10/10 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
10/10 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Ekim 2012

House MD

Bitti.

Şaka gibi ama 8 sezondur izliyorum ve bittiğine üzülüyorum gerçekten.




Herkes yalan söyler, lupus, tb, ct, etik vb. pekçok şeyi kafamıza kazıdı House Md.
Nevişahsına münhazır doktor Gregory House hayatına son vererek diziyi bitirdi. Sonuçta doktorluk onun hayatıydı.

3.sezonunda yakalamıştım bu diziyi ve sonra askerdeyken bile izledim hiç ara vermeden. Bu dizi sayeseinde doktorluğu öğrendiğimi sandım, zeki olmayı çok istediğimi farkettim (aptal olduğumu farkettiğime göre çok da aptal olmamalıyım bence) bir kaç dil bilmek istedim ve dizi bitince hiç birini yapmayacağımı idrak ettim.

Şu sıkıcı hayatı renklendiren başka bir şeyler bulmak lazım artık.

Not: Hayatımda gördüğüm en iyi dizi bölümü "House' Head Wilson's Heart" bölümüydü. Uzun süre de öyle kalacak gibi.



Hatırlamakta yarar var : http://kirmizidomuz.blogspot.com/2011/03/house-md.html

16 Mart 2011

House Md

20 Ocak 2011

I'm Here

Geç kalmış yayın

link burada. site güzel. linkten izleyin derim.
Ötekileştirme mi? Ne alakası var!








17 Ocak 2011

Behzat Ç.

Sırıtma la !!



Sırıtyorsun değil mi bu cümleyi okurken. Bu ilk cümleye sırıtanlar bu diziyi izledi demektir çünkü. Sadece bu girişe bile sırıtıyorsanız diziyi seviyorsunuz demektir haberiniz olsun. Sırıtmayanlar ise diziyi bilmiyorlar demektir. Diziyi bilmeden sevmek zaten mümkün olamaz.





Öncelikle Behzat Ç.'nin uyarlandığı Her Temas İz Bırakır ve Son Hafriyat kitaplarının tanıtımına Radikal Kitaptan bakalım : "Kızılay, Sakarya Caddesi, Ssk İşhanı, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Atakule, öğrenci evleri, emniyet, cinayet masası. Ankara'da, hayata kendine ait bir adalet anlayışı çerçevesinden bakan, "yeni müktesebatla" uyum sorunları yaşayan, lambur lumbur, "dişli" komiser Behzat Ç.'nin dünyaya bakışını sorgulatan bir cinayet işlenir... öğrenci alemine, başka alemlere, ama asıl polis alemine dikiz atan, bol entrika vaat eden soluk soluğa okunacak bir polisiye." Dizi kitapla birebir alakalı, ilintili.



Behzat Ç. kitaplardan aldığı güçle Türk televizyonlarında bir polisye dizi olarak fenomen olma yolunda hızlı adımlar atıyor. Behzat Ç. pek çok açıdan Türk dizisi normlarına uymuyor. Türk polisiyelerinin (Arka Sokaklar, Kanıt) İstanbul’dan çıktığı düşünülünce Behzat Ç. farkını, Ankara’da geçiyor olmasıyla yansıtıyor.



Şehrin Ankara olması ne fark eder ki? Nasıl olsa İstanbul’dan ekip kalkıp gidiyor diyebilirsiniz. Aslında ekibin veya oyuncunun transferi değil mesele. Farkı yaratan; Emrah Serbes'in kitaplarındaki başrol oyuncularının dizide de aynı olması. Emrah Serbes yaşadığı şehri iyi biliyor ve bu yüzden de derdi hikayeyle beraber Ankara’nın ruhunu yansıtmak. Zaten karakterleri anlatırken onlara yapıştırdığı ilk yaftası Ankaralı oluşları. Dizide Behzat'tan sonraki başrol oyuncusu oluyor Ankara. Asla unutmuyoruz hangi şehirde olduğumuzu. Diğer fark yaratan olgu ise herşeyin gerçek(çi) olması. Öyle ki, tek bir bölüm yetiyor içine girmek için. Behzat Ç ve ekibi cinayetleri hiç de CSI: New York gibi çözmüyor. Sorgu, dayak, küfürle hallediyorlar işlerini. Bunları yapanları da kahramanlaştırmıyor (antikahramanlaştırıyor desek daha doğru olacak) ama sempatimizi kazanıyor. Hem de bu soyadını bilmediğimiz bir karaktere duyulan sempati.



Ankarayı iyi kötü biliyoruz da Behzat Ç nasıl bir adam?



Behzat Ç. işini iyi yapan ama sosyal hayatla ilgili sıkıntıları olan bir adam. Sorunları olmuş, oluyor ve olacak gibi duruyor. Kızıyla alakalı ağır travmaları olan biri. Müzik dinlemeyen, kitap okumayan, herhangi bir siyasi görüşü olmayan ama yukarılarda kendisinin ilgilenmediği dostları olan biri. Televizyonda sadece aslan belgeseli izleyen, sigara ve alkol tüketen. Pavyona giden. Herkese rağmen Gençlerbirlini tutan. Ama hepsinden önemlisi "Ciddi" bir adam. En başta diziyi izlerken sırıtıyoruz demiştik oysa. Bukowski şöyle demiş zamanında: “Turgenyev çok ciddi bir yazardı ama beni güldürüyordu, çünkü bir gerçekle ilk karşılaşma, gülme duygusu uyandırıyor insanda. Başka birinin gerçeği sizin de gerçeğinizse ve o bunu sizin için dillendiriyorsa müthiştir."



Saçmasapan konuşma be!



Behzat Ç. Türkiyede çok örneği olmayan bir yol seçiyor kendisine. Her bölümde başka olay (cinayet) olmasına rağmen karakterlerini anlatıyor ve biz de cinayetlerden ziyade bu adamların hayatlarını izliyoruz. Cinayetler sadece bir ortam yaratıyor. House Md'ye benziyor bu yönüyle. Zaten dizi ona göndermesini de beyaz tahta üzerine davanın şablonunu oluşturacak isimler yazarak yapıyor. Başka esere gönderme yapılması Türk dizilerinde sık rastlamadığımız bir şey. Sırıtmamıza sebep olan detaylardan biri. Karakterler demiştik; Behzat'ın ekibindeki bazı karakterlerin havada kalacağı belli. Belki senaryo aşamasında zenginleştirilirler. Ama Harun, Akbaba ve Hayalet acımasızca geçmişlerine kadar didikleniyor. Hayatları tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor. Sempatik olsalar da cahillik sınırlarında gezinmeleri, dandun hayat tarzları, iyi yanları kadar aileleri, karanlık yanları da ortaya çıkıyor. Bu kötü yan genelde uyguladıkları ve beis görmedikleri şiddetle alakalı oluyor.



Ingebor Bachman: “faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar, iki insan arasındaki ilişkide başlar..." demişti. Behzat Ç. öncelikle insan odaklı bakıyor herşeye. İnsanın tutumumlarıyla değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Bu nedenl karşılaştığı en büyük eleştiriler; uyguladığı kişisel sert yöntemlerle (dayak, şiddet, mahkeme kararı olmadan yaptığı uygulamalar) yaptıklarının polise yüklenmemesi ve diğer polislerin de bir süre sonra onun gibi sert olacağı. Ama dizi bunun böyle olmadığını her geçen bölümde gösteriyor. Hele ki 10. bölümünde tavan yaparak sırf kendi adamlarını yerleştirmek için bir insanı öldüren emniyet teşkilatının içindeki yozlaşmayı göstererek tokatını atıyor. Kendi faşizmini(kişisel olanı) maruz görürken adil olmayan ötekine cevabı oldukça sert oluyor.



Not: "Ana karakterin ismi Ece Ayhan'a dolaylı bir saygı duruşudur... Ece Ayhan'ın babasının ismi Behzat Çağlar'dır" buyurmuş Murat Uyurkulak.



Not 2 : 15.Bölümde “Ahmet Kaya’nın da masum olduğu 10 yıl sonra ispatlandı. Medya böyledir” minvalindeki Şule cümlesi basına sert bir tokattır belki ama en önemlisi Ahmet Kaya’ya bir saygı duruşudur.



Not 3: Yazı geçiktikçe eklemeler geliyor. Son bölümde Hrant Dink cinayetine, sürecine, kişilere ağır giydirdi. Bir daha düşünün bu dizi polisi sempatikleştiriyor diyenler. İyi düşünün.



29 Aralık 2010

Vicdani Redd

14 Aralık 2010

Kader

bu kapı ahiret kapısı. burası sırat köprüsü.


26 Ağustos 2010

The Maltese Falcon


Dostum ben bu filmi çok seviyorum.


3. kere izledim dün. Bir 3 kere daha izlenir kanımca. Humprey Bogart'a olan hayranlığım artıyor onu her beyaz perdede gördüğümde. Boş oyuncu değil. Çılgın atıyor yeminlen.

Malta Şahini Film Noir denilen şeyin babası kabul eidliyor. Benim göüzmde bir şaheser. Karanlık atmosferi, karanlık karakterleriyle insanı büyülüyor. Bunu yaparken inanılmaz zarif bir mizah anlayışıyla süslüyor kendini. Eğlenirken sonun merak ettiğiniz ve çözümlenmesi şaşırtan bir polisiye izliyorsunuz. Femme fatale'in ne menem şey olduğunu görüyor ama ağlamalara yalanlara kanmayan Samuel Spade'e de hayran kalıyorsunuz.

Sinema tarihine yön vermiş bir film ve büyük usta John Houston'u analım burdan. Ben Houston'u Chinatown'da oynadıktan sonra büyük ilan ettim. Bu iki film arasındaki bağı görmeyeni sopayla dövüyorlar haberiniz olsun.

10/10

05 Ağustos 2010

Inception

sana büyük bir sır söyleyeceğim

korkuyorum senden
korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri
el kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan
korkuyorum senden.

sana büyük bir sır söyleyeceğim
kapat kapıları
ölmek daha kolaydır sevmekten
bundandır işte benim yaşamaya katlanmam...*



neyse bir hafta içinde yazılmayan kalmadı film hakkında.
tabi özel bir şey okuyabilmek için nolan külliyatını bilmek, esinlendiği şeyleri anlamak ve basit düşünebilmek gerekiyor. İşte burada basitlik devreye giriyor ve herkese ulaşması filmin mümkün oluyor.

Bu filmi başyapıt yapan ilk şey basitliğidir. Hem de bu kadar karışıkken ve zaman gibi rüya gibi tek başına bile anlatılması sinemada neredeyse mümkün olmayan şeyleri derin duygusal bir yoğunlukla birleştirirken basitliğini koruyabilmesidir. Hepimiz anlıyoruz filmi. Bu neydi, şurda nedemek istedi demiyoruz. Algı düzeyimizde kalıyor genel çerçevesi. Deux ex machina'lara ihtiyaç duymuyor. Ama rahat da durmuyor kurguyla oynuyor ki bu da onun imzası zaten.

Basit tutuyor. Referans alıdığı filmleri bilmeyen biri filme aynı şekilde yaklaşıp aynı tepkiyi veriyor. Verebiliyor. Nolan kendi üst zekasının perdesinden seslenmiyor izleyiciye. Onlarla kendini aynı yerde tutabiliyor. Burada kendisi düşüyor da demiyorum. Seyircinin de daha zeki olmasını sağlıyor. Çünkü seyirciyi besliyor. Anlayacağı ortamı yaratınca seyirci de aptal gibi bakmıyor, bakamıyor.

Nolan şimdiden usta sıfatını hak ediyor. Zira yaptığı herşey büyük ve olgun.
İnception da şüphesiz iyi oluyor bu adam sayesinde. Kimin elinde olsa bu proje senaryo böyle olmazdı hem de.

10/10

*Aragon

26 Mayıs 2010

Masumiyet

Orrrosspuuu! Oroossssspuu! Orrrroossspuuuuuuuu!



02 Mayıs 2010

"Stranger" Ep

Stranger by Emre Karaçor



Emre Karaçor yeni Ep'sini yayınlyacak ve ilk olarak burada sizlerle buluşuyor.
devin townsend'in sözlerininin üzerine bestelediği Stranger'in ilk kayıtlarına ulaştık. İsteyenburadan indirsin. İsteyen hemen tıklayıp dinlesin.


Sağol Emre. Eline sağlık.


16 Nisan 2010

Tol Lan!!!

devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi


tol nedir?

ev?
nefret?
deli?
şiir?
ahmet?
intikam?
diyarbakır?
aşk?
kitap?
intikam?
yol?
ismail?
izmir?
ölüm?
şarap?
devrim?

tol nedir?




çözüldün ve utancından ölecek haldesin. adın, ancak dünyanın yarısı havaya uçarsa temizlenir diye düşünüyorsun. zaten durmadan bunu planlıyorsun. birbirinden nafile intikam planlarıyla oyalanıyorsan. kafana kurşunu sıkana kadar da bundan başka bir şey yapacağın yok. geçen sene aldığın o allahlık kırıkkale tutukluk yapmazsa tabii."

11 Nisan 2010

High Fidelity

"what came first, the music or the misery? people worry about kids playing with guns or watching violent videos afraid that some sort of culture of violence will take them over. nobody worries about kids listening to thousands, literally thousands, of songs about heartbreak, rejection, pain, misery, and loss. did i listen to pop music because i was miserable? or was i miserable because i listened to pop music?"


Rob Gordon sinemanın gördüğü en gerçek karakterlerden olmakla beraber en doğal erkeği. Gerçek erkek tanımını yapar da zaten : "bencil, dürüst, duygusal". Ve buna ekler "Dünyanın zeki adamı değilim. Ama en aptalı da değilim."

16. kere izledim daha dün. En iyi beş listemde çok önceden yeri hazır zaten. Nick Hornby'nin aynı adlı kitabından uyarlanan bu Stephan Frears filmi hayatım boyunca en çok izlenen film olma özelliğini zannetmiyorum ki kaybetsin.


Customer: Do you have Soul?
Rob : That all depends.


27 Ekim 2009

District 9

Günümüzün Blade Runner'i var karsimizda.


Hiç birsey okumadim bu filmle ilgili. Sadece çok sevdigim ve görüslerine inandigim iki arkadasim "iyi film" dediler. Onlar da onay verince izleyiyim dedim. Ama sanki "kuru kuru" söylenmis "iyi"lerdi bunlar. Çünkü -abartiyor olablirim- bu film modern zamanin klasiklerinden biri olmaya adaydir.

District 9 pekçok açidan türünün en iyileri arasina girecek bir film. Öncelikle türler üstü ve karisimi bir film olarak ustalarin yapitlarina oldukça yakin. Belgesel teknigiyle yapilan giris o kadar gerçekçi ki 5-10 dakika geçince yasanmis bir olayin konu alindigi birseyler izliyormus gibi hissetmemek nerdeyse imkansiz. Bu gerçekçilik hissi tabi ki filmin etkileme derecesini oldukça arttirmakta. Diger türler ise bilimkurgu, gerilim, aksiyon, drama, kurmaca, belgesel hatta yer yer komedi denebilir.


Filmde ana akimdan farkli oldugunu ilk dakikada hissettiren sey ise, uzaylilarin mekiginin New York ya da Londra'ya degil de Johannesburgh'a inmesidir. Bu bile bir isaret aslinda. Tabi burada Nijeryalı göçmenlerin yaratıklarla beraber hayvan gibi yaşamasına çekilen dikkat de önemli.

Filmin konusuna gelecek olursak, Vikus kayinpederinin torpiliyle mi degil mi belli olmasa da MNU'da terfi almistir. Dünyaya uzay mekigiyle gelen, ilk 3 ay boyunca hareket görülmeyince içeri giren askerlerin açliktan biçare uzayli yaratiklarla karsilasip, insanlarin onlara bir göçmen kampi kurmasina maruz kalan ve Vikus bu sayilari hergün artan uzaylilari yeni "ultra modern kamplarina" tasimak için görevlendirilir. Bu ugurda ise tek tek kampi gezip onlari ikna etmelidir. Evet onlarla "nerdeyse" kardesçe yasaniyor ve iletisim kurulabilmektedir. (kardesçe abartilmistir)


Vianvari bir yapi filmin heryerine isliyor. Ne çok seviyorum Vian'i ve ondan beslenen seyleri. Nasil Vikus bir kimyasal sebebiyle yaratiga dönüsmeye basliyorsa (bkz : Elephant Man) kamera, hikaye ve film de evrim geçiriyor. Uzayliya bakis, insanlarin uzaylilar üzerindeki asil amaçlari degisiyor (MNU, uzayli teknolojisini çözerek para kazanmak isteyen bir silah üreticisidir). Yani sevilmeyen, dis görüntüsü rahatsiz edici ve insanlari "öldüren" yaratiklar bir kenara atilip kaderlerine terk ediliyor ve sadece öldürülmedikleri için insanogluna itaat etmeleri bekleniyor. Çünkü onlara saglanan bir lütuf. "Yasamana izin verdim, köpek gibi de yasasan da bana sükredeceksin" deniyor. Zaten filmin kirilma noktasi bu. Filmin ilerleyen dakikalarinda kimin yaratik gibi kimin insancil davrandigi bir anda degisiveriyor. Para ve kan hirsi insani degisime ugratiyor. Gerçek degisimi yasayan Vikus ise normale dönemk için sarf ettigi çabayla en insancil içgüdüyle "hayatta kalma"ya çalisiyor. Burada filmin nerdeyse aksiyona dönene yapisi da hiç rahatsiz edici degil. Dedim ya hayatta kalmak için savasmak lazim sonuçta.

Yukarda saydigim bu nedendir filmin derin okumalara açik oldugunu düsünme sebebim. Günümüz dünyasi ve türkiyesine dair okumalara.


Yazinin basindaki Blade Runner ibaresi niye mi var? Deckard androidlerin pesine gönderilmis ve asil kimlikleri kendilerinden bile saklanan bu androidleri öldürmekle görevlendirilmisti. Bunu bir yere kadar da yapmisti. Ama ne zaman ki onlarin gerçekten suçlu olmadigini düsündü, o zaman yardim etmeye basladi. Belki kendini kurtariyordu belki o da bir androiddi (ya da dönüsüm geçiriyordu). Ama kendi yasami için mücadele eden bu azinliga bir yerde hak vermis, onlardan farki olmadigini fark etmisti. Onlardan birine asik bile olmustu. Vikus'un degisimi ve içindeki dünya bundan farkli degil.


Tek bu degil tabi ki Blade Runner'a benzeyen bölüm. Nasil ki Blade Runner'da filmin sonunda her yakaldigi (fark ettigi) androidin arkasindan bir "origami" birakan dedektif vardi, ki bu bize Deckard'in da android oldugunu hissettirdi, District 9'da aynisi vardi. Origami de, pesine veren insanliktan uzak soguk katil albay vardi.(Dikkat spoiler : Filmin sonunu söyledim)


Ve bu film Blade Runner gibi yillar sonra degeri anlasilacak bir film olmayacaktir ve olmamalidir da. 10/10Bu 10 uzun zamandir en çok sevdigim filmlerden oldugu için verilmis olabilir. 15-20 gün film izleyemedikten sonra izlenen ilk film olmasinin da etkisi var olabilir. Bu durumda da düsse bile notu 9/10 olur. Iyi seyirler.

Not: Değinmeden edilmez. Filmin müzikleri de gayet yerinde ve başarılı. Evet bu filmi çok sevdim. Herşeyiyle.

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP