ingiltere etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ingiltere etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

24 Şubat 2015

The Inbeetweners 2

İlkinden bir farkı yok. 



Anlatımı dili aynı dizisi gibi devam ediyor. Biraz büyümüşüz galiba rahatsız bile etti şapşallıkları ama keyifle be abi.

Islak hamburger gibi : pislik ama lezzetli  :)


The Imitation Game

Senenin balonu  :)



Ne zamandır bu kadar iddialı konuşmamış olaiblir. Bok gibi film. Öyle süper bir hikaye ve film falan yok ortada. Orta üstü bir erkek oyuncu ve alt metinde gaylik devlet tutuculuğu vurgusu.  Haricinde duygusal iniş çıkışları saçma daha önce 10 tane filmden bildiğimiz bir hikaye var. Evet bireye indirgemiş savaş zaferini ve gösterişli bir şekilde yapmıyor ama yine de abartıldığı kadar iyi değil.


İzlersin geçer. 1-2 yıl sonra aklına gelmez bile.


10 Ocak 2015

Frank

Müzik filmi diye izledik, sonuna kadar da öyleymiş meğersem.


Başka bir şey yok gibi amalistelere en iyi film diye girmiş. Hep dedim bu sene itibariyle karmaşık iş hayatı bebeğimizin doğması ile kafam değişti sanırım. Filmi sevmedim mi? sevdim. Ama biraz sıkıldım biraz dağınık buldum. Aslında eğlenceli ve müzikseverler için iyi bir film.

Klavye çalan adamımız hasbelkader bir gruba girer ve çok uzun süren albüm yapma çalışmaları için bir göl evine kapanırlar. Burada yaşananlar ve sosyal medyadan paylaştıklarıyla hayatları yön değiştirir ve günümüz amatör gruplarının girdiği sürece dahil olurlar. Ama Frank grubun vokali ve her şeyi olarak değişik biridir ve onunla hiçbir şey kolay değildir.

7/10

Trance

Guy Ritche'nin Revolver'ına benziyor film. Ama biraz daha karışık.
 

Dany Boyle farklı bir iş çıkarmış. Akıl oyunları ve hipnoz filmde başrolde.Ama film bir karışıp bir çözülen ip yumağı gibi. Normalde bu tarz suç filmlerini sevmem rağmen bu film akıp gitti. Ne akılda kaldı ne üzerine söylenecek bir şey var.

03 Kasım 2014

Begin Again

Once'ın yönetmeni John Carney'den Mark Ruffolove Keira Knigthly'li güzel film.


Sevgilisi ünlü bir şarkıcı oluverince kendini Amerikda bulan Gretta (Knightley) ilk zamanlarını keyifle geçirirken şöhreti kaldıramayan sevgilisinin kendini aldatmasıyla amerikada yalnız bulmuşken, kayıplara karışmış ve hiç bir şey üretmeyen yapımcı Dan (Ruffalo) ile tanışır ve kendi albümleriniyapmaya karar verirler.

Film yine değişik yerlerde değişik şarkılar yapma sürecini aktarıyor. Once'a bayağa benziyor aslında. 
Bence izlemesi keyifli ve güzel bir film. Kış ayları da geldi. Evde zaman geçirmek isteyenlere.

26 Ekim 2014

Starred Up

İsmine bakınca sokak dansçılarını anlatan filmler geliyor olaiblir ama bu tam tersi. 



Hapishaneye giren Eric Love isyankar tavrını nedendir ilk andan itibaren herkese hissettiriyor. Hem de iliklerine kadar. Ya da kasıklarına.

Anne babasız büyümüş ve sonunda babasının da yattığı hapishaneye düşen Eric'in hayatındaki tek sevgi sözcüğü soyadında geçmektedir ve o da nadiren bahsi geçen bir kelimedir. Zaten kelime olmaktan da öteye gitmez.

Kendi varlığını babası başta olmak üzere herkese ispatlamaktan başka kaygısı olmayan Eric Love kendini ıslah etmeye çalışan psikolog üzerinden de bazı sosyal göndermeler yapıyor.

Bence gayet iyi film. Hapishane filmleri genelede sevilir ama bu film anlatımı güzel ve sert. Acımasızca ekrana aktarıyor duyguları. Becerdiğinde ingilizler sert filmler çekme konusunda hala en iyiler bence.

İzlenilesi.

The Selfish Giant

İngiliz filmleri iyidir, İngiliz çocuklarının hayatından kesit aktaran filmler daha iyidir.


İngiliz kadın yönetmen Clio Barnard'ın ilk uzun metrajlı filmi The Selfish Giant ve beklenmedik şekilde başarılı. Yani buna benzer şekilde çocukları anlatan ingilizler oldu. Ken Loach'ın Kes'i ilk akla gelen. This is England günümüz versiyonu. Ama The Selfish Giant diğerlerine pek de benzemeye çalışmadan hikayesini anlatıyor. 

Kadın yönetmenin en önemli etkisi siyasi olgulardan uzak olarak duygusallık oranını yüksek tutması olabilir. Bu filme eksi puan kazandırmıyor ama. 

İzlenilesi.  

22 Ağustos 2014

The World's End

Bence This the End ile akrabalar. Uzaktan. 



Eğlenceli bir film. Yine uzaylılar kıyamet alametleri ve geçmişten gelen arkadaşlıkların sorgulanması durumları var.

İzlenesi film. İngizli komedisi hep iyidir zaten.

8/10

21 Ağustos 2014

Locke

Tek mekan tek adam filmlerinden belki en akıcısı. 
Tom Hardy de gerçekten sade ve güzel oyunculuğuyla filmi alığ götürüyor. 


locke binadan bahsettiği şu kısımda aslında kendine kurmuş olduğu iş-evlilik-vs. hayatından bahseder:

" çünkü binam tamamlandığında,
55 katlı olacak.
2.223.000 ton ağırlığında olacak.
tamam mı? binam su seviyesini
değiştirecek ve graniti sıkıştıracak.
30 kilometre öteden görülebilecek.
gün batımında muhtemelen
1,5 kilometre uzunluğunda gölgesi olacak.
eğer binamın temelinin
betonu doğru olmazsa...
...bir santim bile kayarsa,
çatlaklar oluşur.
anladın mı? eğer çatlaklar oluşursa,
zaman geçtikçe büyürler, değil mi?

- ve tüm bina yıkılır.

bir hata yaparsan,
küçücük bir hata yaparsan donal...
...tüm dünya başının üzerine yıkılır."

ve işte bir küçük çatlak büyür, özene bezene kurduğun on numara yaşamınıı yerle bir eder.

eşinin de birkaç kez belirttiği gibi:
" bir kezle hiç arasındaki fark her şeydir."


Buried'dan daha geniş bir alanı olsa da plakası Adi-x-os olan bir arabanın içinde hayatının değişmine tanıklk eden adamın hikayesi.

8/10

04 Şubat 2013

Seven Psychopaths

Olacak gibi yaptı ama olmadı.



Film In Brugge ile gönüllerimizi fetheden Martin McDonagh'ın yine benzer enerjideki filmi.
Öncelikle bu filmi beğenmedim değil. Zekice yazılmış esprileri ve iyi oyunculuklarıyla gayet yeterli bir film. Ama In Brugge'deki şaşkınlık bu filmin sonunda oluşmuyor. Hem de ilk giriş ve gelişme o hissi verirken sonunu bağlayamama sıkıntısı çekiyor.

Son dönem kitap yazma film yazma o sırada hayatının ona dönüşmesi ya da zaten öyle olduğunu fark etme tripli filmlerden biri. Sancılı yaratım sürecindeki yazar "tıkanma" yaşar ve film ortaya çıkar. (Words, Ruby Sparks ilk akla gelenler)

Ama seven psychopaths özellikle Sam Rockwell'in karakteri ve oyunculuğuyla inanılmaz eğlenceli. Zaten tüm güldürü ögeleri de onun üzerinden dönüyor.

İzlenir mi sorusunun cevabı kesinlikle izlenir. Herkese de tavsiye edilir. Sonlarda az sıksa da genele hitap edecek eğlenceli film. In Brugge'le kıyaslamak da haksızlık zaten.

7/10


10 Kasım 2012

The Angel's Share

Meleklerin payı 


Ken Loach kadar işçilerin payını veren bir adam daha var mı acaba? Öyle sıradan hikayeler anlatıyor ki sevmemek mümkün değil. Öyle babacan anlatıyor ki empati kurmamak şüphe uyandırır.

Paul Levarty ile ortalığı da insanlara olan inancı da bitmemiş bu adamın. Açıkcası önceki filmi Route Irish ile şiddete bu kadar yaklaşması (haklı olsa bile) bir an "lan noluyor dedirtse de bu filmiyle yine sıcak iç ısıtan yıllandıkça güzelleşen bir viski gibi olduğunu ispatladı.

Robby başı beladan kurtulmayan (daha doğrusu kendini beladan korumak konusunda sıkıntıları olan) bir gençtir. Son vukuatı sonucu kamu hizmeti cezası alır. Burada Harry kendisinin elinden tutar ve onu viskiyle tanıştırır. Viski Robby'nin hayatını değiştirecektir. Şişelerin peşinden koşturuacak ama karısı ve doğacak çocuğu için güzel bir hayat için çabalayacaktır.

Açıkcası filmin aksayan net bölümleri var. Ama film o kadar sevgi dolu ki her şeyi boşvermek mümkün.


06 Ağustos 2012

Black Mirror

Modern çağın televizyon şaheseri.



Black Mirror 3 bölümden oluşan bir tv serisi. Ancak her bölüm tamamen bağımsız ve diğerleriyle alakasız. Alakasız dedimse ana tema üzerinden aynı olmakla farklı hikayeler anlatmakta.

Birinci seri de ingilterede sevilen bir kız kaçırılır ve kaçıran kiçi bir tehdit postasıyla "kızı öldürmemesinin tek şartını" açıklıyor. Başbakan canlı yayında bir domuzla sevişmezse kızı kimse bir daha göremeyecektir.

İkinci de ise çalışıp (koşu bandında) elektrik üreten genç erkeğimiz zorunluluklar dünyasında (tv izlemek istemezsen ceza puanı yersin. yemekler puanla, koşup kazandığın puanlar zorunlu kaldığın şeylerle gider). Adamımız bir kızdan hoşlanır puanlarını ona verir. Kız o puanlarla sahneye çıkabilecek ve ünlü olup kurtulabilecektir bu hayattan.  Bişeyler olur (spoiler olmasın çok) sonra kendine kastırır bu kez de puan toplamak için ve sahneye çıkar. Kendini öldürecektir canlı yayında ve öncesinde sistemi eleştiren sert bir konuşma yapar. Tam öldürecekken şovun sunucusu (akın ılıcalı gibi birşey) sana önerim var der ve adamı her hafta televizyonda aynı formatta bir şov programına çevirir. Adamımız artık sistemi eleştirdiğini söyleyip duran bir şov insanı olarak rahata ulaşmıştır.

Pek güzel bir bölümdür.

Üçüncü de ise insanlara takılan bir çiple gördükleri herşeyi kayıt edebiliyor ve sonradan tekrar izleyebiliyorlar. Bu durumun o an kaçırılan detaylara dönüşü sağlaması ve bunun insan hayatında yarattığı etkileri işliyor.

Yani bu üç film de oldukça başarılı ve ilgi çekici konulara değinerek televizyon dünyasını yerin dibine sokan bir televizyon serisi olarak ironileri içinde barındırıyor.

Mutlaka izleyin.

14 Mart 2012

Perfect Sense


Duyular mı duygular mı?



Milliyet gazetesinde haberi okutmak için hazırlanan başlıklara benzedi üstteki yazı.

İnsan hangisi olmadan devam edebilir yaşamına? Duygular olmazsa olur gibi geliyor ama bu film sanıyorum bu savı çürütmek için var. Ya da şöyle: insan oğlu her şarta uyum sağlayabiliyor. Zaten bambaşka coğrafya ve şartlarda yaşamaya devam eden insanlar bunun göstergesi. Ama bu filmde duyularını yavaş yavaş yitiren insanların da hayat uyum sağlaması ama yiten her duyuyla insanlığın da yavaşça yittiğini görebiliyoruz. Ama insanlık ya da duyular gitse de sevginin gücünün yaşayanları nasıl bağlar birbirine hissettirmeye çalışıyor film.

Aslında çok iyi bir film olamayışı burdan geliyor. Hisleri çok iyi aktaramıyor gibi. Yani savlarının maddesel yanlarına yoğunlaşınca duygusal yanı biraz havada kalıyor gibi.

Ama yine de güzel, romantik, izlenilesi bir film.


18 Haziran 2011

Kes



Not : Yazının tamamı için üstteki metine tıklayın.

17 Haziran 2011

Route Irish

"hayal kırıklığı değil öfke hissedin"


Irak Savaşının artık oturma odamızda olduğunu söyleyen yönetmen dünyanın her yerindeki ezilmiş tarafa eğilmeye devam ediyor. Daha önce İspanya iç savaşı ve Meksikalı göçmenleri konu olmuştu. Şimdi de ırak ve büyük şirketlerin para uğruna hayatları hiçe sayışını konu alıyor büyük usta.




Fergus kendisiyle birlikte Irak'a götürdüğü arkadaşının ölümünün ardından "yanlış zamanda yanlış yerde" olduğuna inanmaz ve araştırınca büyük şirketler ve insanlıktan nasibini almamış insanların hesabını kesmeye karar verir.




Film gerek kurgusu gerek hareket oranının yüksekliği ile farklı bir Loach filmi. Eleştiri dozu ise çoğundan yüksek. Ama klişeleri yıkan yapısı ile gönülleri fethediyor. Kendi ipini kendi çekecek kadar cesur adamların hikayesi.




Not: filmde tek dikkat çeken şey; Loach için fazla ölümün olması hatta bazı ölümleri bizim isteyecek hale gelmemiz ve bunların rasyonelleşmesi.









15 Haziran 2011

My Name is Joe



joe tipik bir erkek. kaybetmeye mahkum olanlardan. o yüzden de bizden zaten. hayatında gerçek hatalar yapamasa da doğrulara ulaşamayan biri joe. çünkü kendini düşünmeyen biri.
kendini düşünmezsen kendi doğrularına ulaşamazsın joe.
hey joe! o kadınla ne yapıyorsun?
hey joe! o çocukla ne işin var?!
hey joe! gitmen gerek hemen!!
tek başına!!

8,5/10

08 Mayıs 2011

Wild Target

Çok zamanın varsa







Son 2 ayın en sıkıntılı gününde izlenmiş bir film olarak kendisine saygım sonsuz. Öyle boktan bir ortamda bile izletti kendini. Elimde başka alternatif olmayışı etkiliydi belki.



Hareketli eğlenceli ama pek orjinal olmayan bir film. Bir seri katil, sahte tablo satılarak dolandırılınca tutulur. İşinin en iyisi olan katilimiz tabloyu satan kızı görünce birden değişiverir ve tersine bir kovalamaca başlar.



Renkli ve sıkıcı değilse de ancak bol zamanı olanlara göre bir film diyebilriim.


6.5/10


05 Nisan 2011

london boulvard


sanırım Colin Farrel de bizim gibi düşündü : In Bruge 2 mi geliyor yoksa?

ama maalesef hayır. bu film sunset bulvarına göndermesiyle in bruge desteğini almış biraz da guy ritche benzeri suç serpiştirmiş.


ben sevmedim biraz karışık ve alakasız geldi. pek çok ince detay olsa da tamamında bir bütünlük yakalamak zor.


not:sıkıcı mı değil.yine de...


6.5/10

16 Şubat 2011

the King's Speech

filmde iki tane adam var ve konuşup duruyorlar.
iki adam da konuşuyor.
adamların ikisi konuşuyor.
bir kadın araya giriyor ve adamlar konuşmaya devam ediyor.


akıcı ama filmle iligli aklımda kalan tek şey yukarıda yazdıklarımdır.


16 Ağustos 2010

Skins

Farklı bir ingilzi dizisi daha.


İngilizler iyi dizi yapıyorlar bence. Ben bu adamları seviyorum. Ama yaşamak istemem onlarla :))

Skins bir gençlik dizisi. Benim gibi artık genç sayılmayan biri için (şaka şaka daha bebe sayılırım) bile dizi oldukça farklı ve keyifli.

Nedir bu diziyi farklı kılan unsur?
1- Her bölüm bir karaktere odaklanılıyor. Herşey ve diğer kişiler her bölümde var ama herşey o bölümün kahramanının gözünden ve dünyasından resmediliyor. Tabi böyle olunca da çekimler müzikler kamera da o karakterin yapısına göre değişiyor ki her bölüm başka bir dizi haline geliyor.

2- Karakterlerin anlatılışı farklı. Dramatize edilmiyorlar. Eğlenceli de olsa karakterlerin sıkıntıları çok iyi işleniyor. Hepsinin sorunlarına ve derine iniyor.

3- Eğlenceli. Gençlik dizisi de olsa hayatın eğlenceli ve dramatik yanlarını eşit pay ediyor. Gerçeklik üst düzeyde.

bir iki yerde bunu OC. ve Gossip Girl ile kıyaslayanlar var. Alakası yok. Uzunca bir film gibi. Her seferinde farklı. Dedikoducu ve kimin eli kimin cebinde belli değil dizisi değil. Sonradan bozarsa karışmam.

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP