30 Kasım 2009

state of play


ben bu filmi izlemişim.
sonra unutmuşum ki yazmamışım.
siz anlayın artık.


Not : Filmin yönetmeni Kevin Mcdonald gözümde başkadır diyeyim. Touching the Void mükemmel belgeseldir. The Last King of Scotland ise ayrı güzeldir. Bu film de vasat değildir. Ama kirli politikacı, dürüst gazeteci ve neo-klasik bir medya patronu filmi sana yakışmadı Kevin.

Up


Bir daha da izlemem Animasyon.

Nasıl gitmiyor başbakan. Ya da yerine birini gönderiyor. Ben de öyle yapacam artık.En iyisi dedikleri bu değil mi? IMDB Top 250 film arasında üst sıralara çıkan da bu.

Aslında kötü de değil tabi. Eğlenceli yerleri de var. Ama daha önceki animasyonlardan bir farkı yok. Biraz dostluk, biraz mücadele, biraz eğlence.Üstüne neredeyse hiçbir şey koymuyor.

Filmin tek iyi bölümü hızlandırılmış olarak izlediğimiz bir çiftin hayat hikayesi. Bir tek o sinema tarihinde bir animasyonda anlamlı flashback kullanımı olabilir.

7/10

Niye yedi verdin derseniz. Film kötü değil de ben o kadar iyi biri değilim sanırım. böyle animasyonlar izlemekten sıkıldım. Sıradaki animasyon Miyazaki'nin olacak.

25 Kasım 2009

mammoth : nesli tükenen hayvanlar

herkes kend evinde




bu film üç başlık altında değerlendirileiblir.
öncelikle; moodysson'ın hollywood'a kaydığı yönündeki görüşler bu film için geçerli değildir. zira yapımcılar avrupa hatta isveç vatandaşıdır. ayrıca amerika senaryo gereği kullanılmıştır. amaca hizmet amaçlı.

ikinci olarak, moddyson'un sinemasının olgunlaşması. ses, görüntü kalitesinin artışı ve prodüksiyonun nispeten büyüklük açısından hollywood kalitesindedir. ama önemli olan olgunlaşmasıdır. asiliğini bir kenara bırakıp "herkesin" anlayacağı dilden çekmeye karar vermiştir filmini. ama belirtmek gerekir ki fucking amal, together, lilja 4 ever, a hole in my heart ya da conteiner değildir bu film. tokat gibi çarpmıyor. ani değil. sert değil. ama sindire sindire anlatıyor. size iyi gelir mi bilmem. ama bu filme "carrier killer" diyenlerin a hole in my hearta "carrier killer" diyenlerden az olduğuna eminim. tüm filmlerini izlediğim bu adamın bu kadar çabuk durulmasını beklemiyordum yine de.

üçüncü olarak; arriaga, innarutu benzerliği aşikar bir hikaye var karşımızda. nesli tükenmek üzere olan insan nesline bir çağrı niteliğinde film. diyor ki : herkes kendi evinde. herkes kendisine ait olanların yanında iyidir. bu öyle olmalıdır. başkasına anne olmamalısın, başkasının kollarında sıkıntını gidermemelisin. ama amerikalıysan problem yok. nasılsa herşey sonunda düzeliyor. ispanik ya da filipinliysen telaş et.

ben fazlasıyla sevdim filmi ama moddyson'un bakışının değiştiği aşikar. ama bu beni rahatsız etmedi.

23 Kasım 2009

Taraftar olmak mı?
baba olmak mı?
işçi olmak mı?
aşık olmak mı?
eric olmak mı?
hangisi zor.

Hayat çok yönlü (interdisipliner) (aynı zamanda "lineer" de sakallis)
Loach ise bunu anlaşılır kılmanın yollarını arıyor. Aslında arıyor demek hata olur. Bunun sırrını çözmüş.Sadelik ve gerçeklik göstersi bu. İronik olan tek şey sadeliğin bizleri büyüleyebiliyor olması.

Looking for Eric bu yılın en iyleri listesine girecek. Bunu açık gönüllülükle söyleyebilirim. Loach Kiewsloski'ye olan saygısını çektiği her filmle göstermeye de devam ediyor. Bize, sinemaya ve işçilere olan saygısının ne kadar üst düzeyde olduğu
aşikar.

Loach bu filmiyle aileyi bir araya getiren, işçileri bir arada tutan şeyi ve insanın kendini bulmasına değiniyor. Bunları tabi ki futbol , aşk ve işçi sınıfı üzerinden anlatıyor. Evet bu adam hep böyle yapıyor bunu. Ama asla sakil durmuyor. 6 tanesini izlediğimiz "Kötülük Çiçeğini" tekrar önümüze sermiyor. Mutlaka onun formunu değiştiriyor. Üstelik bunu yaparken "form","sakil", "inter ve lineer" gibi ağdalı
kelimeler de seçmiyor.

LooKING for ERIC, farklı bir film. Aynı eric cantona'nın farklı olması gibi. İngilterede Fransız olmak gibi. Kendi filmini çektirecek kadar kendinden emin, belki küstah Cantona. Bir fikrim var diyor ve en doğru adama, kendisinin de adam(!) olduğu topraklara gidiyor. Ve gönül rahatlığıyla kendini Loach'a bırakıyor.

Herşeyden yorulmuş ve yıllardır saplandığı depresyondan bir türlü kurtulamayan Eric, bir cigara tüttürür ve odasında gerçek boyda afişi olan Eric Cantona'yla konuşmaya başlar. Cantona ona bolca Fransızca atasözü söyler, Eric'in bildiği şeyleri tekrar söyler ve onun hayatında değişiklikler yaratır. Kendini düşünmez, belki varolmadığından belki de gerçekten pas vermeyi, birine yardım etmeyi daha çok sevdiğinden. Ama sönük bir hayata sahip Eric'e çok güzel bir asist yapar. Her ikisi de mutlu olacaktır şüphesiz.

Eric'in etrafında iyi insanlar vardır ama. Bunu gözden kaçırmamak gerekir. Reklamsız forma giyip FC United'ı tutan taraftarlar, herşeyi kitaptan öğrense de dostları için elinden gelen herşeyi yapan bir şef vesilahlı adamlara karşı bile birlik olunca herşeyi becerebileceğini bilen bolca iyi arkadaş (işçi) ve yılların acısını göz
ardı etmeye meğilli ve anlayışılı bir eski eş. Zaten bu nedenledir Eric'in gerçek derdi bir anda sadece üvey oğullarıdır. Ama ne zaman bir araya gelir birlik olursan
herşeyin üstesinden de gelirsin diyor Loach. Ya da Eric de diyor olabilir.

Bu film eric'in farklı hayatına bakmamızı da sağlıyor. Gördüğümüz, bildiğimiz ama unuttuğumuz yönleriyle Eric. Farklı olduğunu hatırlatmak için herşeyi yapan. Eric'i anlatıyor film. Eric Cantona'yı. Ben başrolde değilim diyor. Ama göz kırpıyor.

Cannes'ın en iyilerinden biri olduğu kesin. Yılın en iyilerinden de
olabilir.

Birlikte izleyecek dostlar, akrabalar ve sevgililer bulun.
Yakaları kaldırın.
El ele izleyin.

zombieland

Adventureland diye bir film çektikten sonra Zombieland diye film çekilmez. Çekersen de ikisini de lunaparkta geçirmezsin. Geçirsen de aynı adamı oynatmazsın. Oynatsan da aynı aşk hikayesine değinmezsin. Eğer o kadar çok şeye değiniyorsan iyi değildir o film.

Diyecektim ki bu film imdb.com daki fantastik notu beni durdurdu.
Ben filmi sevdim. Hareketli, sıkmayan (bilen bilir benim için önemlidir) eğlenceli film. Ama "i am a legend" gibi yayılan virüs sonrası hayatta kalan az sayıda insnaın hayatta kalması hikayesine, "Shoun of dead" gibi komik zombiler ve onları öldürmek ekle, başta dediğim gibi "adventureland" filminden aşk ve lunaparkı al. Toplama bir film. Ama iyi!! tek orjinalliğin Bill Murray olsun ve iyi film ol.

Sıkmayan filmle iyi film arasındaki fark burda ortaya çıkıyor. iyi film aklınızda bir şeyler bırakıyor ve düşündürtüyor. Sorduğunuzu duyuyorum : düşündürtmek zorunda mı? Evet. Mutlaka birşey düşünürsün. Aklında kalır. 3 gün belki 5 ay sona aklına gelir ve birşey söylersin yanındakine. Sana birşey katmıştır. Ama Zombieland öyle değil. İzlersin. GÜlersin ve biter. Tüketim toplumunun bir ürünüdür. Ve sen de bir (yanş ben) bir parçası olursun.

İzleyin. İzlettirin.
7/10


22 Kasım 2009

the boat that rocked


1960'larda İngiltere'de BBC günde 45 dakika pop ya da rock yayını yaparken korsan radyolar 24 saat durmadan rock çalıyorlarmış. Ve nüfusun yarısı bunları dinliyormuş.

Devlet kanalıyla "işlerine geldiği gibi" yayın yapmayan bu radyolar İletişim Bakanlığı tarafından tehdit olarak algılanır ve kapatılması için her türlü yasal süreç başalatılıyor.



Bu sebeple bir gemiden denizin ortasından yayın yapan bir grup müzik aşığı herkese kafa tutarak korsan radyo yayını yapar. Annesinin cezalandırması sebebiyle buraya gönderilen bir yeni yetmeyse gerçekten terbiye olup gerçek hayatı burada öğrenecektir.

Neden filmi anlatıyorsun derseniz, bu gerçek olaylardan esinlenerek ortaya çıkarılan filmin sinematik olarak çok farklı bir yerde durmaması derim. Ama buna rağmen muhalif, protest ve hükümete kafa tutan tarzlarını sevmemek de mümkün değil.

Biraz abartıldığı ve yüceltildikleri aşikar olsa da sırf projenin ilgi çekiciliğinden dolayı bir sürü yıldız ufak da olsa rollerle karşımıza çıkıyor.

Bu filmle ilgili akımda kalan şey ise (Brannagh'ın oyunculuğu tabiki klişe) hükümetin sevmediği bir şeyi ortadan kaldırmak için sadece yasal yollara başvurması. Yani koca devlet yıllarca kapatmaya çalıştığı bu radyolara yasal olmayan yaptırımlar uygulamıyor, ugulayamıyor. Günümüz geliyor aklıma. Fişi çek ve konseri, yayını bitir dünyasından uzak. İnsanlar bundan mı güç alıyorlardı da bu kadar rahat eylem yapıyordu bilmiyorum. Ya da insanlar dirençli olduğu için mi hükümetler bu kadar sert yaptırımlarda bulunamıyordu.

Zaten filmin bundan oldukça uzak bir eğlence havasında geçtiğini hatırlatır Philip Seymour Hoffman'ın tek amerikalı muhalifi canlandırmasıyla duruşunu sergilediği film olarak bol müzikli saatler geçirtti bize.

7.5/10


Not: IT Crowd isimli mükemmel ingiliz dizisinin oyuncularını da gördüm ya. Nasıl mutluyum.

19 Kasım 2009

Saat : Yarım

Aslında Condor and River şarkısını önerecektim.
Bu varmış video olarak. Zaten o 16 küsür dakika.
İdare edin. Aklınıza idare edemeyen internet çocuğu olsun.
Bir anlık sinirlenin. Arabayı süren nasıl olsa ufak bir
dokunuşla bacağınızdan tüm kötü elektriği alacaktır.
Bitmeyen şarkılar ve bitmeyen yeşil çimenler ve göl olsun.
Nasılsa şarkı bitmeyecek. Uzatayım.
Olmadı.


16 Kasım 2009

500 days of Summer

Teoman'ın Bir kadın Bir erkek şarkısından :
kadın gider
erkek içer

When Harry Met Sally nasıl zamanın ötesindeyse bu film de benim gözümde öyle. Günümüz ilişkisine layıkıyla bir bakış atıyor Marc Webb.



Tom Hansen kendi mesleğini yapmaya çaba sarfetmeyecek kadar tambel(belki de umursamaz) bir tebrik kartı yazarı. Ve bir gün, hayatının sonraki 500 gününün ilk günü oluveriyor. (Evet hepimizin sonraki 500 günü başlatan bir günü var) Ama biz Hansen'i (çavdar tarlası çocuklarında bahsi geçen Hansen'e benzer bir umarsızlığa ve yaratıcılığa sahip olsa da onun kadar serseri ve güçlü değildir) değişik günlerinin değişik ruh halllerindeyken görüyoruz. Mesela gün 344 hansen ağlar. Gün 14 Hansen vaz geçer. 45 Hansen sokaklarda dans ediyor. Gün 500 hansen mutsuz. Gün 1 hansen gerçekten umutlu. (bu rakamsal değerler "mod500" de hesaplanmıştır)

Filmin bir erkek filmi olduğu aşikar. (High Fidelity'e kadın filmi diyenler vardı. Onlar buna da öyle diyebilirler belki). Bir erkeğin aşk döngüsünü gözler önüne seren. Tüm inişleri ve çıkışlarını bizlere yansıtan. Belki tam taraflı değil (kızın ağzından çıkanları hep ikinci kere duyoyoruz zira ve mantığımız onunkiyle çakışıyor) ama erkeğin duygusal değişimini bizim taraf olmamızı sağlayarak aktarıyor.



Yani gördüğüm şeyin bir önemi yok. Ben o adamın hallerini hissediyor ve ekran karşısında kızıyor bağırıyor gülüyor ve ağlıyorum. Sanırım filmin farklı kurgu, mükemmel müzik, iyi oyunculuk performanslarından çok (ki bunlar gerçekten önemli) bana birçok filmin hissettiremediği yoğunlukta şeyler hissettirmesi önemli kılıyor bunu. şeyler diyorum çünkü hayat tek düze değil ve içinde herşey var.



Bu film tesadüfen bol alkollü yoğun diyaloglu bir gece, "Çölde Çay" konuşulduktan sonraki gün izlendi. Sanırım Port Moresby, Joel Barish ve Rob Gordon; Tom Hansen tadında adamlar. Sanırım o filmleri sevdiğim için bu filmi sevdim. Sanırım biraz daha yazarsam kişiselleşen bir yazım olacak. Öperim herkesi.



İlkbahar, yaz, sonbahar...

Evet sonbahar iyi. Orda kalalım.



9/10



Not: soundtrack'i mutlaka dinleyin. fake sağolsun yollamıştı.klavyesi bu tarafa uğramasa da.

14 Kasım 2009

we just cant do anything about it!

Neler dinledim ben. Neleri sevdim. Neleri sevmedim.
Son iki aydır yeni dinlediklerim bunlar odaklıdır.


King of Conveince -- her zamanki gibi mükemmel bir albüm. Kesinlikle herkese tavsiye edilir. Sevdiğim şarkı ise.. yok lan tüm albüm mükemmel. 10/10

Parov Stelar -- Gerçekten her zamanki gibi üst düzey bir albüm. Mükemmel şarkılar. Yılın en iyilerinden. Coco ve Distance mükemmel iki şarkı. 10/10





Wolfmother -- New Moon Rising, In the Morning ve Cosmic Egg gerçekten iyi şarkılar. Albüm gerçekten beklentilerin oldukça üzerinde.70ler 80ler rock n roll'unu yapan yegane grup. Çok severim. 9/10
Alice in Chains -- 90'lar grunge'ı 90 larda bile böyle olmamıştı. Gerçek bir Seatlle albümü olmuş.  8/10

Moby -- Klibini yayınlamıştım. Lynch çekmişti. En iyi şarkılardan biri o. Albüm yine olmuş. Seviyorum bu uzaylı adamı.

Massive Attack -- yeni albümleri gerçekten beklentileri karşılayamıyor ancak bir şarkı var ki ; Pray For Rain beni benden aldı. Kalkıp kızılıdereli dansı yapmak istedim. O kadar yani. Sözümü geri alıyorum. bir iki kere daha dinleyince sevdim bu albümü. Evet sevdim. Çok sevdim hem de.

Dave Matthews Band -- Dive In ve You & Me çok güzel şarkılar. Albüm her zamanki Dave Matthews Band albümü. Hoş. Bir de Alligator Pie var.

Pearl Jam -- Just Breathe gerçekten çok iyi şarkı. Albümü sevdim. Daha Eddie Veder albümü olmuş gibi.The Fix çıkış şarkısı da dinlenesi.



Nick Cave and Warren Ellis -- Değişik bir albüm. Güzel yumuşak bir çalışma. Gun Thing ise bambaşka.

Modest Mouse -- Whale Song , inanılmaz güzel bir şarkı. Albümün tamamı için bunu demek zor ama ben yine de bu grubu seviyorum.

The National -- Mr.November. Ayın anlam ve önemine uygun. Eski albüm. Güzel şarkı.




Bunlara ek olarak Air'in yeni albümü Love 2 her zamanki gibi iyi ve tavsiye edilesi, Lynyrd Skynyrd'ın albümünde ise eski amerikaya özlem bizde eski onlara özlem var.
Hoşçakalın.







10 Kasım 2009

Kıskanmak

Zeki Demirkubuz, Dostoyevskiyle yaptığı gibi ana konuyu alıp
kendi hikayesini yaratsa daha mı iyi olurdu?


Kiskanmak daha önce de yazdigim gibi oldukça önemli bir kitap. Kime göre derseniz 2-3 isim sayarim . Sayayim mi? Peki sen istedin sevgili okur.
1- Porco için önemli.
2- Missi için
3- Don Panza için
4- Sakallis için (okumasa da önemli)
Bunlar yeter simdilik.


Bu Türk edebiyati için önemli ve Kiskanmak olgusunu; "saf" kiskanmak olarak ele alan ama okuyucuyu (ve artik izleyiciyi) baska bir beklentiye sokan, kari-koca iliskisi ile üçüncü biri arasinda geçenlerden çok daha farkli boyutta anlatan bu kitap, üslup ve konu olarak sinirlarin ve zamanin çok ötesinde.


---spoiler----


Hikaye öncelikle bir kadinin kocasini altmasi üzerine kurulu gibi görünüyor. ama aslinda çocuklugundan beri abisinin güzel kendisinin (fazlasiyla) çirkin olmasinin her türlü ceremesini çeken (okuyamayan, evlenemyen ve çalisamayan) Seniha'nin abisini kiskanmasi ve ondan öç almak için türlü yollara basvurmasini anlatiyor. Evet basit anlamda bu. Ama kitabin tüm gidisati ve dönemin insan davranisi geregi böyle birsey beklenmedigi için bu hayret verici kiskançlik ve getirdikleri okuyucuyu (maalesef izleyiciyi degil) sasirtip, etkilemekte.


Demirkubuz zaten burada bir afalliyor. Kitapta verilen yan hikayelerle bu görüs desteklense de film bunu aktarirken eksiklikler barindiriyor. Kitabi okumayan biri sonu hariç bu farkli kiskanma olayini nasil yakalar bilemiyorum. Zira film içerisinde Demirkubuz etrafa yaydigi imajlarla ve konusmalarla hep bizi yönlendiriyor kocasini aldatan kadin hikayesine (tamam kitapta da böyle ama arada ipuçlari var).


Filmle ilgili sikintilari sayacagim.

  • Öncelikle Berrak Tüzünataç gerçekten odun geldi odun gidecek. Buna hiç mi hiç süphem yok.
  • Isik kullanimi etkiyi arttiran eski Demirkubuz filmlerindeki gibi degil. Ama buna ragmen maden ve bazi ev sahnelerinde isik ve görüntü kesinlikle mükemmel.
  • Ama filmin tamamina yayilamamasi gerçekten rahatsiz edici.
  • Replikler fazla zorlama çikiyor herkesin agzindan. Sakil bir konusma tarzi. (Dönem için sakil, simdi için degil)
  • Bir de kitabin herseyini aktarmak için uzun uzun konusmalar biraz yorucu. Kitabin bazi yerlerini hizli geçen film bazi yerleri vermek için uzun uzun konusmalarla yorabiliyor.
  • Isin ilginç yani ise filmin iyi mi kötü mü olduguna karar veremem. Çok sevdigim bir kitap, çok sevdigim bir yönetmen,normal degerlendirilse orta alti, ben normal degerlendirsem orta üstü bir film. Sanriim ortalama bir not verecegim.


7.5/10


Not: Biliyorum ki filmin etkisi üzerimde gün geçtikçe artaçak. Yillar sonra çok iyi film diyecegimi de biliyorum.

Not 2: Bu yazı, benim gibi "kıskançlık" duygusu az olan biri tarafından yazılmıştır.

Not3 : Nesrin Öztürk rolüyle ALtın Portokalda en iyi kadın ödülü aldı. Bir iki ödülü daha var ama bakmaya üşendim şimdi.

08 Kasım 2009

Pazar: Bir Ticaret Masalı


Önce videoyu izleyin.
Filmin kendinden tamamen bağımsız(?) bir hikaye. Spoiler olmayacak yani.
Sadece bu sahne bile filme aşık olmama yeter de artar bile.


Pazar : Bir Ticaret Masalı, Altın Portokal'da En iyi film ve erkek oyuncu dahil 4 ödül almış, bu yılın tartışmasız en iyi türk filmlerinden biri olmaya aday ve bizi çok iyi analiz ederek tamamen yabancı yapımcılarla yabancı bir yönetmen (Bob Hoskins) tarafından yaratılmış bir film.

Filmin tek handikapı (insanlardan duyduğum) ilk başlarında yoğun hissedilen Balkan (Gatlif, Kusturica) ezgileri. Ama film sonradan iyice kendi havasına bürünüp, inanılmaz oyunculuk performanslarıyla yolunu! buluyor.

Bir adam ki 1994 yılında milyonların havada uçuşup herkesin aç olduğu bir doğu şehrinde hayatında ilk defa paranın söz konusu olmadığı "hatır" için bir iş yapmaya kalkıyor. Bu uğurda - çocuklara yardım etmek için - sınır geçip bir ilaç bulmaya çalışıyor. Bu yolculuk sırasında amcası (genco erkal) kendisine eşlik ediyor. Balkanik bir üslubu olsa da doğu insanını gösteren film kendine has hikayesini inanılmaz bir olgunlukla işliyor.

Arada kalmanın her türlüsü her an yaşayan bir adam var karşımızda. Alkol kumar bir yanda
allah bir yanda; para bir yanda gurur bir yanda; dürüstlük bir yanda para bir yanda; ekmek
bir yanda para bir yanda. Para her yerde. Ticaret her yerde. Arz ve talebin olduğu her yerde
para ve pazarlık var.


beklentimin hiç olmadığı bir anda izlendiğinden midir nedir beni fazlasıyla etkiledi. Arada ve finalde ki müzikli sahneler, türk sinemasında ortaya konan nerdeyse en iyi iki oyunculk performansı ve insanı şaşırtan hikaye işleyişiyle beni benden almış bir filmdir bu. Bu film herşeyiyle iyidir. İzlenilir. Mutlaka. Bizden bir hikayeyi izlemek her zmana keyiflidir.

Sakallis arkadışımla konuştuğumuz şey ise: hangi mantıkla fime bu isim verdiler. Daha ortlama bir isimle daha çok insana ulaşılabilirdi. Derdim popüler olması değil, ama sadece ismi yüzünden izlemeyenler var.
9/10

05 Kasım 2009

Antichrist

Piskopatın allahıyım.
Dogma manifestounu yazdıktan sonra ondan belki de ilk vazgeçenin Lars Von Trier olacağını kim bilebilirdi ki. Ya köklerine (nerdeyse) geri döneceğini.

Rahatlıkla söyleyebilirim ki Breaking the Wave'den sonra en iyi Trier filmi. Daha 2 ay önce The Boss of All filmiyle beni dumura uğratan bu küstah adam aynı etkiyi bu sefer olumlu yönde de yapabildi.

Filmin konusu gerçekten anlatmaya müsait değil. İzlersin ve yavaşça içine sindirirsin. Zira rahatsız filmler katagorisine girebilecek simgesel bombardımlarla dolu yavaş görünen ama durmayan bir tempoya sahip.

Oyuncuların devleştiği bir yapım var karşımızda.

Hasta kadınlarla uğraşmayı seviyor Trier (ben de onu kendime bundan yakın hissediyorum:) Kendine uyan tek onlar var anlaşılan. Tavsiye edilesi bir film Antichrist. Cannes sonrası izleyebildiğimiz filmler gerçekten bu yılın en iyileri olmaya devam ediyor
8.5/10

04 Kasım 2009

moon


yalnızlığını sadece kendinle paylaşabilirsin.


Sam'i ilk gördüğümüzde üzerindeki "wake up" tshirtünün derdi sonra anlaşılıyor zaten. Ama yine de beklenenden çok çok daha fazlasını veriyor Moon. Bu yılın District 9 ile en iyi iki filminden biri duruyor karşımızda. Benim gibi sinema "drama ve bilimkurgu"dur diyen biri için iyi bilimkurgu izlemek nasıl heyecan verici birşey anlatmaam.

Sam'i Sam Rockwell canlandırıyor. Filmi dünyay düşen adamın oğlu çekiyor. Ortadaki referanslar Stanley Kubrick, Lynch ve tabi ki Tarkovski. Zaten hangi film Tarkovski göndermesi değil ki.

Moon bir adamın yalnızlıkla verdiği savaş ve kendini kaybetme noktasında bizim ney kime inancağımızı sorglama cesaretini gösterebilen bir film. Türün önemli eserlerinden biri ve Sakallis'le konuştuğumuz gibi 10 yıl sonra sinemaya yeni başlamış zihinlerin"abi 2009 yapımı bir film varmış Moon diye, defterime yazdım bir ara izemeliyim" diyeceği ve tahminen düşündüğü an "gözünün önüne film karelerinin gelmesini sağlayacak bir zamanda" yapacak bunu. Ama bu kadar etkileyici olacak mı o ayrı.

Film uzay, yalnızlık, klonlama, sistemle savaş gibi şeylere değiniyor. Ama asıl derdi "insanoğlunun huzuru ve mutluluğu için" herşeyi yapan büyük firmaların insan hayatını en çok hiçe sayan varlıklar olduğu ve bir insan olarak ele aldığımızda o tek kişinin de önemli olduğu. Hepimiz "biricik"iz ve ne pahasına olursa olsun gözden çıkartılamayız. (evet missi, makyavel meselesi). Vazgeçersen hiç üşenmezler ışık yılı öteden ölüm timi gönderirler ama.

Ama filmde bir bilgisayar var ki anlatılamaz. Gerty. Yüz yılın gerçekten en iyi robotu. Kevin karizmatik sesiyle renk katıyor ama genel-geçer bilimkurgu bilgisayarından uzaklaşıyor. Zaten kötü olan tonla insan ve şirket var değil mi? "HAL"a saygıları da borç bilirim tabi.

Dünyaya düşen adamın oğlu Sam Rockwell'i seçerek ne denli iyi bir iş yaptığını göstermiş, yönetim senaryo oyunculuklar (rockwell iki kere) müzikler (clint mansell) ve görsel efektler şahane olmuş. Film 9.5 alır benden.

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP