aşık olur (izleyen tüm erkekler ve bazı kadınların da olduğu gibi). Neyse zaten dallanıp budaklanan dizi bu çerçevede yan karakterleriyle de zenginleşerek keyifli dakikalar yaşatır bize. Genelde komedi dizlieri 22 dakika olan Amerikalıların uzun komedi dizilerinden.

Bunu yazarken aklıma diğer Chucklar geldi.


Ha bir de bu dizide başka bir diziyle ilgili komplo teorisi var.


05 Temmuz 2009

Breaking Bad

Sanırım bir dizide en önemli şey tutarlılık. Breaking Bad de ise bu hiç yok.
Sanırım bu yüzden çok seviyorum.

Hosue, Entourage gibi dizlerde en sevdiğim şey; hikayenin ve karakterlerin tutarlı olamasıdır. Zaten bu sinemanın kurallarından da biri değil mi? Ama Breaking Bad bunu kırıyor ve değişimi mantıklı bir forma sokarak bize kendini sevdiriyor.

Kimya öğretmeni olan Walt, bir gün kanser olduğunu ve öleceğini öğrenir. Narkatikte çalışan kayınçosunun yaptığı baskınlardan birine gittiği sırada ise eski bir öğrencisinin polisten kaçtığını ve uyuturucu işinde olduğunu görür. Tam da o anda bir aydınlanmayla, tedavisi ve sonrasında tedavi işe yaramazsa ölümünde ailesine para bırakabilmek için meth(kimyasal bir uyuşturucu) pişirmeye karar verir. Tabi bunun sonuçlarıyla da uğraşmak zorunda.

Yalnız bu mülayim, ailesine bağlı, yarattığı formüllerin çalınmasına bile tepkisiz adam bu süreçte inanılmaz bir değişime giriyor. Gerek kanserden gerekse suç dünyasının doğasından değişimi sürekli olan Walt ve öğrencisi Jesse'nin acemice işleri bizleri güldürüyor, geriyor. Ama sürekleyici yapısıyla bir sonraki bölümü de merak ettiriyor. (Empire! beni işe al!)

Bu haftasounu evde kalıp dizinin ikinci sezonunu henüz bitirmiş biri olarak, amerikan aile, eğitim, adalet sistemlerini sert şekilde eleştiren ve Vianvari karakter ve hikaye değişikliklerini barındıran diziyi herkese tavsiye ederim.

Aşağıdaki video, bir adamın değişiminin en güzel örneği sanırım. Bir kapıdan çıkarsın, diğerinden girersin değil mi?


26 Mayıs 2009

Life On Mars

Crazy ve Controll geliyor aklıma David Bowie dinlerken.
Zachary'nin de Ian Curtis'in de idolüydü. Yıl 1970'lerdi ve o bir rock stardı.
Onu Hunger'da izlediğim zaman vampir olduğuna inanmıştım. Bu kadar soğukkanlı olmak bir insanın harcı değildi çünkü. Sonra The Man Who Fell to Earth var ki bu filmdir onun Life on Mars'ı yazacak deneyimlerin canlı sahibi olduğuna inanmamı sağlayan.

Life on Mars, David Bowie'yle yeni tanışmak için doğru şarkı olmayabilir, zira onu koşulsuz sevdirmek için benim de ilk tercihim Space Oddity olacaktır.


Life On Mars bir İngiliz dizisi. Kesinlikle bu diziyle birlikte ingilizlerin düzgün ve orjinal şeyler çekebildiğine inanmaya başladım. IT Crowd ve Coupling gibi komedilerden sonra, Life On Mars kesinlikle iyi bir polisiye dizi.

Sam bir gün bir suçluyu kovalarken bir araba kendisine çarpar. Yıl 2006'dır. Sam gözünü açtığında kestiremediği bir yerdedir. Kestiremediği sadece mekan kavramı değildir. Karşılaştığı ilk insan bir polistir, gördüğü araba eskidir ve yaşadığı zaman 1973'tür. Sam 33 yıl öncenin İngiltere'sinde kasap gibi polislik yapan bir karakola tayin olmuştur gözünü açtığında. Kendine gelmesi nasıl oluyorsa uzun sürmüyor. Anlamaya çalışıyor İngiliz soğukkanlılığıyla. İnsan haklarının beşiği ve her şeyin kurallara göre yapıldığı zamanından bir anda, Beyoğlundaki Hortum Süleyman gibi adamların olduğu bir karakolda ve dönemdedir. Bildiği kurallar, uyguladığı teknikler ve bir çok şey daha o yıllarda bilinmemektedir ve onları uygulamak davaları çözmesini kolaylaştırsa da karşısındakileri şaşkınlığını da arttırmaktadır. Kendisi de onların cello tarzına alışamamktadır. Kadınlara olan kaba tavırlar dizinin öncelikli komedi unsuru olması da ayrı tabi.

Sonuç olarak zamanda atlama söz konusu. Ama Lost gibi adamı yoran türden değil. Standart, bir kere olan bir şey. Ancak komadan uyanınca gerçek zamana dönülebilcek bir sıçrama bu.

Not : Dizi de kullanılan şarkılar için bile izlenebileceğini belirteyim. Sadece David Bowie değil pek çok türevi de mevcut dizide.
Not 2 : Şu ilk resimdeki adamın Mars haricinden biryerden olması ihtimali var mı?
Not 3 : "Guest Yazar" olarak bilinen bir arkadaşımın
şurda Bowie hakkındaki yazısını da okuyabilirsiniz.


21 Mart 2009

Bir Yıldız Daha Kaydı

Battlstar Galactica 4.sezon finaliyle ekranlara veda etti.
İyi ki de etti.
Tam 5 yıl oldu bu yeniden çevrim dizi başlayalı. 4.sezon bitti diyorum çünkü son sezonu ikiye böldüler. Şimdi hayatımda ilk defa bir yabancı diziyi bitirdim. Bir sürü dizi izledim ama ya sıkılıp bıraktığımdan ya da ya da hala devam ettiklerinden birini bile bitiremedim. Ta ki dün geceye kadar. Battlestar Galactica hiç de muhteşem olmayan bir sonla bitti. 

Şimdi bu tepki niye diyeceksiniz. Dizinin bitmesine sevinemme garip gelebilir. Herkes bitsin ister de ben kurtulduğuma sevindim. Onca senenin hatrına son iki yıldır izliyodum zira.

Neydi bu dizi. Robotlar(saylon) insanların yaşadığı Caprica'ya saldırıp yok ediyor ve haytta kalan 50.000 insan da SavaşYıldızı Galaktika önderliğinde bir filo ile uzayda savrulup, saylonlardan kaçıyor ve kendilerine yeni bir yuva arıyorlardı. 

Şimdi başından bu emele ulaşacaklarını biliyoruz. Çünkü başka ihtimal yok. Yani dizinin bir amacı var. Lost gibi falan değil. Onda sorular silsilesi nedeniyle nereye gideceği muamma. Ama BSG öyle değildi. Biz hep mutlu sonu bekleyip durduk. Dünyayı bulacaklarına. 

Sonra BSG gerçekten çok kötü bölümlere sahip. Var olmasa daha iyi olur dediğiniz, ne karekter incelemesi yaptığı ne de hikayeyi bir adım öteye götüren bölümler. Bu bölümlerin sayısı öyle arttı ki amaçtan da uzaklaşmaya başladık. Hele bir "Blacmarket" bölümü var ki, akıllara zarar.

Bir başka neden sevmemek için. Ya bir dizide bu kadar mı tutarsız insan olur. Tamam yaşamları alt üst olmuş uzaydalar falan da, insanın bir inancı görüşü vardır. Bunlarda o yok işte arkadaş. Her na her karar alınabiliyor. Bir bölüm ufacık şeyden birini havaboşluğuna salerken diğer bölüm 10 kişi öldüren affediliyor. Bu Amiral Adama'da böyle Başkan Roslin'de de, Starbucks'da da. Bir yerden sonra karekterlerden uzaklaşıyorsunuz haliyle. Bu da diziye yansıyor. Bir saylonlarla dostlar bir değiller. Bir askeri yönetim olmalı diyorlar, bir olmaz demokrasi var. Ambele olduk lan valla.

Bazı bölümlerin yönetmenleri gerçekten anlamsız teknik işler yapıyor. Bu her bölüm ayrı incelenmesi gerektiği için detaylandırmıyorum. Ama genel bir standart da yok değil.

Bir de kimse değinmiş mi bilmiyorum. Ben mi anlamadım onu da bilmiyorum. Bu Baltar ile Starbucks'ın saylon olma ihtimallerinin yüksek olduğunu şeyler gördük. Ama öyleler mi bilmiyoruz. Yani değiller sanırım çünkü tüm saylon modelleri ortaya çıktı. Ama Starbucks kendi cesedini buldu, ya da bir anda ortadan kayboldu. Baltar'ın kurtuluşu muamma ve son bölümdeki hayali görüntüleri. Neyse ne. Boşveriyorum.

Peki iyi yanı yok mu: dediğim gibi bitmiş olması en iyi yanı.
Dünyayı bulmaları iyi ki bunu günümüze bağlamaları hoşuma gitti.
Bu sayede tekrar robotları hortlatarak başımıza iş aldığımız ve günümüz toplumunun yozlaşmasına değinildi hafiften. 
Bir de dizinin bitmesi çok güzeldi. 
Bir de dizinin bimesi çok güzeldi.
Satır sonu.

 


  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP