behzat ç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
behzat ç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ocak 2011

Behzat Ç.

Sırıtma la !!



Sırıtyorsun değil mi bu cümleyi okurken. Bu ilk cümleye sırıtanlar bu diziyi izledi demektir çünkü. Sadece bu girişe bile sırıtıyorsanız diziyi seviyorsunuz demektir haberiniz olsun. Sırıtmayanlar ise diziyi bilmiyorlar demektir. Diziyi bilmeden sevmek zaten mümkün olamaz.





Öncelikle Behzat Ç.'nin uyarlandığı Her Temas İz Bırakır ve Son Hafriyat kitaplarının tanıtımına Radikal Kitaptan bakalım : "Kızılay, Sakarya Caddesi, Ssk İşhanı, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Atakule, öğrenci evleri, emniyet, cinayet masası. Ankara'da, hayata kendine ait bir adalet anlayışı çerçevesinden bakan, "yeni müktesebatla" uyum sorunları yaşayan, lambur lumbur, "dişli" komiser Behzat Ç.'nin dünyaya bakışını sorgulatan bir cinayet işlenir... öğrenci alemine, başka alemlere, ama asıl polis alemine dikiz atan, bol entrika vaat eden soluk soluğa okunacak bir polisiye." Dizi kitapla birebir alakalı, ilintili.



Behzat Ç. kitaplardan aldığı güçle Türk televizyonlarında bir polisye dizi olarak fenomen olma yolunda hızlı adımlar atıyor. Behzat Ç. pek çok açıdan Türk dizisi normlarına uymuyor. Türk polisiyelerinin (Arka Sokaklar, Kanıt) İstanbul’dan çıktığı düşünülünce Behzat Ç. farkını, Ankara’da geçiyor olmasıyla yansıtıyor.



Şehrin Ankara olması ne fark eder ki? Nasıl olsa İstanbul’dan ekip kalkıp gidiyor diyebilirsiniz. Aslında ekibin veya oyuncunun transferi değil mesele. Farkı yaratan; Emrah Serbes'in kitaplarındaki başrol oyuncularının dizide de aynı olması. Emrah Serbes yaşadığı şehri iyi biliyor ve bu yüzden de derdi hikayeyle beraber Ankara’nın ruhunu yansıtmak. Zaten karakterleri anlatırken onlara yapıştırdığı ilk yaftası Ankaralı oluşları. Dizide Behzat'tan sonraki başrol oyuncusu oluyor Ankara. Asla unutmuyoruz hangi şehirde olduğumuzu. Diğer fark yaratan olgu ise herşeyin gerçek(çi) olması. Öyle ki, tek bir bölüm yetiyor içine girmek için. Behzat Ç ve ekibi cinayetleri hiç de CSI: New York gibi çözmüyor. Sorgu, dayak, küfürle hallediyorlar işlerini. Bunları yapanları da kahramanlaştırmıyor (antikahramanlaştırıyor desek daha doğru olacak) ama sempatimizi kazanıyor. Hem de bu soyadını bilmediğimiz bir karaktere duyulan sempati.



Ankarayı iyi kötü biliyoruz da Behzat Ç nasıl bir adam?



Behzat Ç. işini iyi yapan ama sosyal hayatla ilgili sıkıntıları olan bir adam. Sorunları olmuş, oluyor ve olacak gibi duruyor. Kızıyla alakalı ağır travmaları olan biri. Müzik dinlemeyen, kitap okumayan, herhangi bir siyasi görüşü olmayan ama yukarılarda kendisinin ilgilenmediği dostları olan biri. Televizyonda sadece aslan belgeseli izleyen, sigara ve alkol tüketen. Pavyona giden. Herkese rağmen Gençlerbirlini tutan. Ama hepsinden önemlisi "Ciddi" bir adam. En başta diziyi izlerken sırıtıyoruz demiştik oysa. Bukowski şöyle demiş zamanında: “Turgenyev çok ciddi bir yazardı ama beni güldürüyordu, çünkü bir gerçekle ilk karşılaşma, gülme duygusu uyandırıyor insanda. Başka birinin gerçeği sizin de gerçeğinizse ve o bunu sizin için dillendiriyorsa müthiştir."



Saçmasapan konuşma be!



Behzat Ç. Türkiyede çok örneği olmayan bir yol seçiyor kendisine. Her bölümde başka olay (cinayet) olmasına rağmen karakterlerini anlatıyor ve biz de cinayetlerden ziyade bu adamların hayatlarını izliyoruz. Cinayetler sadece bir ortam yaratıyor. House Md'ye benziyor bu yönüyle. Zaten dizi ona göndermesini de beyaz tahta üzerine davanın şablonunu oluşturacak isimler yazarak yapıyor. Başka esere gönderme yapılması Türk dizilerinde sık rastlamadığımız bir şey. Sırıtmamıza sebep olan detaylardan biri. Karakterler demiştik; Behzat'ın ekibindeki bazı karakterlerin havada kalacağı belli. Belki senaryo aşamasında zenginleştirilirler. Ama Harun, Akbaba ve Hayalet acımasızca geçmişlerine kadar didikleniyor. Hayatları tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriliyor. Sempatik olsalar da cahillik sınırlarında gezinmeleri, dandun hayat tarzları, iyi yanları kadar aileleri, karanlık yanları da ortaya çıkıyor. Bu kötü yan genelde uyguladıkları ve beis görmedikleri şiddetle alakalı oluyor.



Ingebor Bachman: “faşizm, atılan ilk bombalarla başlamaz, her gazetede üzerine bir şeyler yazılabilecek olan terörle de başlamaz. faşizm, insanlar arasındaki ilişkilerde başlar, iki insan arasındaki ilişkide başlar..." demişti. Behzat Ç. öncelikle insan odaklı bakıyor herşeye. İnsanın tutumumlarıyla değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Bu nedenl karşılaştığı en büyük eleştiriler; uyguladığı kişisel sert yöntemlerle (dayak, şiddet, mahkeme kararı olmadan yaptığı uygulamalar) yaptıklarının polise yüklenmemesi ve diğer polislerin de bir süre sonra onun gibi sert olacağı. Ama dizi bunun böyle olmadığını her geçen bölümde gösteriyor. Hele ki 10. bölümünde tavan yaparak sırf kendi adamlarını yerleştirmek için bir insanı öldüren emniyet teşkilatının içindeki yozlaşmayı göstererek tokatını atıyor. Kendi faşizmini(kişisel olanı) maruz görürken adil olmayan ötekine cevabı oldukça sert oluyor.



Not: "Ana karakterin ismi Ece Ayhan'a dolaylı bir saygı duruşudur... Ece Ayhan'ın babasının ismi Behzat Çağlar'dır" buyurmuş Murat Uyurkulak.



Not 2 : 15.Bölümde “Ahmet Kaya’nın da masum olduğu 10 yıl sonra ispatlandı. Medya böyledir” minvalindeki Şule cümlesi basına sert bir tokattır belki ama en önemlisi Ahmet Kaya’ya bir saygı duruşudur.



Not 3: Yazı geçiktikçe eklemeler geliyor. Son bölümde Hrant Dink cinayetine, sürecine, kişilere ağır giydirdi. Bir daha düşünün bu dizi polisi sempatikleştiriyor diyenler. İyi düşünün.



20 Aralık 2010

2010'un en iyileri

2010 yılı nedense bana çok dolu dolu geçmedi gibi geliyor. Belki beklediğim filmlerin yıl sonuna kalması ve aralığın son haftası ya da 2011'de izleyecek olmamla iligli. ( Örneğin : somewhere)



Ama gerek Türkiye gerekse -uzakdoğu başta olmak üzere- yabancı sinemada bir polisiye furyası vardı. Bu toplumun gizemle birlikte artık hareket istediğinin en somut örneğidir. Artık uzun sekans film çekmek ve bunu izlettirmek zor. Belki bu tutum yanlış ama 2010 sineması böyle. Toplum üzerindeki polis etkisinin tüm dünyada artması ve polisin sertlikten çekinmemesi de eş zamanlı olduğu için böyle hissediyor olma ihtimalim var.

Bu polisiye furyasından ise sinemanın gücünden beslenip onu kullanarak çekilen filmler de var. Bu filmler alt metin ve zeka parıltılarıyla etkileyici oldular. Sanıyorum Av Mevsiminin beklentilere cevap vermeme sebeplerinden biri de buydu. Behzat Ç., Sun Taam gibi yapıtlardan sonra olmazdı. Olamadı. Ama baktığımız zaman polis her türlü konuya dahil edileibliyor. Yeri geliyor The Other Guys'ta sistemi içinden eleştirirken eğlendiriyor, yeri geliyor Bad Lieutenant ile kendiyle birlikte dini eleştiriyor.


Not : Bu liste 2010 çıkışlı filmlerden oluşmuyor. Blogda bu sene içinde izlenip yazılmış filmlerden oluşuyor. O nedenlede son derece kişisel. Ayrıca filmlerin isimlerine tıklarsanız izlediğim zaman yayınladığım yazıya gitme şansınız da var.



Un Prophete: Çünkü hala aklımda. Çünkü etkisi taze. Verdiklerini düşünüyorum tartıyorum hesaplıyorum. Tekrar izlemek istiyorum. Herkes bilsin istiyorum. Ne dedi sakallis : Hristiyan tarihinden beslenen tonla film izledikten sonra, islam tarihini böylesine güçlü kullanan beslenen bir film güzel bir sürprizdi.



Mad Detective: Uzun süredir böylesine iyi yazılmış bir senaryo, değişik bakış açısı ve şaşırtıcı öğeler görmemiştim. Resmen sinema tutkumu kuvvetlendirdi.




Inception : Büyüklükle karmaşıklığı alıp anlaşlır hale getirip kurgulamak Nolan'ın işi. Vaktinde Tarkovski, Bergman, Kieslovski izlnediğinde ders alınır sinemanın nasıl yapılması gerektiğine dair ip uçları edinilirmiş. Şimdi bu görevi Anderson ve Nolan üstlenmiş gibi görünüyor.



The Secret In Their Eyes: Bu senin sürprizi. Arjantinden bir cinayet, polisiye daha. Eğlenceli yerleri kadar insanı sarsan sahneleri de var. Ben tarz olarak başkalarının hayatıyla aynı yere koyuyorum.





The Chaser : Her şey ters yüz. kurallar gereksiz. Polisiyelerde anti kahraman unsuru kuvvetleniyor ama bundaki çaresizlik ve çaba hiçbirşeyde yok.








Mary and Max : Bir film hem sıcacık hem kapkaranlık olur mu?







Buried : Bu kadar dar alanda bunu yapıyorsan iyiysindir.
Hayat Var: Bu kadar sarsıyorsan iyisindir.
The Killer Inside Me : Bu kadar geriyorsan iyisindir.





The Damned United: Futboldan bir şey olsun diye bile konurdu da Clough'un başarısızlıklarını anlatmak yürek isterdi. Cesurluğu ve belgeselvari havası tertemizdi.



İLK 10 Sonrası



Bonuslar

The American
Le Concert
Toy Story 3
Bad Lieutenant
Robin Hood

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP