gerilim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gerilim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

09 Kasım 2013

The Purge

Kötü senaryo ama zaten tırsak olan beni en azından korkuttu.


Korku filmlerini sevmedim sevemedim. Deniyorum ısrarla ama olmuyor. Bir tek The Others ve ispanyol yapımı El Orphanage senaryoları daiyi olduğu ve sorunsuz aktığı için iyiydiler.

The Purge aslında eleştiri dozu yüksek bir film.
Her yıl bir gece suç işlemek serbest. 12 saat boyunca ne polis ne ambulans ne itfaiye çalışmayacak. Herkes kendi başına kalacak. İnsanlar ya av ya avcı konumunda. Burası tabiki Amerika Birleşik Devletleri. Vebu gece sayesinde ülkenin ayakta kaldığınadem vurulup duruluyor. Yani koca ülkenin arınması şiddetin yasallaşmasıve serbestleşmesi. En kötüsü ise kabul edilir olması. 


James Sandin bir güvenlik şirketinin sahibidir ve arınma gecesi sayesinde satışları çok iyidir. Para kazanmaya başlamış ve evini arabasını yenilemiştir. Muhafazakar olan bu adam net şekilde arınma gecesinin ekmeğini yemektedir. Komşular ise bizim üzerimizden zengin oluyorsunuz tribindedi bu aileye karşı. (yok artık. adam iş yapıp para kazanıyor ve komşular bizi soydu tribinde. alma o zaman güvenlik sistemi adamdan)

Sonra bu gece başında kızıyla olan gerginlikler olsun eve oğlunun aldığı siyahi kaçak olsun bir anda huzurlu geçeceği düşünülen geceyi başka bir hale getiriyor. Zenginler gelip siyah adamı teslim et diyor. Derken muhafazakar abimiz bir anda insancıl düşüneyim mi ikilemindeyken kahraman olarak filmden ayrılıyor. Lan bu model bir adamı kahramanlaştırarak korumak nedir? Ailesini koruyordu değil mi? Ama insanların binlercesinin ölmesinin yararından bahsediyordu. Bunun faydasından. 
Ne oldu peki sonunda (klişe) salak komşular gecenin sonunda bizi soydunuz tribiyle evi bastı bunları siyahi kaçağın peşindeki zengin züppelerden kurtardı ama kendimiz öldürecez dedi. Sonra ne oldu? Evet bildiniz o siyah kardeşimiz geldi ve aileyi kurtardı. Yani ezilen adam geldi ve zenginliğe karşı insanlık dersi verdi. Onun da elleri kanlı ama unutmamak lazım. 
Neyse kötü film. Ama iş için ürdünde salak bir evde izledik. Tırstık haliyle yer yer. Hepsi bu. 

28 Mart 2013

The Imposter

Hastayım, hastasın, hastalar. 


Böyle hasta insanların bir araya gelmesi böyle bir olay örgüsü yaratabilir. 
Texsaslı bir ailenin 12 yaşındaki oğulları bir gün kaybolur. Bu sarışın ince surat hatlarına sahip çocuğun 3 yıl sonra İspanyada bulunduğu bilgisiaile gelir. Anca çocuk uzamış, suratı yuvarlaklaşmış ve en ilginci esmerleşmiştir. Bayağa esmerleşmekten bahsediyorum. 

Filmi ilginç kılan kısmı ailenin çocuğu olduğu gibi kabullenmesi. 
(buraya kadar ki bölümü tanıtımda da geçmekte) 


-----------Yazının Sonrası Spoiler içerir--------------

 Olayı kısaca anlatmak gerekirse: biri ispanyada polisi arar ve  bir çocuk bulduğunu söyler. 16-17 yaşlarında korkmuş bir çocuk. Polis gider çocuğu bulur sorar soruşturur ama kim olduğunu bulamaz. Çocuk Esirgemeye verir. Onlar da bilgi vermezse parmak izi kaydını alacaklarını söyleyince çocuk amerikalıy der. Aileme ulaşım der. Telefonla polisten amerikada kayıp kişileri öğrenir birinin kendi olduğunu iddia eder. Hoppola. Faks gelir. Kayıp çocuk texsaslı sarışın. Eleman saçını boyar aile fertlerinden geleni de sessiz ürkekçe inandırır (mı)!?  Pasaport çıkartır yollarlar. Tümaile fertleri inanmıştır kayıp oğullarının geldiğine. eleman nicholas gibi dolanır ortalarda. Hatta abartıp televizyon programlarına çıkıp kaçırılma hikayelerini anlatır. Ama bir özel ajan inanmaz ve araştırır. elemanın Cezayir asıllı bir fransız olduğunu ve avrupanın nerdeyse tüm ülkerinde çocuk esirgeme evlerinde kaçak kimliklerlekaldığını ve23 yaşında olduğunu öğrenir. Sınır dışı edilir. Aile ise "bizonun çocuğumuz olduğunu düşünüyorduk. kandırıldık" der. Ama belgeselin gidişinden çocuklarının öldürüldüğünü bildikleri vgizlemekiçin böyle bir oyunun içine girince göz yumdukları ihtimali belirir. Tabi ki bunu reddederler. 

Ben de ailenin çocuğun aile fertlerinden biri tarafından öldürüldüğünü bildiklerine inananlardanım. 

-----------Yazının Öncesi Spoiler içerir--------------

  
Sonuç olarak hasta bir velet var kaybolan. 
Hasta bir adam var onun yerine geçen ve bir aile var hasta şekilde durumu kabullenen(miş gibi görünen) 

Böylesine fantastik bir hikayeyi eline yüzüne bulaştırmadan çeken Bart Layton'ın oldukça başarılı olduğunu düşünüyorum. Zira filmde gerçek kişileri kullanması, gerçekleri aktarırken (ima da bulunsa bile) tarafsız kalmayı başarmasıyla iyi bir iş çıkardığını düşünüyorum. 

Böylesine polisiye aksiyon filmi tadında gerilimi yüksek bir belgesel izlemek sık karşılaşılan bir durum değil. Son dönemde öne çıkan belgelerden biri olarak kayda geçmeli izlenecekler listesine eklenmeli. 

8/10

25 Ocak 2013

transberian

yıllardır izleyecekler listesinde duruyor. ama ne zamanki araba yolda kaldı ve ben otobüse bindim ve karşıma transberian çıktı. bu kez izledim nihayet. bunca zaman izlemediğime de pişman oldum.



Kesinlikle çok başarılı bir gerilim polisye filmi. Tam polisiye denemez ama kovalamacaları soru işaretleri oldukça başarılı.

Uçsuz bucaksız Sibirya topraklarına sıkışıp kalmış bir çift ve onların peşinde olan bir dedektif. Emily Mortimer olsun Woody Harelson olsun gayet başarılı. Bence geçti artık izlenmez bu film diye düşünmeyin. Mutlaka ilk fırsatta izleyin. İlk fırsatta diyorum dikkate alın bence  :)

8/10


10 Nisan 2011

Kaboom

Gregg Araki eşcinsel ergen filmi yapmaktan vazgeçecek mi?



Valla konuyu bağlamak güç. Biseksüel smith bir gece bir cinayet gördüğünü sanar ve yanına mistik güçleri olan bir kızla başı belada olan stellayı da alıp olayları çözmeye çalışır.


Amma herşey ilişkiler kadar karöaşıktır. Her ne kadar filmdeki London karakteri tersini söylese de film sonlarda açılıp basitleşiyor. Burda ucuzlaşıp dandikleşiyoru kastediyorum tabi.


Tek artısı filmin gerilim dozunun iyi olması. bence araki farklı konulara el atsa iyi olacak artık. Patlayan bir dünya görmek çok da güzel değil


6/10


01 Kasım 2010

Buried

Evet insanın aklına tabuta canlı gömülmek deyince Kill Bill geliyor ama bu film ondan çok farklı bir yerde.


buried tek bir düşünceden yola çıkmış gibi. olabilecek en dar alanda film çekmek.
filmin tamamı bir tabutta geçmekte. ve beklenenin aksine alan olarak daha fazlasını vermemekte. işte bu sıkışmışlık conrayın telefonla konuştuğu yerleri ve kişileri bize göstermemesi, bizim de onunla birlikte tabutta sıkışmış gibi hissetmemize yarıyor. onunla beraber nefeslerimiz hızlanıp yavaşlıyor.


filmin baştan aşağı sistem bürokrasi savaş ve emperyalizm karşıtı oluşu bu dar alana rağmen bu eleştiri dozunu yüksek tutması yönetmenin ve görüntü yönetiminin üstün başarısından kaynaklı. daha önce hiç bir filminden çok memnun ayrılmadığım, ama bağımsız ruhuyla bizi etkileyen ryan reynolds da gerçekten iyi iş çıkarıyor. hem oyunculuğu hem de pek çok yerde filmin tanınırlığını ve ilgi çekiciliğini arttırarak.

buried ırak'a giden amerikanın saplandığı ve çıkamayacağı bataklığı resmediyor. bunun yanında amerikalıların insan hayatını (her iki tarafınkini de) nasıl hiçe saydığını tüm çıplaklığıyla resmediyor. büyük şirketlerin üç kuruş para için yaptıkları, yardım hatlarındaki büroksosi ve aptallıklar onun kadar bizim de sinirlerimizi bozuyor. bu kadar dar alanda yaptıklarını görüyoruz. bir de tabutun dışını düşünsene. yönetmen sanki korkup onu göstermiyor. gerek kalmıyor göstermeye. işin bir diğer yanı biz diğer herşey kadar conray'a da sinir oluyoruz. sinir patlamalrı (o durum için normal olsa da)ve kontrolsuz öfkesi hiçbir işine yaramıyor. bu da bizi daha çaresiz kılıyor.

ispanyadan böyle bir film çıkması ve tüm klişeleri yıkması sevindirici. radikal olurken yenilikçi de oluyor ve cesur davranıyor.

9/10

not: film sinemada daha tatsız oluyor. zira karanlık olması gereken sahnelerde acil çıkş ve exit ışıkları salonu belli bir ışık seviyesinde tutuyor. evde geç saatte izlemekte yarar var.

30 Eylül 2010

The Experiment


Sert lan film!


İşte sırf bu yüzden sevdim filmi. Tabi ki bu filmle iligli ilk bahsi açılan konu "Das Experement"dir. Bunun olmaması mümkün değil. Das experement Zimbarda'nun ünlü deneyine yaslanması bence çok cesurcaydı. Zira bu sosyal psikolojiyi inceleyen deney gerçek hayatta büyük ses getirmiş ve deney kontrolden çıkmak üzereyken sonlandırılmış.

Ama Zimbardo'nun deneyi her zaman önemli ve düşündürücü olmuştur. Sinemanın hali hazırda deney videoları bile varken bu konuya değinmekte geçikmesi gerçekten şaşırtıcı. Zira bu deney insan içgüdülerinin ne denli kontrolsüz de dengesiz olduğunun kanıtıdır. Örgütsel olarak bulunduğun grubun ve sana verilen yetkilerin senin sen olmaktan çıkmasıyla ilgili. Sosyal konumun insan psikolojisini nasıl etkilediği.

Her neyse. Biraz alkol aldığımdan mı bilmioyrum filmi izlerken gerildim. Özellikle girişteki jenerik ve deneklere gösterilen A clockwork orangevari şiddet videoları sahnesinde. Öyle bir hazırladı ki o sahneler bizi filme gerginliğimiz filmin tamamına yayıldı. Yapması gereken gibi duyularla oynadı. Gerisindeki çok doldurulamayan içerik o gerginliği kullandı.

Evet film gerçekten deneyin sosyolojik yanına "Das Experement" gibi yaklaşamadı. Ama gerilim filmi olarak bakınca gayet eli yüzü düzgündü. Sinirlendik, uyuz olduk, gerildik. Sinemasal ve teknik anlamda çok başarılı olmasa da zaten ilk filmde bunlara doymuştuk. Aynı konuyu tekrar izlenilir kılmanın hollywoodcasını başarmış yönetmen. (adını bulmaya üşendim evet)

Beklentim düşüktü filmi izlerken. zira "das experement" oldukça iyi bir film benim gözümde. Ama bu film yakın tarihine ve referansına rağmen eline yüzüne bulaştırmadan filmi kotarmış.

7,5/10

03 Ağustos 2010

After Life

Yaşamdan sonra ne mi kalıyor : Pişmanlık.




Hayatı yaşamayanlar ölmekten korkar demişti bir filozof (belki de filozof değildi bilmiyorum).
Neyse konumuz o değil zaten.

bir şeyleri (ne olduğunu bilemedim) farklı yapmaya çalışan bir film.

öncelikle filmi hayden cristenin oynadığı bir filme benzettim. trauvma mıydı neydi? (tembel porco) ama bu biraz daha farklı. ölüp cenaze evine getirilen sera orda kendini, olayaları ve ölümü sorgulayacaktır. liam nelson'un cool oyunculuğu karşısında ezilse de christina ricci bolca meme göstererek bizi etkilemeyi başardı. gerilim filmi olarak çok etkili değil. sebepler havada kalıyor. drama kısmıda kastırmıyor. ağlamadım hiç. zaten komik değil. mistik bişey de yok. demek ki normal belki altı bir filmle karşı karşıyayız.

izlenemeli mi sorusuna elinde film yok ve ısrarla gerilim izlemek isteyen arkadaşların varsa olur. yoksa boşver. ne gerek var. meme için google görsellere baksan da olur.

6/10

09 Haziran 2010

Dead Snow




Yok lan aaslında izlenmeyecek gibi değil. Ama vasat bir senaryo vasat oyunculuk ve vasat olan herşey. Az korkutucu, biraz komik. sıkılmadan izleniyor en azından.

Yine değinecem. Senaryo bu kadar mı kötü olur kardeşim? Biraz uğrşasanız fena olmayacakmış film. Neyse izleyin efendim. Bence yeterince vahşi değil. Sevgilinizle izleyin hem de.

6/10



16 Eylül 2009

R Point

Kimse ne olduğunu bilmiyor?

Savaş filmlerinin vazgeçilmez sahnesidir, ekip üyelerinin hepsi hayattayken birlikte fotoğraf çektirmek. "R Point" in savaş filmlerine benzeyen tek yanı da bu sanırım.

R Point Kore yapımı bir savaş filmi. Düşmanın olmadığı, psikolijik bir savaş. Kayıp askerleri bulmak için Vietkong topraklarına giren askerler de teker teker kaybolurlar, ölürler, intihar ederler. Filmin başındaki kurgu ve yukardaki fotoğraf bize olacakları söylese de nasıl olacağını öğreneceğimizi ummamızı sağlıyor.

Ummuduğumuzu bulamama sebebimizse kayıp askerleri arayan timin operasyon hakkında hiç birşey bilmemesine ek olarak dışardan izleyen bizler de bir şey öğrenemiyoruz. Yani kimin niye nasıl öldüğü ve kaybolduğu gizemi bizi de sarıyor.

Ana akımdan ayrılan ve iyi gibi başlayan film sonunda sorulara cevap vermeyerek beklentileri karşılayamıyor. Ancak yine de değişik türde savaş filmleri sevenlerin ilgisini çekebilir.
7/10


02 Mayıs 2009

Rec

Deer Hunter'da savaşa hazırlamak için bize 45 dakika düğün göstermişti.
Rec başlarken tv programı çekimlerine tanık oluyoruz. Bir itfaiye merkezinde itfaiyecilerin bir gecesine tanık oluyoruz ve biraz eğlenceli anlarını izliyoruz. Bu bölümde filmin nereye gideceğini anlayamamak merak katsayısını arttırmakta.
Kameramanıyla çekim yapan Angela gece yarısı yayınlanacak programı için itfaiyeye gelen bir ihbar telefonunun peşine gider. Bir apartmana girerler ve yukardan garip sesler gelmekte ve komşular apartman girişinde beklemektedirler. Sonra birden binanaın kapıları kapanır heryerden ananslar gelir ve 2 itfaiye eri, bir polis ve kameranla Angela apatman sakinleriyle binada karantinaya alınırlar. Salgın bir hastalık olduğunu fark den sağlık birimleri insanları içieri kitler. Sonrasında ise içerde gerçekten yayılan bir salgın izleriz. Zombileşen insanlarla diğerleri arasında bir kovalamaca başlar.
Yönetmen filmin tamamını omuz kamerasıyla çeker. Hareketli olan ve başlarda zaten röportajlarla dolu görüntüler gerçekçilik hissini fazlasıyla arttırır. filmin içine girmemizi kolaylaştıran bu teknik Cloverfield ve Blair Witch'de de kulanılmıştı. Kesinlikle Blair Witch Project'den daha başarılı ve Cloverfield ile de yarışır.
Ksinlikle nadir rastlanan bir korku filmi. Sıkılmadan ve yorulmadan izleniyor. Ve film böyle oluncada Amerikan yeniden yapımının olmaması imkansız. Önümüzdeki yıl yeniden aynı yönetmenlerle çekilecek. Hayırlı olsun.

8/10

14 Nisan 2009

Let the Right One In

Near Dark benim için neyse, Let the Right One In de odur.



Let the Right One In yani Låt den rätte komma in son dönemin en başarılı gerilim filmi.  İsveç yapımı film, insanın içine işleyen bir sadelik ve güzellikte. Samimi. En önemlisi yavaş. Sindirilecek kadar yavaş. Bir gerilim-korku filminden pek beklenecek şey belki de. Sıcak. Sade. Yavaş. Soğukkanlı varlıklardan beklenmeyecek kadar belki de. 

12 yaşındaki Oscar ve Eli bir kış günü karların arasındaki oyun parkında karşılaşır ve tanışırlar. Oscar annesiyle yaşayan ama oldukça yalzılık çeken bir çocuk. Arkadaşı yok. Genelde tek başına takılıyor. Okulda buna musallat olan serseriler de hayatı çekilmez için tuz biber olmuştur. Eli ise muammadır. Küçük ama olgundur. Sessiz. Çıplak ayaklarıyla buz gibi havaya aldırmaz. İncecik bir elbise. Sadece akşamları Oscar'ın yanına giden Eli.

Sonra garip cinayetler olur. Sarı bantla çevrelenmiş sahneye yaklaşan kameraya bir uyarı niteliğindeki bantı dikkate almayarak lacakları kabul ettik. Kameranın yakın oluşu bizi de içine soktu filmin. Aynı şey karrakterler için de geçerli. Yavaş ve özenli işlenmişler. Bize yabancı kalmıyorlar. 

Küçük kız Lina Leandersson gerçekten etkileyici bir sadelik ve olgunlukla oynuyor. Oscar'ı canlandrıan Kåre Hedebrant'ın oyunculuğu da kesinlikle başarılı. İkilinin yalnız ve sessiz sahneleri pek çok profosyonelin altından kalkamayacağı ustalıkta. İkilinin karda parktaki karşılaşmaları Rubik Kübün olduğu ve beraber uyudkları sahne gerçekten çok başarılı. Yatak sahnesi gerçekten duygusal. 

John Ajvide Lindqvist'in çok satan kitabından uyarlanan film, senaryosu yönetimi ve oyunculuklarıyla bütün olarak başarılı. Özelikle bunun bir vampir filmi olduğunu düşünürsek yavaş ve güzel oluşuyla tadından yenmez hale gelmiş durumda. 

Kesinlikle tavsiye edilesi. Festivalde de gösterilen filmi mutlaka izleyin. 
8,5/10

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP