televizyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
televizyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

06 Ağustos 2012

Black Mirror

Modern çağın televizyon şaheseri.



Black Mirror 3 bölümden oluşan bir tv serisi. Ancak her bölüm tamamen bağımsız ve diğerleriyle alakasız. Alakasız dedimse ana tema üzerinden aynı olmakla farklı hikayeler anlatmakta.

Birinci seri de ingilterede sevilen bir kız kaçırılır ve kaçıran kiçi bir tehdit postasıyla "kızı öldürmemesinin tek şartını" açıklıyor. Başbakan canlı yayında bir domuzla sevişmezse kızı kimse bir daha göremeyecektir.

İkinci de ise çalışıp (koşu bandında) elektrik üreten genç erkeğimiz zorunluluklar dünyasında (tv izlemek istemezsen ceza puanı yersin. yemekler puanla, koşup kazandığın puanlar zorunlu kaldığın şeylerle gider). Adamımız bir kızdan hoşlanır puanlarını ona verir. Kız o puanlarla sahneye çıkabilecek ve ünlü olup kurtulabilecektir bu hayattan.  Bişeyler olur (spoiler olmasın çok) sonra kendine kastırır bu kez de puan toplamak için ve sahneye çıkar. Kendini öldürecektir canlı yayında ve öncesinde sistemi eleştiren sert bir konuşma yapar. Tam öldürecekken şovun sunucusu (akın ılıcalı gibi birşey) sana önerim var der ve adamı her hafta televizyonda aynı formatta bir şov programına çevirir. Adamımız artık sistemi eleştirdiğini söyleyip duran bir şov insanı olarak rahata ulaşmıştır.

Pek güzel bir bölümdür.

Üçüncü de ise insanlara takılan bir çiple gördükleri herşeyi kayıt edebiliyor ve sonradan tekrar izleyebiliyorlar. Bu durumun o an kaçırılan detaylara dönüşü sağlaması ve bunun insan hayatında yarattığı etkileri işliyor.

Yani bu üç film de oldukça başarılı ve ilgi çekici konulara değinerek televizyon dünyasını yerin dibine sokan bir televizyon serisi olarak ironileri içinde barındırıyor.

Mutlaka izleyin.

17 Ocak 2011

Behzat Ç.

Sırıtma la !!



Sırıtyorsun değil mi bu cümleyi okurken. Bu ilk cümleye sırıtanlar bu diziyi izledi demektir çünkü. Sadece bu girişe bile sırıtıyorsanız diziyi seviyorsunuz demektir haberiniz olsun. Sırıtmayanlar ise diziyi bilmiyorlar demektir. Diziyi bilmeden sevmek zaten mümkün olamaz.





Öncelikle Behzat Ç.'nin uyarlandığı Her Temas İz Bırakır ve Son Hafriyat kitaplarının tanıtımına Radikal Kitaptan bakalım : "Kızılay, Sakarya Caddesi, Ssk İşhanı, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Atakule, öğrenci evleri, emniyet, cinayet masası. Ankara'da, hayata kendine ait bir adalet anlayışı çerçevesinden bakan, "yeni müktesebatla" uyum sorunları yaşayan, lambur lumbur, "dişli" komiser Behzat Ç.'nin dünyaya bakışını sorgulatan bir cinayet işlenir... öğrenci alemine, başka alemlere, ama asıl polis alemine dikiz atan, bol entrika vaat eden soluk soluğa okunacak bir polisiye." Dizi kitapla birebir alakalı, ilintili.



Behzat Ç. kitaplardan aldığı güçle Türk televizyonlarında bir polisye dizi olarak fenomen olma yolunda hızlı adımlar atıyor. Behzat Ç. pek çok açıdan Türk dizisi normlarına uymuyor. Türk polisiyelerinin (Arka Sokaklar, Kanıt) İstanbul’dan çıktığı düşünülünce Behzat Ç. farkını, Ankara’da geçiyor olmasıyla yansıtıyor.



Şehrin Ankara olması ne fark eder ki? Nasıl olsa İstanbul’dan ekip kalkıp gidiyor diyebilirsiniz. Aslında ekibin veya oyuncunun transferi değil mesele. Farkı yaratan; Emrah Serbes'in kitaplarındaki başrol oyuncularının dizide de aynı olması. Emrah Serbes yaşadığı şehri iyi biliyor ve bu yüzden de derdi hikayeyle beraber Ankara’nın ruhunu yansıtmak. Zaten karakterleri anlatırken onlara yapıştırdığı ilk yaftası Ankaralı oluşları. Dizide Behzat'tan sonraki başrol oyuncusu oluyor Ankara. Asla unutmuyoruz hangi şehirde olduğumuzu. Diğer fark yaratan olgu ise herşeyin gerçek(çi) olması. Öyle ki, tek bir bölüm yetiyor içine girmek için. Behzat Ç ve ekibi cinayetleri hiç de CSI: New York gibi çözmüyor. Sorgu, dayak, küfürle hallediyorlar işlerini. Bunları yapanları da kahramanlaştırmıyor (antikahramanlaştırıyor desek daha doğru olacak) ama sempatimizi kazanıyor. Hem de bu soyadını bilmediğimiz bir karaktere duyulan sempati.



Ankarayı iyi kötü biliyoruz da Behzat Ç nasıl bir adam?



Behzat Ç. işini iyi yapan ama sosyal hayatla ilgili sıkıntıları olan bir adam. Sorunları olmuş, oluyor ve olacak gibi duruyor. Kızıyla alakalı ağır travmaları olan biri. Müzik dinlemeyen, kitap okumayan, herhangi bir siyasi görüşü olmayan ama yukarılarda kendisinin ilgilenmediği dostları olan biri. Televizyonda sadece aslan belgeseli izleyen, sigara ve alkol tüketen. Pavyona giden. Herkese rağmen Gençlerbirlini tutan. Ama hepsinden önemlisi "Ciddi" bir adam. En başta diziyi izlerken sırıtıyoruz demiştik oysa. Bukowski şöyle demiş zamanında: “Turgenyev çok ciddi bir yazardı ama beni güldürüyordu, çünkü bir gerçekle ilk karşılaşma, gülme duygusu uyandırıyor insanda. Başka birinin gerçeği sizin de gerçeğinizse ve o bunu sizin için dillendiriyorsa müthiştir."



Saçmasapan konuşma be!



Behzat Ç. Türkiyede çok örneği olmayan bir yol seçiyor kendisine. Her bölümde başka olay (cinayet) olmasına rağmen karakterlerini anlatıyor ve biz de cinayetlerden ziyade bu adamların hayatlarını izliyoruz. Cinayetler sadece bir ortam yaratıyor. House Md'ye benziyor bu yönüyle. Zaten dizi ona göndermesini de beyaz tahta üzerine davanın şablonunu oluşturacak isimler yazarak yapıyor. Başka esere gönderme yapılması Türk dizilerinde sık rastlamadığımız bir şey. Sırıtmamıza sebep olan detaylardan biri. Karakterler demiştik; Behzat'ın ekibindeki bazı karakterlerin havada kalacağı belli. Belki senaryo aşamasında zenginleştirilirler. Ama Harun, Akbaba ve Hayalet acımasızca geçmişlerine kadar didikleniyor. Hayatları tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor. Sempatik olsalar da cahillik sınırlarında gezinmeleri, dandun hayat tarzları, iyi yanları kadar aileleri, karanlık yanları da ortaya çıkıyor. Bu kötü yan genelde uyguladıkları ve beis görmedikleri şiddetle alakalı oluyor.



Ingebor Bachman: “faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar, iki insan arasındaki ilişkide başlar..." demişti. Behzat Ç. öncelikle insan odaklı bakıyor herşeye. İnsanın tutumumlarıyla değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Bu nedenl karşılaştığı en büyük eleştiriler; uyguladığı kişisel sert yöntemlerle (dayak, şiddet, mahkeme kararı olmadan yaptığı uygulamalar) yaptıklarının polise yüklenmemesi ve diğer polislerin de bir süre sonra onun gibi sert olacağı. Ama dizi bunun böyle olmadığını her geçen bölümde gösteriyor. Hele ki 10. bölümünde tavan yaparak sırf kendi adamlarını yerleştirmek için bir insanı öldüren emniyet teşkilatının içindeki yozlaşmayı göstererek tokatını atıyor. Kendi faşizmini(kişisel olanı) maruz görürken adil olmayan ötekine cevabı oldukça sert oluyor.



Not: "Ana karakterin ismi Ece Ayhan'a dolaylı bir saygı duruşudur... Ece Ayhan'ın babasının ismi Behzat Çağlar'dır" buyurmuş Murat Uyurkulak.



Not 2 : 15.Bölümde “Ahmet Kaya’nın da masum olduğu 10 yıl sonra ispatlandı. Medya böyledir” minvalindeki Şule cümlesi basına sert bir tokattır belki ama en önemlisi Ahmet Kaya’ya bir saygı duruşudur.



Not 3: Yazı geçiktikçe eklemeler geliyor. Son bölümde Hrant Dink cinayetine, sürecine, kişilere ağır giydirdi. Bir daha düşünün bu dizi polisi sempatikleştiriyor diyenler. İyi düşünün.



27 Mayıs 2010

The End

this is the end, beautiful friend
this is the end, my only friend, the end
of our elaborate plans, the end
of everything that stands, the end
no safety or surprise, the end
i'll never look into your eyes...again


Sen hiç House izledin mi? Hatta Entourage bile olur. Sezon finalleri nasıl biliyor musun iyi denilen dizilerin? Öylesine güçlüdür ki sezon finalleri apışır kalırsın. Afallar, sert bir film izlemiş gibi bir süre bakarsın ekrana. "Oha lan" dersin. Ana hikayenin devamlılığıyla birlikte ara bağımsız (gibi görünen) hikayeler de barındıran bu dizilerde her ikisine de hizmet eden sezon finallerinin gücü inanılmazdır. Bu bölümler hem olay örgüsünü hem de karakterleri temelli sarsılmasına denk gelir. Seyirciyi nasıl etkileyeceğini tahmin et.

Tamam geçiyorum onları. Bazen sözlükte bolca eğlence içerikli yazılarını okuduğun (ki haftanın en iyisine girdiğine göre seveni çok) bazen de oturup izlediğin Aşk-ı Memnu'ya ne demeli? Gördün mü sen o dizinin final fragmanını? Dizinin son 2-3 haftada nasıl ivmelendiğini fark ettin mi? Hem de hikayesi bilinen, klişelerle dolu bir Türk dizisinin bile etkileyici bir son yaratmaya çalıştığını.

Ama sen gel dünya televizyon tarihini değiştiren bir dizi çek, sonra çekilen diziler senden esinlensin, olay ve karakter yapısını sana benzetsin, televizyondan yayınlanan bir eserle ürünlerini pazarla ve hatrı sayılı gelirler elde et, televizyon prodüksiyonlarını büyüt sonra gel böyle final çek. Son bölümden sürprizler beklemek hataymış. Yok ya? Büyük resmi görmüyormuşum! Arkadaşım ben finalden bahsediyorum. Finalin ne olursa olsun zayıflığından. Sen hangi büyük resimden bahsediyorsun.


Gidip şaheser sayılacak güzellikte bir resmin puzzle'ını aldığını düşün. Duvarına asacaksın bitince. Bilmiyor musun ki puzzle bin parçadan oluşuyor ve sen büyük resim anlaşılacak şekilde 950 tane parçayı yerleştiriyorsun, hatta çerçeven de tam. Ama 50 tanesi kayıp. Bitince duvara da asıyorsun yine de. Ama nasıl çirkin duruyor değil mi o puzzle 50 tanecik parça eksik diye. Duvarında güzel durmayan muhteşem bir puzzle var elinde. Hayırlı olsun. Büyük resimin belli olduğu aşikar tabi.

Demiyorum her sorunun (yaklaşık milyon taneler) cevabını versinler, bunu da finalde yapsınlar. Final kötü diye dizi kötü de demiyorum. 6 yıl (evet ilk sezondan beri izliyorum) heyecanla izledik. O yüzden heba oldu falan demiyorum. Mehmet Açar bir röportajında : "Dizinin en önemli yanı, insanları ortak bir noktada birleştirmiş olması. Bir araya gelindiğinde konuşulan paylaşılan bir noktada Lost". Sırf bu yüzden bile önemli zaten. Kitleleri keyifle peşinde sürüklemek kolay şey değil.


Ama şimdi okuyorum sağda solda; senaristler, yapımcılar havada kalan şeyler hakkında açıklamalar yapmış cevaplar vermişler. Arkadaşım ben onu dinlemek görmek bilmek zorunda mıyım? Deus ex machina mı var? Niye? 115 bölüm yetmedi mi ki? Southland Tales mi ki bu? Sinirli değilim. Üzgün de değilim.Dizi en nihayetinde. Bekelenen bir final aslında bu sezon sonrasında. Ama ben şimdi pişmanım. Battlestar Galactica'ya laf ettiğim için. Ulan adamlar tutarlı bir şekilde gittiler ve müthiş bir finalle herşeyi bağladılar. Eğlenceli, meraklı, hüzünlü ve bunların hepsinin aşırı olduğu bir final çektiler.

Neden mi takıldım finale?
İyi hatırlanmak için iyi bitirmek önemli maalesef!

22 Aralık 2009

lie to me

Everbody lies

Bir blog gezerken tanıştım Lie to Me ile. Amerikada geçen sene başında yayınlanmaya başlamış ve tuttuğu için ikinci sezonu da çekilen bir dizi.


Uzun zamandır House Md. dışında birşeyler izlemediğim için (californication yarım kaldı, HIMYM ise düzenli takip edilmiyor artık tarafımca) merakla başladım diziye. Aslında merakımı da boşa çıkarmadı. İnsanların yalan söylediğini tespit edebilen Dr.Lightman polisin, şirketlerin ihtiyaç duyan herkesin ve kurumun yerine gözlemler (bazen sorgu gibi) yaparak kişilerin yalan söyleyip söylemediklerini buluyor. Ekibi de bu hususta ona her halde yardım ediyor ve suçlular yakalnıyor, her daim.

Ekibinde gerçek bir profesyonel (kendi hayatındaki yalanları görmezden gelen) Dr.Gilian Foster, doğal yeteneği sayesinde eğitim almadığı halde suçu ve yalanı hemen anlayan bir polis memuresiyken işe alınan Ria Torres ve aklına gelen herşeyi direkt söyleyen ve hiç yalan söylemeyen bilgisayar uzmanı eğitimli Eli Loker .


Dizinin 2-3 bölüm güzel olan yalan bulma taktikleri ve dizi sırasında yalan söyleyenin aynı mimikve tepkileri veren ünlü kişilerin görüntüsünü ard arda göstermesi gerçekten orjinal, komik ve ilgi çekici.

Ama sonra herşey (birden bire) sıradanlaşmaya başlıyor. Bölümler birbirine benzemeye başlıyor. Dizi başka dizilere benzemeye başlıyor. Mesela aşırı zeki, umursamaz ama doğruyu bulmak yolunda takıntılı -bu uğurda arkadaşlıklarını hiçe sayabilen- doktorumuzun kırışık gömlekleri uykusuz geceleri bir kaç dil bilmesi yakınında kimsenin olmaması ve bir olaydaki (vaka) yalanı(hastalığı) bulmak ve onun nedenlerini bulmak (tedavi) için yaptıkları fazlasıyla tanıdık. Bu bölümü şüphesiz ki House Md ve Gregory House' çok benziyor. İlk başta başka sorunlar ve kişiler var gibi düşünüp bir anlık bir mimik jest ile doğru kararı buluyor Dr. Lightman. Ben bunu da House'un da sonra, birden çözümü bulmasını Viky'nin burnunu kaşıyıp sorunu halletmesine benzetiyorum.Bu benzerlik kötü değil ama yalanlar üzerine bu kadar konuşan bir adama benzer bir yalanlar dizisi yapmak garipmiş.


İkinci dizi benzerliği ise CSI ve benzeri polis dizilerine. Ekip her bölümde olmasa da ikiye ayrılıp iki ayrı olayı inceliyor. Her iki ekip de bunlarda başarılı ilerliyor. Sorunu çözdüklerinde ise suçlu (yalanı söyleyen) bir anda çözülüp neyi niye yaptığını itiraf ediveriyor.
Bu iki sevilen dizinin toplamı değil ortalaması bile edemiyor Lie to me. Zira puanlayacak olursak :


House =10
CSI= 7
Lie to Me < (10+7)/2

Not: Ayrıca ben her şekil bu adama yalan söylerim. Pis yaparım bu işi. Kralı gelse anlamaz.

14 Şubat 2009

Televizyonda Sinema 1

TV8 gerçekten son dönemde en eli yüzü düzgün filim gösteren kanal. Gerçekten Tutunamayanlar, Yeniden Sev Beni, bolca Kim Ki-Duk gösteriyorlar. Cnbc-e'nin önceden yaptıklarını yapıyorlar. Belki daha bile cesurca. Tek eksikleri, kötü seslendirme. Belki orjinal dilde yayınlamaları daha iyi olur ama Türk izleyicisi de malum (altyazı olunca filmi takip edememe durumları). Bu akşam da süper film gösteriyorlar.  Otostopçunun Galaksi Rehberi.

En sevdiğim kitaplardan biridir Otostopçunun Galaksi Rehberi. Filmde çok eğlensemde o kadar sevememiştim. Ama yine de tavsiye edilesi ve güzel vakit geçirmeye yarayan bir film. Sonuçta beş ciltlik bir kitabı tek film yaparsanız anca bu kadar olur. 

İşiniz yoksa izleyin efendim. Saat 20:30'da.

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP