drama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
drama etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Kasım 2014

If I Stay (Eğer Yaşarsam)

Allah bu filmi çekeni de bir sebepten benim izlemem için önüme koyanın da belasını versin.

Çok sert yazdığımı düşünen varsa hiç bir daha konuşmayalım. Çocuğum sevse evlatlıktan reddederim valla.



Aynı hissiyatı bana The Lovely Bones da hissettirmişti. Ölen kızın arafta kalması hikayeleri. Tabi ki ergen kıxlara ailesini evdirmek için iyi ders veriyor olabilir ama filmin sinematik olarak tam bir felaket olduğunu düşünüyorum. 

Filmin karışık kurgusunu çıkarırsak hikaye şu; süper eğlenceli ailenin çelloya ömrünü adamış gıcık kezban kızları bir oğlanla ilişkiyaşar bir yandan da üniversitede müzik okumak için çabalar sonra kaza geçirirler ve tüm aile ertleri ölür. Ruhu bedeninden ayrılıp hastanede dolanan kız yaşasam mı ölsem mi diye bocalar. 

Lan bu ne.

Filmin adıyla bile uyuşmuyor. Eğer yaşarsam denilen filmde yaşarsa neyle karşılacağına dair hiç bir şey yok. Kız oyuncu  chloë grace moretz bence tam bir takoz. böyle oynamamak donukluk görmedim. ayrıca canlandırdığı karakter tam bir kezban. Oğlanla ilişkisi ailesiyle ilişkisi tam mal işi. 

Çok sinirliyim uzun zamandır bu kadar kötü film izleyip zamanımın boşa gittiğini hissetmedim. 
Tek iyi sayılan yanı müzikleriydi. 

İzlemeyin efendim. 
3/10


26 Ekim 2014

The Selfish Giant

İngiliz filmleri iyidir, İngiliz çocuklarının hayatından kesit aktaran filmler daha iyidir.


İngiliz kadın yönetmen Clio Barnard'ın ilk uzun metrajlı filmi The Selfish Giant ve beklenmedik şekilde başarılı. Yani buna benzer şekilde çocukları anlatan ingilizler oldu. Ken Loach'ın Kes'i ilk akla gelen. This is England günümüz versiyonu. Ama The Selfish Giant diğerlerine pek de benzemeye çalışmadan hikayesini anlatıyor. 

Kadın yönetmenin en önemli etkisi siyasi olgulardan uzak olarak duygusallık oranını yüksek tutması olabilir. Bu filme eksi puan kazandırmıyor ama. 

İzlenilesi.  

17 Eylül 2014

Tamam mıyız?

Yorumları okuyunca şaşkınlıkla döndüm tekrar açtım filmi; bahsedilenle izlediğim aynı film miydi diye ve maalesef aynı filmi izleyip bambaşka şeyler hissetmiş anlamışız. Tabi ki mümkün ama bu filmin ne hissettirdiğini falan geçiyorum: bu film kötü be hacı. Bayağa ie yaramaz. Hem de Çağan Irmak'a falan tamamen nötr biri olarak söylüyorum, filmi tek başına değerlendiriyorum.


Yani gay bi arkadaş ve sakat bir arkadaş toplumdan soyutlanmışlar (ya da toplum onları itmiş). Ötekiler yani. İkisi de ölmek istiyor. Biri içerek ve boşvererek diğeri başkası aracılığıyla. İkisi de beceremeyip mutluluğa kanat açıyor. Ne kadar duygusal ve güzel bir hikaye.

Ama bunların hepsi sıkıcılığı engellemiyor, üstelik ne ben ne hamile eşim ağlamadık bile (kriter addedenler var diye belirtiyorum)

14 Eylül 2014

The Fault in Our Stars

Ağlak olsa aman ne ağlak deriz framalara, bunda da aman ne yüzeysel olmuş hisler aktarılamamış; ağlamadık bile diyerek beğenmedim.



İnsanoğlu böyle işte, ağlayınca ağlattı gereksiz, ağlatamayınca da duyguları iletemedi. Ama bu filmde ben gerçekten bir şeyleri hissedemedim. Gerçekçi bulmadım. Imdb puanını falan gerçekten anlayamıyorum.

(Bu anlamama tabi ki artık filmlere konsantre olunamayan dönem ve aptallaşma dönemiyle birlikte artmış durumda. İzlediklerimi ne kadar doğru yorumlayabildiğim muamma.)

7/10

(Sırf duygusal yoğunluğunu sevenler afaroz etmesin diye 7 veriyorum).

18 Aralık 2013

The Broken Circle Breakdown

Oldukça etkileyici bir aile dramı. Ya da iyi bir müzik filmi. Karar sizin.


Ağır bir trajedi yaşayan bir çiftin giriş gelişme sonuç bölümleriyle karşı karşıyayız. Tek fark lineer akmayan karışık kurgusu olması. 

Film çocuklarını kaybeden bir çiftin tam ortaya bu trajediyi koyarak hikayesinin başlangıç ve bitişini anlatıyor. Böyle düşününce biraz 21 Gram'a benziyor gibi. Karışık kurgu çocuklarını kaybeden bir kadın falan... Ama bu filmi farklı kılan belki de müzikleri. Amerikada bile etkin kullanılmayan bir country tarzını çalan bir ekibin üyesi olan adam Monroe ve sevgilisi Alabama acının içinde sergiledikleri müzik performanslarıyla etkiliyor.

Film aile dramı gibi dursa da aslında biri inançlı biri ateist çiftin karşılaştıkları durum karşısındaki tepkilerini ve acılarını nasıl yaşadıklarını anlatıyor. Biri dünyadaki herşeye söverken biri kendi içine kapanıyor. ve yönetmen bunu neredeyse hiç bir şeyi acite etmeden üsturuplu şekilde yapıyor. bence filmin iyi olduğu yer de bu. müzik serperek sakinleştirip kafalarımızı dağıtıp sert bir hikayeyi kaldırılacak seviye de tutması. 

Bence iyi film. Dram seviyorsanız izleyin. 

8/10

08 Kasım 2013

In Darkness

Kötü desem beni yakarlar.

Film kesinlikle insanın yine içini acıtan bir yahudi hikayesi. Siz zaten yarısını biliyorsunuz artık filmin.
 


Polonyadaki bir grup yahudi gettoları basılıp herkes öldürülünce kaçıp kanalizasyona saklanıyorlar. Burada da kanalizasyonları kontrol ve temizlemekle görevli aynı zamanda hırsızlık da yapan Leopold bu insalnalrı görür ve onları saklayacağını ama para ister.  Bir grup yahudiyi gizli köşelerde korur da. Bunun için çok direnir, mücadele eder herşeyi karşısına alır. Zaten Schindler List'ten beri biliyoruz insanların yahudileri (insanlığı) kurtarmak için girdikleri mücadelelere.

Film teknik olarak başarılı bence. Oyunculuklar da fena değil. Peki öyleyse neden hep bir ama hissi var yazıda. Var çünkü film o kadar klişeleşmiş bir hikayeyi anlatıyorki iyi olduğu halde çok şaşırmıyor çok beğenemiyoruz.  Ödüller alması normal. Film sıkıcı değil, akıyor ve izleniyor. Deneyin derim. Ama çok yenilikçi bir şeyler beklememekte fayda var.

Filmin yönetmeni Agnieska Holland Europa Europa, Copying Bethoven gibi filmler ve Wire, Cold Case, Bridge gibi dizilerin yönetmen koltuğunda yer almış biri. Biraz pazarlama yönü kuvvetli yani.


07 Kasım 2013

Jagten - The Hunt

Sarsıcı filmler vardır.  Jagten kesinlikle insanı sarsıyor. Rahatsız ediyor ve geriyor. Bu his film bittikten bir süre sonra bile içinizde kalıyor. Hala düşününce insanı öfkelendirebilen bir anlatıma sahip film.

Lucas bir suçlamayla yüzyüze kalır ve hayatı alt üst oluverir.

---------------------spoiler-----------------------
Lucas'ın en yakın arkadaşının 6 yaşındaki kızı kavgalı ailesinin yanında bu sakin ve ilgili adamı çok sevmektedir. Ancak Lucas onun anaokulunda görevlidir ve başka bir kadınla yakınlaşmaya başlar. Küçük kız tam falliklik dönemindedir ve bunu kaldıramaz ve müdüre hanıma Lucas'ın ona pipisini gösterdiğini söyler. Ve dünya tersyüz olur.

gustave le bon: "sosyal bir kitlede kişi sayısı arttıkça düşünsellik azalır, duygusallık artar."  demiş. Filmin başında çocuk kadın ailelerin olduğu bir gölette eğlence olsun diye buz gibi suya çıplak atlayan ve teşhircilik yaptıklarını düşünmeyen kitle söz konusu varsayım başkası tarafımdan gerçekleşince linç kampanyasına girişebiliyor. 

Lucas bu süreçte yalnız kalıyor, dışlanıyor, pedefili damgası yiyor. İşin etkileyici ve filmi iyi kılan kısmı ise yönetmen filmi öyle bir hale getiriyor ki neredeyse biz bile bir süre Lucas'ın suçlu olduğuna inanıyoruz. Aslında olup olmadığını bilmiyoruz da.
 
---------------------spoiler-----------------------

Ben rahatsız etmeyi bu kadar güçlü başaranbilen filmle nadiren karşılaşıyorum. Ve seviyorum bu güç nedeniyle düşündürtebilme başarısına. Kesinlikle izlenilmesi gereken bir diye düşünüyorum. Günümüzde de toplumun birey üzerine baskısı ve kendi ayıbını görememe durumuna ayna tutuyor.


Şölen (Festen) ve Dear Wendy'den tanıdığımız Thomas Vinterberg rahatsız eden filmler yapmaya devam ediyor. Dogma ile çektiği fimlere benzeyen Jagten, Mads Mikkelsen'in gerçekten döktürmesiyle etkileyiciliğini arttıran bir film.

Adalet kavramını sorgulattı bu film bana. Bir de insan ne kadar sabırlı olabilir (olmalı) diye sordurttu.sınırları zorlamayacaksınsabırkonusund. Bence insanın patlamaya her zaman hakkı var.

28 Mart 2013

Detachment

Denedim ama...



Adrian broddy'nin acı çeken balık bakışları en çok bu filmde işe yaradı bence. 
Bir öğretmenlik filmi daha. Farklılık yaratmak isteyen, çocukların içinde bulunduğu durumu değiştirmeye çalışan ancak kendisiyle ilgili mevcut ve geçmiş sıkıntılarını da üzerinden atamamış bir adamı canlandırıyor. 

Film ağır işliyor gibi görünse de aslında sıkmadan düşündüreterek devam ediyor (allah beni kahretsin. düşündürten dedim). Bu film amerikan bağımsızı değil de fransız filmi olsaydı (class) gibi daha iyi tutardı. Yani kıyıda kaldığına aldanmayın izleyin. 

Amerikan History X'ten bildiğimiz Tony Kaye yine aksiyonu çok tutmadan şiddeti veriyor. Gözyaşıyla.

7,5/10

07 Nisan 2011

Hereafter

Bile bile lades


Şu afiş bile filmin herseyini anlatıyor. Ben clint eastwood sevmeyen biri olarak bunu neden izledim bilmiyorum bile. Sonunu bağlayacağı mistik güçlerden vazgeçmeyeceğini bildiğim halde izledim hem de.


Ama haberim yoktu ki filmin açılışındaki tsunami sahnesi, daha belleklerde taze olan japonya dpremini hatırlatınca bir huzrsuz moda soktu.


Neyse eski Innarutu filmleri gibi; farklı hayatlar kesişirler mi bu koca dünya coğrafyasında bilinmez ama bir güç var biliyorlar ve bizi buna inandırmaya çalışıyorlar. İşte bunu sevmiyorum.


Yine de uzun sürsine rağmen sıkmaması artısı.


7/10

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP