29 Kasım 2013

Şili'ye özgürlük.

Pinochet'nin askeri vesayetinin nasıl sonlandığını izlemek mi istersiniz reklamları mı?


Çoğunuzun reklamları tercih edeceğini tahmin ediyorum. Filmin yönetmeni de öyle düşünmüş olacak ki dönemi en hafif şekilde stilize ederek reklam kuşağıyla veriyor. Ama yine de oldukça sert bir film var karşımızda.Çünkü sert dönemi layıkıyla anlatmak kadar bunu nasıl etikili anlatacağını ve insanların bunu geçekten algılayacağını tahmin etmek ve bu seviyde film çekmek kanımca önemli. 

No; 1988'de Pinochet'ye gelen baskılar sonrası bir plebisit ile koltuğunda kalıp kalmayacağını gösterecek bir seçime gitme kararı alması sonucu onca yıl zulüm gören sosyalist kesimin "PINOCHETE'YE HAYIR" kampanyasını nasıl bir içeecek reklamı tarzında oluşturduğunu anlatıyor.

Olay örgüsü bence gereksiz, adamın amerikadan gelmesi karısından ayrılmış tek çocuk sahibi olması sadece hikayenin sağlamlaşması için gerekliydi. Eksik kalmasın diye konmuş. Ama umut vererek zulmü yenmek gerektiği teması kuvvetli. 

Filmin gerçekle birebir uyuşmadığını belirtenler var. Kampanya reklamcıdan önce bu şekilde olsun diyen politikacılar, No kampanyasını destekleyenin Amerika olduğunu belirtenler. Bazı kısımlarını bilemiyoruz tabi ama geçmişe ışık tutması açısından kıymetli buluyorum ben filmi. 

İzlenmeli. 

9/10

14 Kasım 2013

Captain Philips

No man is left behind.

Amerikan askerinin en sinematik laflarından biri bu. Bu da amerikan filmi zaten. E içinde askerler de var zaten. 
 

Kapringen Danimarkadan çıkmış bir modern korsancılık hikayesiydi. İnsan hayatının nasıl pazarlık yapılacağına değinen gerçekçilik dozu yüksek. 

Captain Philips Amerikan versiyonu. Zaten hikayeyi anlattım sayılır.Kaptan Philips bir aile babası. Orta yaşlarında bir uzun yol gemi kaptanı. Yola çıkar gemiyle ve Somali açıklarında açlık içinde olduğu bize gösterilen Somalili korsanların gemisine saldırısyla karşılaşır. Tecrübesiyle ilk saldırıyı püskürtse de inatçı Muse gemiye ikinci saltosunda çıkar. undan sonrası tam bir kahramanlık hikayesi. Gemi personeli kurtarmak uğrunakend hayatını tehlikeye atan Kaptan ufak akılcı tavırları ile püskürttüğü aç cahil korkak sinirli Somalilerin eline düşer. Ufak acil durum botuna mahsur kalır.

Tam bu sırada devreye acil durum çağrılarına cevap veren Amerikan ordusu devreye girer. Zaten filmin ikinci yarısı bu kovalamacayla geçer. Kaptan Philips hep sakin akıllı ve ustaca davranır. Amerikan ordusu ta ülkelerinden uçakla özel tim yollar ve iki tane koca gemi takar korsanların kaçırdığı Kaptanı lurtarmak için. Sonrası zaten kahramanlık hikayesi. Öncesi de öyleydi zaten. Hepsi öyle filmin işte. Kaptan kurtulur o anda şoka girer. Ağlar falan. Zor durumda sakinken ölen insanlar ve hayatta kalma içgüdüsü o soğukkanlı adamı sarsar. 
  

Neyse Kapringene gelirsek: 150 gün boyunca korsanların elinde kalan adamları ve az para verecem diye didinip gemi ekibini (neredeyse) umursamayan büyük şirketi anlatırken Captain Philips (her ne kadar gerçekten yaşanmış da olsa) 3 gün içinde basılan gemi kaçırılan soğukkanlı ulvi kaptan ve yüce amerikan ordusu çerçevesinde geçen bir klişe yumağı. 

Kapringen biraz daha uzun olmalıyken bu film kesinlikle daha kısa olmalıydı. Evet biraz Somalilileri gösterdi, inceden tayfanın biz asker değiliz sendikalıyız diyerek sosyal mesajını verdi film ama bir iki orta durum için koca filmi beğenmek bana göre değil. O kadar Ameirkan ki rahatsız edici. Laflara gel. Gerçek bir Amerikalının başından geçenleri beğenmeme açıklamalrım saçma gelebilir ama bu bir film. Daha farklı olabilirdi. En azından abartıldığı kadar iyi değil.

12 Kasım 2013

Kapringen - A Hijacking

Kaptan Philips öncesi bir de Avrupa versiyonu izleyeyim diye...

Film Danimarka gemisinin bilmediğimiz bir yerlerde (Hindistan Afrika arası Somali taraflarına yakın) Somalili korsanlarca basılması ve gemi mürettabatının geçirdiklerini anlatıyor. Hikayenin gemi tarafında aşçı Mikkel var. Ailesine dönme planları yaparken bir anda kabusun içinde buluyor kendisini. Aslında böyle dedim ama film daha çok Danimarka merkez ofisindeki CEO Peter'ın yaşadıklarına değiniyor. Peter'ın insan hayatına rağmen üstün pazarlık yetenekeleri ve kontrolü elden bırakmayan tavrı nedeniyle istenilen para üzerinden günlerce tartışmasını izliyoruz. 



Gemi sahneleri sadece olanı anlamamız için. Çok fazla oradakilerin psikolojik çöküşlerini göremiyor hissedemiyoruz. Geminin işgal anı ve kavga gürültü yok. Ama Peter'ın filmin başındaki pazarlık gücü ve üstün yönetim becerilerinin, koltuğunu korumak için yaptıklarının ve ruh halinin daha iyi yansıtıldığını düşünüyorum ki bu bence iyi değil. Sanki zulmü çekenler değil de ağlak politikacılar mağdurmuş gibi olmuş.  Onlar savaşıp mücadele etmiş gibi. Aslında yönetmenin yaptığı buydu. Emekçilerin çektikleri değil masa başındakilerin uğraşları anlatılıyor. Para kaybetmemek için verilen mücadeleyi anlatması sanırım yönetmenin isteği. Ne kadar insancıl görüneyasalarda yöneticilerin tek derdi para ve kötü reklam olmamsı gayreti.

İnsan hayatının para ya da madde üzerinden pazarlık konusu olmasına iyi eleştiri ama. Ne demiş Çehov: saklanan bir yüzük varsa filmin sonunda mutlaka patlar. Değer verilen şey her ne olursa olsun bunu kaybetmemek için mücadele verirseniz bir şeyler kaybedeceğiniz kesin. Ceo için de aşçı için de bu geçerli.

Afişteki birbirine benzeyen gemi ve silah imajları bence ikisinin aynı şey olduğuna bir gönderme. bu da benim tespitim işte napacan  :)
Neyse film daha iyi olabilirmiş. Evet Hollywoodvari aksiyonlara girmemiş. Kişilere odaklanmış. Bazen becermiş gibi olsa da daha sağlam olmalıydı. Daha uzun olup bizi insanların sıkkınlığına bulamalıydı. Daha sert eleştirmeliydi alttan alttan değil.

Herşeye rağmen CEO Peter gerçekten savaştı. Ne için olduğu size kalmış.Yerseniz.

8/10

Filmle alakalı başka yorumlar bu linkte Captain Philips yazısında.

11 Kasım 2013

The Lone Ranger

Gore Verbinski Karayip Korsanları bitince başka bir eğlencelik çekmek istemiş, tutarsa da seriye döndürürüm demiş.İnşallah tutmaz.

Film yer yer eğlenceli olsa da o kadar vasat ve o kadar Karayip Korsanlarının western hali ki hiç bir esprisi yok. Sıkılır mısınız izlerken hayır. Ama gerek yok. Zamanınız kıymetliyse bulaşmayın.

4/10  (çok uzun zamandır bu kadar düşük not vermemiş olaibliriim)

10 Kasım 2013

Promised Land

Gus Van Sant'ten bir "şehrime dokunma" güzellemesi.

Geziparkı olaylarına benzer yanı çok. Ama filmin Francis McDormand ve Matt Damon dışında çok bir olayı bence.



Tabi ki herkesin yaşadığı yer kendisine vadedilen toprak ama her yerde para için toprağını geleceğini satan insanlar yok değil. Film buna değinmenin ötesinde yaptığı işe inancını yitiren bir adamın kırsaldaki günlerini anlatması açısında fena değil. Yani kişisel ve minimal bakarsak film ortalama ama hepsi bu. Gus Vant Sant ne kadar dikkat çekebilir buna bilmiyorum.

İzlenirliği düşük değilse de izlenmese bir şey kaybettirmeyecek filmlerden bence. (sinamdan nek adar uzaklaştığımın göstergesidir bu yazı)


09 Kasım 2013

The Purge

Kötü senaryo ama zaten tırsak olan beni en azından korkuttu.


Korku filmlerini sevmedim sevemedim. Deniyorum ısrarla ama olmuyor. Bir tek The Others ve ispanyol yapımı El Orphanage senaryoları daiyi olduğu ve sorunsuz aktığı için iyiydiler.

The Purge aslında eleştiri dozu yüksek bir film.
Her yıl bir gece suç işlemek serbest. 12 saat boyunca ne polis ne ambulans ne itfaiye çalışmayacak. Herkes kendi başına kalacak. İnsanlar ya av ya avcı konumunda. Burası tabiki Amerika Birleşik Devletleri. Vebu gece sayesinde ülkenin ayakta kaldığınadem vurulup duruluyor. Yani koca ülkenin arınması şiddetin yasallaşmasıve serbestleşmesi. En kötüsü ise kabul edilir olması. 


James Sandin bir güvenlik şirketinin sahibidir ve arınma gecesi sayesinde satışları çok iyidir. Para kazanmaya başlamış ve evini arabasını yenilemiştir. Muhafazakar olan bu adam net şekilde arınma gecesinin ekmeğini yemektedir. Komşular ise bizim üzerimizden zengin oluyorsunuz tribindedi bu aileye karşı. (yok artık. adam iş yapıp para kazanıyor ve komşular bizi soydu tribinde. alma o zaman güvenlik sistemi adamdan)

Sonra bu gece başında kızıyla olan gerginlikler olsun eve oğlunun aldığı siyahi kaçak olsun bir anda huzurlu geçeceği düşünülen geceyi başka bir hale getiriyor. Zenginler gelip siyah adamı teslim et diyor. Derken muhafazakar abimiz bir anda insancıl düşüneyim mi ikilemindeyken kahraman olarak filmden ayrılıyor. Lan bu model bir adamı kahramanlaştırarak korumak nedir? Ailesini koruyordu değil mi? Ama insanların binlercesinin ölmesinin yararından bahsediyordu. Bunun faydasından. 
Ne oldu peki sonunda (klişe) salak komşular gecenin sonunda bizi soydunuz tribiyle evi bastı bunları siyahi kaçağın peşindeki zengin züppelerden kurtardı ama kendimiz öldürecez dedi. Sonra ne oldu? Evet bildiniz o siyah kardeşimiz geldi ve aileyi kurtardı. Yani ezilen adam geldi ve zenginliğe karşı insanlık dersi verdi. Onun da elleri kanlı ama unutmamak lazım. 
Neyse kötü film. Ama iş için ürdünde salak bir evde izledik. Tırstık haliyle yer yer. Hepsi bu. 

08 Kasım 2013

In Darkness

Kötü desem beni yakarlar.

Film kesinlikle insanın yine içini acıtan bir yahudi hikayesi. Siz zaten yarısını biliyorsunuz artık filmin.
 


Polonyadaki bir grup yahudi gettoları basılıp herkes öldürülünce kaçıp kanalizasyona saklanıyorlar. Burada da kanalizasyonları kontrol ve temizlemekle görevli aynı zamanda hırsızlık da yapan Leopold bu insalnalrı görür ve onları saklayacağını ama para ister.  Bir grup yahudiyi gizli köşelerde korur da. Bunun için çok direnir, mücadele eder herşeyi karşısına alır. Zaten Schindler List'ten beri biliyoruz insanların yahudileri (insanlığı) kurtarmak için girdikleri mücadelelere.

Film teknik olarak başarılı bence. Oyunculuklar da fena değil. Peki öyleyse neden hep bir ama hissi var yazıda. Var çünkü film o kadar klişeleşmiş bir hikayeyi anlatıyorki iyi olduğu halde çok şaşırmıyor çok beğenemiyoruz.  Ödüller alması normal. Film sıkıcı değil, akıyor ve izleniyor. Deneyin derim. Ama çok yenilikçi bir şeyler beklememekte fayda var.

Filmin yönetmeni Agnieska Holland Europa Europa, Copying Bethoven gibi filmler ve Wire, Cold Case, Bridge gibi dizilerin yönetmen koltuğunda yer almış biri. Biraz pazarlama yönü kuvvetli yani.


07 Kasım 2013

Jagten - The Hunt

Sarsıcı filmler vardır.  Jagten kesinlikle insanı sarsıyor. Rahatsız ediyor ve geriyor. Bu his film bittikten bir süre sonra bile içinizde kalıyor. Hala düşününce insanı öfkelendirebilen bir anlatıma sahip film.

Lucas bir suçlamayla yüzyüze kalır ve hayatı alt üst oluverir.

---------------------spoiler-----------------------
Lucas'ın en yakın arkadaşının 6 yaşındaki kızı kavgalı ailesinin yanında bu sakin ve ilgili adamı çok sevmektedir. Ancak Lucas onun anaokulunda görevlidir ve başka bir kadınla yakınlaşmaya başlar. Küçük kız tam falliklik dönemindedir ve bunu kaldıramaz ve müdüre hanıma Lucas'ın ona pipisini gösterdiğini söyler. Ve dünya tersyüz olur.

gustave le bon: "sosyal bir kitlede kişi sayısı arttıkça düşünsellik azalır, duygusallık artar."  demiş. Filmin başında çocuk kadın ailelerin olduğu bir gölette eğlence olsun diye buz gibi suya çıplak atlayan ve teşhircilik yaptıklarını düşünmeyen kitle söz konusu varsayım başkası tarafımdan gerçekleşince linç kampanyasına girişebiliyor. 

Lucas bu süreçte yalnız kalıyor, dışlanıyor, pedefili damgası yiyor. İşin etkileyici ve filmi iyi kılan kısmı ise yönetmen filmi öyle bir hale getiriyor ki neredeyse biz bile bir süre Lucas'ın suçlu olduğuna inanıyoruz. Aslında olup olmadığını bilmiyoruz da.
 
---------------------spoiler-----------------------

Ben rahatsız etmeyi bu kadar güçlü başaranbilen filmle nadiren karşılaşıyorum. Ve seviyorum bu güç nedeniyle düşündürtebilme başarısına. Kesinlikle izlenilmesi gereken bir diye düşünüyorum. Günümüzde de toplumun birey üzerine baskısı ve kendi ayıbını görememe durumuna ayna tutuyor.


Şölen (Festen) ve Dear Wendy'den tanıdığımız Thomas Vinterberg rahatsız eden filmler yapmaya devam ediyor. Dogma ile çektiği fimlere benzeyen Jagten, Mads Mikkelsen'in gerçekten döktürmesiyle etkileyiciliğini arttıran bir film.

Adalet kavramını sorgulattı bu film bana. Bir de insan ne kadar sabırlı olabilir (olmalı) diye sordurttu.sınırları zorlamayacaksınsabırkonusund. Bence insanın patlamaya her zaman hakkı var.

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP