29 Aralık 2010

Vicdani Redd

28 Aralık 2010

Le Concert

mihaileanu bunu hep yapıyor. herkese dokunacak ve etkileyecek filmleri var. le concert pek çok açıdan pek çok kişiyi tatmin edecek bir film. müzik dolu. müzik başrolde. müzik heryerde.



sovyetler birliği zamanı bir sebepten orkestrası dağıtılan ünlü şef 20 yıl sonra hademe olarak çalıştığı orkestra binasına gelen bir davet faksı üzerine ani bir karar verir. buna göre davetiyeyi kendi cevaplayacak ve eski ekibini kurup bir kereliğine de olsa tekrar sahne alacaktır. hem de pariste. bu çabanın asıl sebebi ise pariste çalacakları sırada kendilerine eşlik edecek keman virtözüyle arasında bilmediğimiz bağdır.

Film bir avuç yoksul rus'un bu sayede fransaya gitme çabaları ve yaşadıklarıyla ilintili. Film sınıf farklılıkları komünizm eleştirisi gibi pek çok şeye değinirken sık müzik kullanımı ve orjinal karakterleriyle yine de eğlenceli bir hal almaktan geri kalmıyor. Hatta ilk akla gelen şey çok eğlenceli olduğu. ama asıl mesele bir yerden sonra kendinizi kaptırıp karakterlere akıl verip yaptıklarına sesli şaşırmanız. Her filmde yapamazsınız çünkü bunu.

Dedim ya herkese uyacak güzel bir film. Hele bir son 15-20 dakkası var ki inanılmaz iyi.
Ben olsam izlerim. Eğlenip sıkılmadan bir akşam garanti ediyor Radu size.

7,5/10




23 Aralık 2010

Kara Köpekler Havlarken

kara köpekler havlarken birileri voliyi vuruyor mu ne?



çok mahalle filmi. gerçeğe yakın karakterler falan. fantastik bir iş çalma girişimi.

sarmayan bir film. sinirler gergin. erkan can klasik. köpekler kara. arkadaşlar aptal.
silahlar belde. polis heryerde. aşıklar aynı. kaçıklar farklı. filmler anlamsız. izlemesi sıkıcı.
olmasa da olurlu. haydi kalın sağlıcakla.

22 Aralık 2010

Feel - Rust

Feel

Rust'tan geliyor.





eda ve emre

21 Aralık 2010

Delinin Birinden Gelsin


Yorumsuz. Yaorumsuz yazmak bence ironik. İroniğin tanımı : İroniye dayalı. *



20 Aralık 2010

God Is An Astronaut


Sevgili Astronotlar 2012 ortasına kadar yeni albümleri hazır olmayacağı için 4 şarkılarını yayınladılar. Bizleri kendilerinden mahrum bırakmadıkları için teşekkürler.

Bu arada mart ayında türkiyedeler. bu kez kaçmaz kanısındayım.


http://www.superadmusic.com/GodIsAnAstronaut_2fmRadio_Session.zip

2010'un en iyileri

2010 yılı nedense bana çok dolu dolu geçmedi gibi geliyor. Belki beklediğim filmlerin yıl sonuna kalması ve aralığın son haftası ya da 2011'de izleyecek olmamla iligli. ( Örneğin : somewhere)



Ama gerek Türkiye gerekse -uzakdoğu başta olmak üzere- yabancı sinemada bir polisiye furyası vardı. Bu toplumun gizemle birlikte artık hareket istediğinin en somut örneğidir. Artık uzun sekans film çekmek ve bunu izlettirmek zor. Belki bu tutum yanlış ama 2010 sineması böyle. Toplum üzerindeki polis etkisinin tüm dünyada artması ve polisin sertlikten çekinmemesi de eş zamanlı olduğu için böyle hissediyor olma ihtimalim var.

Bu polisiye furyasından ise sinemanın gücünden beslenip onu kullanarak çekilen filmler de var. Bu filmler alt metin ve zeka parıltılarıyla etkileyici oldular. Sanıyorum Av Mevsiminin beklentilere cevap vermeme sebeplerinden biri de buydu. Behzat Ç., Sun Taam gibi yapıtlardan sonra olmazdı. Olamadı. Ama baktığımız zaman polis her türlü konuya dahil edileibliyor. Yeri geliyor The Other Guys'ta sistemi içinden eleştirirken eğlendiriyor, yeri geliyor Bad Lieutenant ile kendiyle birlikte dini eleştiriyor.


Not : Bu liste 2010 çıkışlı filmlerden oluşmuyor. Blogda bu sene içinde izlenip yazılmış filmlerden oluşuyor. O nedenlede son derece kişisel. Ayrıca filmlerin isimlerine tıklarsanız izlediğim zaman yayınladığım yazıya gitme şansınız da var.



Un Prophete: Çünkü hala aklımda. Çünkü etkisi taze. Verdiklerini düşünüyorum tartıyorum hesaplıyorum. Tekrar izlemek istiyorum. Herkes bilsin istiyorum. Ne dedi sakallis : Hristiyan tarihinden beslenen tonla film izledikten sonra, islam tarihini böylesine güçlü kullanan beslenen bir film güzel bir sürprizdi.



Mad Detective: Uzun süredir böylesine iyi yazılmış bir senaryo, değişik bakış açısı ve şaşırtıcı öğeler görmemiştim. Resmen sinema tutkumu kuvvetlendirdi.




Inception : Büyüklükle karmaşıklığı alıp anlaşlır hale getirip kurgulamak Nolan'ın işi. Vaktinde Tarkovski, Bergman, Kieslovski izlnediğinde ders alınır sinemanın nasıl yapılması gerektiğine dair ip uçları edinilirmiş. Şimdi bu görevi Anderson ve Nolan üstlenmiş gibi görünüyor.



The Secret In Their Eyes: Bu senin sürprizi. Arjantinden bir cinayet, polisiye daha. Eğlenceli yerleri kadar insanı sarsan sahneleri de var. Ben tarz olarak başkalarının hayatıyla aynı yere koyuyorum.





The Chaser : Her şey ters yüz. kurallar gereksiz. Polisiyelerde anti kahraman unsuru kuvvetleniyor ama bundaki çaresizlik ve çaba hiçbirşeyde yok.








Mary and Max : Bir film hem sıcacık hem kapkaranlık olur mu?







Buried : Bu kadar dar alanda bunu yapıyorsan iyiysindir.
Hayat Var: Bu kadar sarsıyorsan iyisindir.
The Killer Inside Me : Bu kadar geriyorsan iyisindir.





The Damned United: Futboldan bir şey olsun diye bile konurdu da Clough'un başarısızlıklarını anlatmak yürek isterdi. Cesurluğu ve belgeselvari havası tertemizdi.



İLK 10 Sonrası



Bonuslar

The American
Le Concert
Toy Story 3
Bad Lieutenant
Robin Hood

17 Aralık 2010

O'Horten


İki tane sevdiğim arkadaşım, ikisi de sinemayla ilgili ve alakadar ikisi de bu filmi yarım bıraktı.



Beni de ekle üç. Oranlarsak %100 yapar. Başarılı işmiş Bent Hamer'inki. Severim Bent'i ayrı. Ama bezen filmler bitmiyor.


14 Aralık 2010

Kader

bu kapı ahiret kapısı. burası sırat köprüsü.


10 Aralık 2010

The Other Guys

ters. eleştirel. eğlenceli.


herşeyi ters yapıyor. herşey beklenmedik şekilde gösteriyor. kahramanları alaşağı ediyor beklenmedik karakterler çıkartıyor abartılı entellektüeliteyle dalga geçiyor beklenmedik şekilde gelişiyor.

ama bu bir yerden sonra sıkıyor. herşey gerçekçilikten uzaklaşıyor. amacı da bu işte. absürd abartılı bir dünya resmediyor. büyüklerin, oyunlarla büyük oluşunu medyanın insanlara nasıl kahrmanlıklar pompaladığına değiniyor. normalde ne kadar sıkıcı olduğunu, rutin olduğunu gösteriyor dünyanın.

film bittikten sonra zenginlerin nasıl daha zengin. fakirlerin nasıl daha fakir olduğunu rakamlarla gösteriyor. Kurmaca olan filmden sonra gerçek rakamlarla aklımızı çeliyor. Zaten film de hep böyleydi.

Not: Mark Wahlberg'in sanatla dalga geçişi ve herşeyi bilişi ile ilgili sahneler çok keyifliydi. Şok dalgası tokat gibi yayılıyordu insanların arasında.

6,5/10

Not 2: Puan neden az diyenlere cevabımı yazmıştımdı. Sıkıcı oluyor. Yoruyor. bir de yormasa süper.
Not 3: İkincisi gelir bu filmin büyük ihtimalle. Gelsin. Çoğu devam filminden daha iyidir.

09 Aralık 2010

Av Mevsimi

Ortalama bir polisiye filmi. Tek farkı türk yapımı. Çok şey beklememk lazım heralde polisiyelerden. Ya da Türklerden.



neyse yavuz turgul türkiyenin cloude chabrol'üdür. ama bu bir övgü değil ne yazıkki. her filminde aynı karakter var ve maalesef hepsi de şener şen. erdemli. uyumlu. hoşgörülü. anlayışlı. yeri geldi mi sert. yeri geldi mi fevri. ülkenin farklı yerlerini bilen herkesi seven kişi her filminde başrolde maalesef. artık bu karakter bile yeterince sıkıcı olmaya başlamışken derinliği ve meraklandırma etkisi az olan bir senaryoyla gelmesi gerçek bir hayal kırıklığı.

benim takıldığım şey ise bu kadar uzun bir filmden beklenmeyecek şekilde karakterlerin havada kalması. yuh diyenler var eminim. ne anlatılan özellikleri kullanılıyor ne de pek çok konu aydınlatılıyor. karakterler bence anlatılsa bile bize eylemlerle dönmüyorlar. bu da sıkıcı oluyor. (idris belki biraz. son sahnesinde)

iyi bir gişe filmi.
ama burdan yola çıkarak şu denebilir : gişe filmi. eli yüzü düzgün. ağır aksak ilerleyen ama beklentileri asla karşılamayan bir film.

komik ayrıca. gayet güldürüyor. bence bu hikaye için fazla bile.
seyircinin gülmeye odaklanması tabi cem yılmazdan ama adam ölürken bile gülmek nedir. küçük eleştiri yazarım. ufak şeylere takılırım.

06 Aralık 2010

Karanlıktakiler


bağımsız filmlerin de formülleri vardır. ve çağan ırmak gerçek bir formül avcısıdır.

kitapta yazanları alır, formülüze eder ve film yaratır. o yüzden de tüm filmleri için : eli yüzü düzgün diyebilirsiniz. En aykırı filminin Ulak olması da bundan ama. Formülleri bırakıp çok sevdiği İhsan Oktay Anar'ın kitaplarından esinlenerek yazılan senaryoyla bırakmış oldu bu seferlik.

Ama çağan ırmak Karanlıktakilerle bu sefer minimal bir öykü anlatmak derdinde. Bir anne ve onun oğlunun hikayesi. Evden çıkmayan bir anne (delilik sınırlarında) ve onun sosyalleşme problemleri olan oğlu. Hikaye sıkışmışlık ve çaresizlik üzerine. Çözüm aslında basit ama uzak. Yolu bilmeyene her yer uzak zaten.

Neyse filmi tv'de izledim. Çok sevdiğim için de kapatmadım. (Filmi değil. televizyonda film izlemeyi sevdiğim için). Sanırım televizyon filmi deneiblir bunun için. Belki etkilendim 55 ekran shov marka televizyonumdan ama olsun. Çok derin değil. Basit (ki severim). Simgeleri göze sokan ortalama bir film. İzlememek hiçbirşey kaybettirmez. Anladın sen!?

02 Aralık 2010

Baaria

bir tarnatore filmi. İtalyan yani.


ne çok film izledik 1930-40ların italyasını anlatan. Ülkenin o dönemi mi iyi yoksa dönemde çocuk olanlar büyüyüp iyi yönetmenler mi oldu bilmiyorum.

Ama tarnatore'nin yeni filmi tam bir İtalya filmi. Il postino ve Cineam Paradiso arasında giden anlatım tarzı ve hikayesi ile de Angeloupolus Ağlayan Çayırları gibi (nesil hikayesi ve yılları. o kadar acı değil sadece).

Film Baaria'dan yola çıkarak aslında bir İtalya tarih filmi gibi. İlk çocukluğundan itibaren Peppinonun yaşlılığına uzanan bir süreç var karşımızda. Bu da 1930lardan 2000lere uzanan bir yolculuk oluyor. Değişimi gözler önüne sürüyor. Bu yolculuk sırasında Dünya savaşı öncesi ve sonrası ülkenin hali. Sonrasında mafya ve komünizm savaşı. Zengin, fakir ayrımı. Bir çocuğun erkek oluşu baba oluşu ve hayatındaki her türlü mücadele var filmde.

Bunca tarih kokan ve bunedenle de büyük prodüksiyon sayılabilecek film yer yer fragman gibi hızlı geçiyor bölümleri. Koca bir ömrü 150 dakkaya sığdırmak kolay değil tabi. Ama yine de yer yer belgeselvari bir hava seziyorsunuz. İtalya ve aile sözlerine sinema eklenince akla gelen ilk klişe Amarcord'a gidiyor akıl. Ama Il postino da değil Cinema Paradiso da değil (ki ona gönderme yapıyor) Amarcord hiç değil. Ama hepsinden biraz var ve keyifli. Uzun süresine rağmen sıkmıyor.

Yine de faşiszme ve mafyaya (Don Carlone göndermesiyle) giydirmekten esirgemiyor kendini ve Mussolininin sahnede madara edilmesine de izin veriyor. Eğlence unsurlarını sık sık koyuyor filme. Bu sayede bir ülkenin hayatına tüm yalınlığıyla tanık olurken sıkılmadan film izlemiş oluyorsunuz. Kültürü merak edenlere tavsiye edilir.

01 Aralık 2010

True Blood


Yüksek lisans dersleri aldığım dönemde pazarlamaya yöneldim ve gerilla pazarlama üzerine de çalışma fırsatım oldu. Dünya üzerindeki uygulamalar her zaman dikkat çekiciydi. İnsanların akıllarında farkındalık yaratmak için etkili ve ucuz yöntemlerdi.

True Blood ile ilk orda tanıştım. Dizinin tanıtımı için amerika sokaklarına yapıştırılan afişlerin altındaki kazıkları kendimizi korumak için almamız salık veriliyordu. Bunun dikkat çekiciliği ise üst düzeydeydi. Derslere konu olmuştu çoktan.




Gecikmeli olarak izlemeye başladım.
Ötekileştirme, azınlıklar altmetinli olduğundan bahsediliyordu. Nasıl kaçırırdım ki değil mi? 10 bölüm izledim. Ama zorluyorum kendimi izlemek için. Bu da dizinin benim için sonu demek oluyor. Ne House gibi düzenli şekilde takip ediyorum ne de The Walking Dead gibi merak ediyorum. Olmuyor. Olmuyor istesemde.

Bir dizinin daha sonuna gelmiş bulunuyoruz.
Az izlendiğim için Sookie ve arkadaşları ve çevrelerindeki olaylar hakkında tanım yazmayacağım. Tek iyi yanı ilk 3-4 bölüm itibariyle vampirler hakkında yanlış bilinen şeyleri düzeltmesi ve pekçok detay vermesi. Haçtan korkmuyorlarmış mesela. haberiniz ossun.

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP