8/10 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
8/10 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ocak 2015

Karma Liste 2014

2014 de izleyip ayrı başlık açmaya mecalim olmayan filmler ve diziler


Fargo                (Tv Seri)   Kesinlikle İzlenmesi gerek. Senenin en iyisi 10/10
True Detective  (Tv Seri)   Sakin polisiyelerin bu seneki önemli versiyonu. Oyunculuklar  inanılmaz seviyede  9/10
The Affairs       (Tv Seri)   İlişkileri Rashamon gibi farklı gözlerden anlatmayı başarması güzel.                                     8,5/10


See You in Montevideo  : Kesinlikle herkese tavsiye ederim. Bence eğlenceli ve güzel film. İlk Futbol Dünya Şampiyonasına katılan Yugoslav Milli takımının başından geçenlere tanık olmak çok keyifli.   8/10

X-Men: Days of Future Past : İlk X-menleri sevmemiştim ama son ikisine bayıldım. Bu da güzel 7,5/10

A Most Wanted Man : Ben çok beğendim. Ajanlık böyle bir şey sanki. Uçan atlayan değil daha insanların yer aldığı bir müessese gibi. 7,5/10

Million Dollar Arm :  Sıfır beklentiyle izleyince gayet iyi bir spor filmi hem de gerçek hikayeden yaratılmış. Hindistan'da yetenek yarışmasıyla beyzbolcu bulmaya çalışan bir amerikalının hikayesi. Güzel 7/10
 
The Maze Runner : Resident Evil, Hunger Games ve Sineklerin Tanrısı karışımı bir film. Çok iyi değil tabi ki 6/10

buna benzer çok film izledik fransadan çıkan. bence ozon'un iyi filmlerinden biri değil. Cinsellik seviyesi yüksek ama geri kalan bir şey yok gibi  6/10



The Fault in Our Stars  : Ne pohpohlanmış boktan bir film. Olum genç kız dramaları sadece o kitle için yapılıyor sanırım. Gerçekten iyi değil. Dramatik bile değil bence. Kız zaten buz gibi bir cadı. Kanser diye hemen acıyıp not yükseltmeyin lütfen.  6/10

22 Jump Street İlkinin devamı işte. Aynısını laciverti. Sıkılmadan izle sonra da çöpe at. 6/10


Frozen : Müzkalli çizgi film. Kızım deniz büyüsün tekrar izlerim ama sevmiyorum böyle prenses masallarını.   6/10

Patron Mutlu Son İstiyor : Aynı otel Kış Uykusunda da kullanılmış. Ama bu kadar kötü mü olur bu kadar mı leş bir film olur. Aynı yerde sıkışmış ve sıkılmış karakterler var biri ödüllü birşeyler çıkarıyorken biri rezil rüsva oluyor. İzleyeni döverim valla. 3/10

The Monuments Men : Kadroyla alakalı olarak beklentiler de yüksekti ama sıradan bir film olarak kaldı 6/10
 
kötü film. ama bu da anlattığı hikayenin merak uyandırması ve kişinin kendiyle, işi ve hayatıyla hissettiği şeyleri yakalaması açısından kendini izlettiren bir film haline geliyor olduğu gerçeğini değiştirmiyor.  keşke biraz daha çalışıp biraz daha başarılı bir karakter tahlili yapsalardı.

300: Rise of an Empire  : At çöpe.

The Lego Movie  :  Bence abartılmış bir film. Keyifli ama hepsi bu. Zaten bilgisayarla yapmışlar hiç sempatim kalmadı. 6/10  
 
Non-Stop  :  60 yaşında aksiyon filmlerinin adamı oldu Liam Nelson. Akan hoş film. İzlenip unutulabilir 7/10

The Zero Theorem: Brazil bekleyenler hayalkırıklığı yaşar. 20 yıl sonra patlamaz bu. 6/10 
 
The Hundred-Foot Journey: Tavsiye ederim herkese. Ama iyi film olarak değil. Sıcak film olarak izlensin. Ailecek falan hem de.  6/10 
 
Need for Speed  : Boşverin.
Maleficent  : Ben nefret ederim böyle filmlerden. Bundan da ettim.

Walk of Shame  : Eğlencelik çiğdem. Tv'de denk geldi de izledim. Yoksa işim olmaz :)

Tangerines

Mandalinalar Gürcistan yapımı bir film ve bence yılın en iyi yabancı film oscarını alabilecek kadar sade ve güçlü. Oscar'a değilse de Altın Küre'ye aday oldu.



Gürcistan'ın Abazya bölgesinde bazı köyler 2.dünya savaşı sırası almanlardan kaçan Estonyalıların yerleşim ve yaşam alanı olmuş. Yaşlı Ivo ise Çeçen Rus savaşı sırasında terk edilen köyde bir arkadaşıyla birlikte mandalinaları hasat ettikten sonra gitmeyi? planlamaktadır. Ancak evinin önünde savaşırken kaza yapan bir araçtan çıkardığı Çeçen ile yaralı bulduğu Gürcü askerini evine alır. İki düşman asker iki yaşlı adamla bir evin içinde kalmışlardır. Ivo mandalinaları hasat etmek kadar evindeki iki düşmanın da rahat durmasıyla uğraşmaktadır.

Savaşı sakin bir dille eleştiren Tangerines gayet akıcı ve güzel bir dille anlatılmış. Bence izlenilebilecek bir film.

8,5/10

10 Ocak 2015

Ida


2014 ün en sevilenleri listelerinde hep yer alan IDA'yı yüksek beklentiyle izledim tabi ki. Ama hayalkırıklığı. Bu ağır belki, film çok kötü falan değil ama herkesin listesine girmesine rağmen ben o kadar etkilenmedim.

Tamam ağır işleyişine rağmen pek çok şeye değindi ama büyük beğenin öncelikle Nazi aAlmanyasından kaçan yahudi dramının etkisi yüksek. Bir de dini dokunmaları derken film ilgi çekiyor. Düşün kız meğersem yahudiymiş ama kilisede rahibelik yemini edecek falan.  Tamam dünyanın zevklerine vur kaç yapan ve ceremesini pisliklerini çekmeden kiliseye sığınan bir kız var. Tamam etkileyici bir intihar sahnesi var. Oyunculuklar da iyi ama film yine de şaheser değil. Beklenti az sakin izlerseniz beğeniniz artabilir.

8/10

20 Kasım 2014

Guardians of The Galaxy

Otostopçunun Galaksi Rehberi ile Star Wars'un karışımı olmuş. Yer yer Serenity serpilmiş. Ve güzel bir film ortaya çıkmış.



Öncelikle inanılmaz keyifli. Özellikle Rocket karakteri çok keyifli. Ama her karakter bu eğlenceli olma durumuna katkı sağlıyor.

Evet karakterler bile Star Wars çakması. Han Solo benzeri kaptan, Chewbamba bezeri ağaç, RsD2 ile C3PO karşımı bir rakun ve prensesi ve gezegenlerdeki ırk çeşitliliğine kadar aynı. Death Star bilenem var.Yine de film yeni bir solukla anlatıyor her şeyi. Çok büyük dertleri olmadan, zorlamadan. Haliyle bu da Star Wars 7'den daha iyiymiş hissi veriyor. Çünkü 7. film zorlama olacak gibi.

Bence keyifle izleyenecek bir film. Kçarımayın.



13 Kasım 2014

Her

Yönetmen Spike Jonze başrollerde Joaquin Phoenix



Yılın en iyi 10 filmi arasına girer. ama hangi yılın? aşkım. başka yazarlarla mı konuşuyorsun? aşkım? ne aynı anda 641 yazarla mı ilgileniyorsun? oh nooo!

Geyiği bırakalım da dürüst olalım. gerçekten çok iyi film.  Spike Jonze günümüz ilişkilerinin gittiği yeri yakalmış ve Joaquin Phoenix oyunculuğuyla filmi üst seviyeye taşımış.  Lars and the Real Girl ile çok benzeşiyor film bence. Her ikisi de güzel. Biri günümüz taşrasında geçerken diğeri gelecek şehrinde ilişkiler ilüzyonunu anlatıyor. 

03 Kasım 2014

inside llewyn davis

löyn gibi ne çok arkadaşımız olmuştur (belki de öyle dönemlerimiz olmuştur). savrulup duran ve yolunu bulamayan. bu yüzden filmi karakterin içine girebilmesi ve tanıdık hissettirebilmesi insanı etkiliyor.



daha önce my name is joe için yazmıştım. löyn de öyle : hayatta hiç yanlış yapmadan nasıl çuvallanacağını gösteren film'lerden.

The Spectacular Now

oldukça başarılı bir gençlik filmi. 
(500) Days of Summer'ın yazarından.


artık o filmdeki karakterler kadar genç olmasam da davranışları ve tutarlılıklarını hissetmek hala mümkün. Hissettirebilmesi başarısı yani yoksa bende iş yok  :)

Bence 2013'ün iyi amerikan bağımsızı filmlerinden biri olarak short term 12 ile üst sıralarda. Ama ben 2014 listesine alıyorum.

izleyin izlettirin efendim.
8/10

Begin Again

Once'ın yönetmeni John Carney'den Mark Ruffolove Keira Knigthly'li güzel film.


Sevgilisi ünlü bir şarkıcı oluverince kendini Amerikda bulan Gretta (Knightley) ilk zamanlarını keyifle geçirirken şöhreti kaldıramayan sevgilisinin kendini aldatmasıyla amerikada yalnız bulmuşken, kayıplara karışmış ve hiç bir şey üretmeyen yapımcı Dan (Ruffalo) ile tanışır ve kendi albümleriniyapmaya karar verirler.

Film yine değişik yerlerde değişik şarkılar yapma sürecini aktarıyor. Once'a bayağa benziyor aslında. 
Bence izlemesi keyifli ve güzel bir film. Kış ayları da geldi. Evde zaman geçirmek isteyenlere.

26 Ekim 2014

Starred Up

İsmine bakınca sokak dansçılarını anlatan filmler geliyor olaiblir ama bu tam tersi. 



Hapishaneye giren Eric Love isyankar tavrını nedendir ilk andan itibaren herkese hissettiriyor. Hem de iliklerine kadar. Ya da kasıklarına.

Anne babasız büyümüş ve sonunda babasının da yattığı hapishaneye düşen Eric'in hayatındaki tek sevgi sözcüğü soyadında geçmektedir ve o da nadiren bahsi geçen bir kelimedir. Zaten kelime olmaktan da öteye gitmez.

Kendi varlığını babası başta olmak üzere herkese ispatlamaktan başka kaygısı olmayan Eric Love kendini ıslah etmeye çalışan psikolog üzerinden de bazı sosyal göndermeler yapıyor.

Bence gayet iyi film. Hapishane filmleri genelede sevilir ama bu film anlatımı güzel ve sert. Acımasızca ekrana aktarıyor duyguları. Becerdiğinde ingilizler sert filmler çekme konusunda hala en iyiler bence.

İzlenilesi.

The Selfish Giant

İngiliz filmleri iyidir, İngiliz çocuklarının hayatından kesit aktaran filmler daha iyidir.


İngiliz kadın yönetmen Clio Barnard'ın ilk uzun metrajlı filmi The Selfish Giant ve beklenmedik şekilde başarılı. Yani buna benzer şekilde çocukları anlatan ingilizler oldu. Ken Loach'ın Kes'i ilk akla gelen. This is England günümüz versiyonu. Ama The Selfish Giant diğerlerine pek de benzemeye çalışmadan hikayesini anlatıyor. 

Kadın yönetmenin en önemli etkisi siyasi olgulardan uzak olarak duygusallık oranını yüksek tutması olabilir. Bu filme eksi puan kazandırmıyor ama. 

İzlenilesi.  

22 Ağustos 2014

The World's End

Bence This the End ile akrabalar. Uzaktan. 



Eğlenceli bir film. Yine uzaylılar kıyamet alametleri ve geçmişten gelen arkadaşlıkların sorgulanması durumları var.

İzlenesi film. İngizli komedisi hep iyidir zaten.

8/10

18 Aralık 2013

The Broken Circle Breakdown

Oldukça etkileyici bir aile dramı. Ya da iyi bir müzik filmi. Karar sizin.


Ağır bir trajedi yaşayan bir çiftin giriş gelişme sonuç bölümleriyle karşı karşıyayız. Tek fark lineer akmayan karışık kurgusu olması. 

Film çocuklarını kaybeden bir çiftin tam ortaya bu trajediyi koyarak hikayesinin başlangıç ve bitişini anlatıyor. Böyle düşününce biraz 21 Gram'a benziyor gibi. Karışık kurgu çocuklarını kaybeden bir kadın falan... Ama bu filmi farklı kılan belki de müzikleri. Amerikada bile etkin kullanılmayan bir country tarzını çalan bir ekibin üyesi olan adam Monroe ve sevgilisi Alabama acının içinde sergiledikleri müzik performanslarıyla etkiliyor.

Film aile dramı gibi dursa da aslında biri inançlı biri ateist çiftin karşılaştıkları durum karşısındaki tepkilerini ve acılarını nasıl yaşadıklarını anlatıyor. Biri dünyadaki herşeye söverken biri kendi içine kapanıyor. ve yönetmen bunu neredeyse hiç bir şeyi acite etmeden üsturuplu şekilde yapıyor. bence filmin iyi olduğu yer de bu. müzik serperek sakinleştirip kafalarımızı dağıtıp sert bir hikayeyi kaldırılacak seviye de tutması. 

Bence iyi film. Dram seviyorsanız izleyin. 

8/10

12 Aralık 2013

Frances Ha



frances'ın kendini, hislerini, kafa karışıklığını ve her şeyi açıklayan konuşması filmin içinde kendi özeti gibiydi bence:

bir dakikanı almak istiyorum.

bir ilişkide ne istediğimi,
...neden bekâr olduğumu
açıklayabilirim. ha, ha!

zor bir durum -
...biriyle birlikte olduğunda...
...sen onları seversin ve
onlar bunun farkındadır,
...onlar seni sever ve sen de
bunun farkında olursun...
...ama bu bir parti...
...ve diğer insanlarla konuşursun,
...gülersin, ışık saçarsın...
...odayı araştırır, diğerlerinin
gözlerini yakalarsın...
...ama bu sahiplenici olman ya da...
...kusursuz bir cinsellik
yaşaman için değil...
...senin bu hayattaki...
...kişiliğinle alakalı bir durumdur.

bu durum hem komik
hem de üzücü ama...
...bu hayat sona eriyor,
ve tam da orada fark edilmeden...
...herkesi önünde duran
gizemli bir dünya oluşuyor...
...ama kimse bunu fark etmiyor.

yani dedikleri gibi,
etrafımızda başka bir boyut var...
...ama bizde onları
algılama yeteneği yok.

yani...
bir ilişkiye girmeme
sebebim işte bu.

ya da hayata, sanırım.
aşka.

sarhoş gibiyim.
sarhoş değilim.

yemek için teşekkürler.
görüşürüz.



 Birisi sondaki zile isimlik takmasıyla ilgili şöyle demiş : Sistemde bir yer edinirsin ama işte adından (kişiliğinden) feragat etmek zorunda kalırsın ve değişirsin diye. Mutsuz olursun diye.  Ben nedense öyle yorumlamak istemiyorum. Ne olursa olsun Frances'in bir şekilde mutlu olacağını göstermek istedi yönetmen. Filmin sonunda evi olunca o nedenle isimliği gösterdi.

12 Kasım 2013

Kapringen - A Hijacking

Kaptan Philips öncesi bir de Avrupa versiyonu izleyeyim diye...

Film Danimarka gemisinin bilmediğimiz bir yerlerde (Hindistan Afrika arası Somali taraflarına yakın) Somalili korsanlarca basılması ve gemi mürettabatının geçirdiklerini anlatıyor. Hikayenin gemi tarafında aşçı Mikkel var. Ailesine dönme planları yaparken bir anda kabusun içinde buluyor kendisini. Aslında böyle dedim ama film daha çok Danimarka merkez ofisindeki CEO Peter'ın yaşadıklarına değiniyor. Peter'ın insan hayatına rağmen üstün pazarlık yetenekeleri ve kontrolü elden bırakmayan tavrı nedeniyle istenilen para üzerinden günlerce tartışmasını izliyoruz. 



Gemi sahneleri sadece olanı anlamamız için. Çok fazla oradakilerin psikolojik çöküşlerini göremiyor hissedemiyoruz. Geminin işgal anı ve kavga gürültü yok. Ama Peter'ın filmin başındaki pazarlık gücü ve üstün yönetim becerilerinin, koltuğunu korumak için yaptıklarının ve ruh halinin daha iyi yansıtıldığını düşünüyorum ki bu bence iyi değil. Sanki zulmü çekenler değil de ağlak politikacılar mağdurmuş gibi olmuş.  Onlar savaşıp mücadele etmiş gibi. Aslında yönetmenin yaptığı buydu. Emekçilerin çektikleri değil masa başındakilerin uğraşları anlatılıyor. Para kaybetmemek için verilen mücadeleyi anlatması sanırım yönetmenin isteği. Ne kadar insancıl görüneyasalarda yöneticilerin tek derdi para ve kötü reklam olmamsı gayreti.

İnsan hayatının para ya da madde üzerinden pazarlık konusu olmasına iyi eleştiri ama. Ne demiş Çehov: saklanan bir yüzük varsa filmin sonunda mutlaka patlar. Değer verilen şey her ne olursa olsun bunu kaybetmemek için mücadele verirseniz bir şeyler kaybedeceğiniz kesin. Ceo için de aşçı için de bu geçerli.

Afişteki birbirine benzeyen gemi ve silah imajları bence ikisinin aynı şey olduğuna bir gönderme. bu da benim tespitim işte napacan  :)
Neyse film daha iyi olabilirmiş. Evet Hollywoodvari aksiyonlara girmemiş. Kişilere odaklanmış. Bazen becermiş gibi olsa da daha sağlam olmalıydı. Daha uzun olup bizi insanların sıkkınlığına bulamalıydı. Daha sert eleştirmeliydi alttan alttan değil.

Herşeye rağmen CEO Peter gerçekten savaştı. Ne için olduğu size kalmış.Yerseniz.

8/10

Filmle alakalı başka yorumlar bu linkte Captain Philips yazısında.

19 Ekim 2013

Oblivion

Duncan Clark'ın Moon'una benzeyen oldukça akıcı ve başarılı bilimkurgu.



Uzun zamandır en keyifle izlediğim bilimkurgu. Görsel olarak da senaryo açıından da aksamadan işliyor. Film seyirciyi içine alıp yarattığı dünyanın her yerinde pervasızca dolandıracak kadar da rahat. İnsan olgusunu içine alışı başarılı. Yani yok olmuş dünyada robot çağında insanlar ve ruh hala var.

Bir gözetleme kulesinde ortağıyla çalışan ve madenleri (su kaynaklarını emen büyük gemileri) koruyan ikiliden Tom sınırları geçmeye başlayınca dünyanın farklı ve zorunda bırakıldığı kadar olmadığını fark eder. Kendine bu yok olmuş dünyada bir vaha bulur. Bu sınırları geçme durumu tabi ki istenmeyen bilgilere ulaşmasına ve aslında bildiği herşeyin farklı olduğunu fark etmesine neden olur.

Aşkı, dostluğu ve doğruyu bulur insan sınırlarını aşınca diyor. (çok Hollywoodvari bir demeç oldu film gibi) Ama bireylerin büyük şirketler ve yönetimler tarafından kolayca hiçe sayılmasına ses çıkarır gibi durması bile güzel.

Ancak sonuçta bir hollywood aksiyonu bu çok da şey beklemeyin (inanın bu sayede daha çok hoşunuza gidecek). Ama benim gibi bilimkurgu ve post apokaliptik dönem filmi seven biri olarak hoşuma gitti. Puanını da ona göre abartılı bulabilirsiniz. Olsun. 

8/10





12 Temmuz 2013

Warm Bodies

Farklı zombi filmi.
Keyifli heyecanlı romantik. Bence oldukça başarılı. 




Neden bilmem zombi filmlerini çok sevmeyenler var. İşte bu film onlar için büyük şans. Bu filmle başlayarak devamını da getirebilirler.

Warm Bodies adı afişi ve genel hollywood algısı yüzünden büyük klişeleri olan bir film havası yaratıyor. Ancak World War Z'i de izledikten sonra (hatırlarsanız o klişeler yumağı salak bir filmdi) bu film sıcacık yenilikler barındırıyor.

Filmde "R" isimli zombimiz bildiğimiz zombilerden oldukça farklı. Düşünüyor ama hareketleri ve hayat tarzı zombiliğe bağlı. Bir gün Julie ile karşılaşır ve onu diğer zombilerden kurtarır. Onu saklar (alıkoyar). Sonra da onu zombilerle dolu bir havaalanından kurtarır ve The Walking Dead'in Major'u gibi kalan insanlığı kurtaran babasına ulaştırır.



Film bu aşamada değişiyor ve klişeleri yıkıyor zaten. İlk andan beri belli etse de sevginin her şeyin ilacı olduğundan yola çıkarak her şeyin iyileştirilmesinin mümkün olduğunu gösteriyor. Sevgiyle en büyük gördüğümüz düşmanı bile anlayıp tanıyıp sevebiliriz diyor. (lan bir siyasi alt metin bulmasam bir filmde de ne güzel olacak oysaki)

Filmin yönetmeni Jonathan Levine bence oldukça eğlenceli filmler yapıyor. Önceki filmleri 50/50 ve  The Wackness ile bu film birleşince bu kesin.

Oyunculardan Nicholas Hoult oldukça sempatik ve orta üstü, Teresa Palmer ise geleceğin yıldız adaylarından. Yaşı itibariyle değil zira 27 yaşında ama şimdiden bir Terrence Mallick filminde oynayacak. Büyük kriter.  

8/10 

29 Haziran 2013

Beasts of the Southern Wild

Ne zamandır yazacağım bu filmle ilgili. İzleyeli 10 ay oldu bile. Ama toparlayamıyorum bir yere koyamıyorum filmi. Benim hayalgücüm yetmiyor anlatmaya.



Küçük kızın babasıyla yaşadığı dünyayı anlatan film gerek dünyanın hali gerekse Hushpuppy'nin (küçük kızın) babasıyla olan ilişkisi üzerinden etkileyici bir şekilde akıyor.

Tamamı amatör oyuncularla çekilen filmin etkileyici performanslarının hiç bahsinin geçmemesi ise kara komedi. Oscar ve pek çok festivalde aday olmak için bile sendikaya kayıtlı oyuncu olmak gerekiyormuş. Bu nedenle çoğu ödül alamadı.

Film gerçekten bir kızın dünyayı nasıl gördüğünü olacak en etkili şekilde anlatmış. Gerçek olamayacak bu dünyanın ise aslında çok uzak olmadığını biliyoruz. Amerikadaki kasırgalar sonrası; yaşanan dünyanın zaten zalimliği, terkedilmişlik her açıdan bir araya gelince iyice ağır bir hal alıyor. Haliyle Hushpuppy bundan hayalgücü ve sevgisiyle kurtulmaya çalışıyor.

Etkileyici.
Bir ara izleyin derim ama artık zamanı geçti. Sanki yine de yıllar sonra izlenecek filmlerden değil gibi. Ama bilin 2013'ün en iyilerinden.

28 Mart 2013

The Imposter

Hastayım, hastasın, hastalar. 


Böyle hasta insanların bir araya gelmesi böyle bir olay örgüsü yaratabilir. 
Texsaslı bir ailenin 12 yaşındaki oğulları bir gün kaybolur. Bu sarışın ince surat hatlarına sahip çocuğun 3 yıl sonra İspanyada bulunduğu bilgisiaile gelir. Anca çocuk uzamış, suratı yuvarlaklaşmış ve en ilginci esmerleşmiştir. Bayağa esmerleşmekten bahsediyorum. 

Filmi ilginç kılan kısmı ailenin çocuğu olduğu gibi kabullenmesi. 
(buraya kadar ki bölümü tanıtımda da geçmekte) 


-----------Yazının Sonrası Spoiler içerir--------------

 Olayı kısaca anlatmak gerekirse: biri ispanyada polisi arar ve  bir çocuk bulduğunu söyler. 16-17 yaşlarında korkmuş bir çocuk. Polis gider çocuğu bulur sorar soruşturur ama kim olduğunu bulamaz. Çocuk Esirgemeye verir. Onlar da bilgi vermezse parmak izi kaydını alacaklarını söyleyince çocuk amerikalıy der. Aileme ulaşım der. Telefonla polisten amerikada kayıp kişileri öğrenir birinin kendi olduğunu iddia eder. Hoppola. Faks gelir. Kayıp çocuk texsaslı sarışın. Eleman saçını boyar aile fertlerinden geleni de sessiz ürkekçe inandırır (mı)!?  Pasaport çıkartır yollarlar. Tümaile fertleri inanmıştır kayıp oğullarının geldiğine. eleman nicholas gibi dolanır ortalarda. Hatta abartıp televizyon programlarına çıkıp kaçırılma hikayelerini anlatır. Ama bir özel ajan inanmaz ve araştırır. elemanın Cezayir asıllı bir fransız olduğunu ve avrupanın nerdeyse tüm ülkerinde çocuk esirgeme evlerinde kaçak kimliklerlekaldığını ve23 yaşında olduğunu öğrenir. Sınır dışı edilir. Aile ise "bizonun çocuğumuz olduğunu düşünüyorduk. kandırıldık" der. Ama belgeselin gidişinden çocuklarının öldürüldüğünü bildikleri vgizlemekiçin böyle bir oyunun içine girince göz yumdukları ihtimali belirir. Tabi ki bunu reddederler. 

Ben de ailenin çocuğun aile fertlerinden biri tarafından öldürüldüğünü bildiklerine inananlardanım. 

-----------Yazının Öncesi Spoiler içerir--------------

  
Sonuç olarak hasta bir velet var kaybolan. 
Hasta bir adam var onun yerine geçen ve bir aile var hasta şekilde durumu kabullenen(miş gibi görünen) 

Böylesine fantastik bir hikayeyi eline yüzüne bulaştırmadan çeken Bart Layton'ın oldukça başarılı olduğunu düşünüyorum. Zira filmde gerçek kişileri kullanması, gerçekleri aktarırken (ima da bulunsa bile) tarafsız kalmayı başarmasıyla iyi bir iş çıkardığını düşünüyorum. 

Böylesine polisiye aksiyon filmi tadında gerilimi yüksek bir belgesel izlemek sık karşılaşılan bir durum değil. Son dönemde öne çıkan belgelerden biri olarak kayda geçmeli izlenecekler listesine eklenmeli. 

8/10

25 Şubat 2013

Life of Pi



Kon-Tiki'den 2 gün önce izledim sanırım. Gerçekten Pasifik Okyanusunun genel durumuna hakimim diyebilrim. Uçan balıklar köpekbalıkları falan gerçek arkadaşlar.


Filmin hayali tavrını gerçekten sevdim. Filmin sıkıcı ilk bölmlerinden sonra finali böyle ters köşe bitirişi bence çok güzeldi. İnanmak istediğin hikayeyi kendin seçebiliyorsan şanslısındır.

Filmle ilgili tonla şey yazıldı çizildi. Oscarlardan en iyi yönetmen ve en iyi görsel efekt dahil 4 ödül aldı. Bu da filmin ortalama-üstü olduğunun göstergesi (bir beğeni kalite göstergesi olarak oscarı kullanan adamım ben).

8/10

06 Şubat 2013

Kon-Tiki

Life of Pi'dan iki gün sonra izlemem tamamen tesadüf. 



Norveçli kaşif Thor Heyerdahl 1947 yılında Polynezya'nın kökenlerinin Asya'dan değil Güney Amerikan geldiğini kanıtlamak için o zamanın (1500 yıl öncesinin) teknikleriyle yapılmış bir sal ve 5 kişilik mürettabatıyla Peru'dan yola çıkar. 101 gün süren macerayı anlatan film oldukça ilgi çekici. 

 Thor Heyerdahl'ın 10 yıllık araştırmaları dikkat çekmeyince o da çalışmalarının gerçekliğini ispatlamak için eşni arkada bırakıp yola çıkar. Ancak tamamen eski tekniklerle yapılmış bu salın Pasifik Okyanusunda tamamen akıntıların kaderine bağlı olarak işlemesi oldukça zorlu anlara tanık olmamıza sebep oluyor. 




Film aynı isimli kitaptan uyarlama olarak çekilmiş. Ayrıca 1950 yılında bir ilk versiyonu da mevcut. Sürükleyici bir Hollywood filmi şeklinde ilerliyor ve teknik açıdan gayet tatmin edici. 100 gün boyunca açık denizde sürüklenen ekip hem kendi içlerinde hem de denizle mücadele ediyor. İşte bu kısmı Life of Pi'ya benziyor.  Denizdeki planktonlar olsun, balina saldırıları fırtınalar olsun inanılmaz benzerlikte. dönem bile neredeyse aynı. 

Birini sevdiyseniz diğerini de seversiniz. 
Gerçek bir hikaye oluşuyla da dikkat çekici bir film. 2013 Yabancı film oscarlarında aday olması da cabası. 

8/10

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP