29 Haziran 2009

The Boss of It All

"I am the boss of it all"
diye buyurdu zerdüşt!!
Yukardaki sözü yazma sebebim Lars Von Trier'in Cannes'da gösterilen filmi Antichrist'in gösteriminden sonra "Ben dünyanın en iyi yönetmeniyim" demecidir. "Breaking the Waves", "Dogville" ve sevdiğim ve izlediğim tek müzikal "Dancer in the Dark"ı çekmiş, dogma manifestosunu yazmış olaiblirsin.


Ama sen ki bu manifestodan ilk vazgeçen, ölüm korkusu yüzünden uçak binmeyip kendi kıtandan dışını görmeyen ve en iyi yönetmen benim diyen oldun, o gün benim için bittin. Antichrist'i feci merak ediyorum ve çektiğin herşeyi izleyecem de, ama gözümde feci düştün haberin olsun.


Neden bu yazıyı yazıyorum? Çünkü dün bir filmini izlemye çalıştım ve sonuç : 2 ölü bir ağır yaralı.


Boss of it All, yorucu, sıkıcı ve kötü bir film. Sanırım öyle aslında. Zira dediğim gibi filmi izleyemedik. 2 kişi uyuyakaldı diğeri de filmle ilgilenmeyi bıraktı. Sonunu da 50.dakka sonrasını da bilmiyorum. Bilen ve iyi diyen varsa anlatsın biz de nasiplenelim.


Not: Bitti dediysem, mübalağ yapıyorum efendim. Yine de ortalamanın üstünde kendi.
Not 2: Element of Crime, Epidemic gibi eserleri de fena değildi.
Not 3: Bu filmin kötü olduğunu bilip de beni uyarlamayanlara da bir çift lafım var ama onu sonra diyecem.

Nominated for Oscar. Another 59 wins & 44 nominations
Yukardaki istatistikleri yakalamış birine de laf ettim ya artık sırtım yere gelmez.

26 Haziran 2009

The Box

Richard Kelly'nin daha önce bahsettiğim filminin fragmanı.

Kesinlikle heyecanlı görünüyor. Ayrıca biraz daha Hollywoodvari. Olsun, güzel fragman. Bekleyelim bakalım.


Not: Bu filme çok özel bir ilgim yok aslında. Sadece kesinlikle sıkı takip ettiğim yönetmenler var.
Wong Kar Wai, Richard Kelly, Darren Aranovsky, Jim Jarmush, Christopher Nolan, Paul
Thomas Anderson vb liste uzar gider. Genç dinamik ve cesur olsun canımı yesin yönetmen
dediğin.

Michel Gondry Video Koleksiyonu 2



Chris Cunnighum, Spike Jonze ve Michel Gondry'nin yaptıkları klipler ve raklamlar 2003 yılındaydı sanırım birer DVD yapılmış ve bizim dibimiz düşmüştü. Her biri 40 tl'di o zaman. Faiz falan filan hesaplasak( feyk kişisi yapsın bu işi) şimdinin 60 tlsi falan eder yani.

Sonra 2-3 yıl sonra internetten download yapabilmeye başlayınca 128 kb sınırsız kablonet bağlantımla indirmiş ve bayılmıştım Gondry'nin işlerine.

Şimdi bu serinin devamı gelmiş. Türkiye'de sanırım bulunmaz. Netten belki. Amazondan falan istenebilir. Ama ilk dvd'den önce ve sonra yaptığı işleri birleştirmiş 2.Dvd'de. Valla bir çok şarkıyı klibi zaten biliyoruz ama olsun, para olursa alıncaklar sırasında üste yazıyorum ben bunu. Size de tavsiye edyiorum. Aşağıda dvdde olanların listesi var. Bir de onların arasından bir iki klip seçtim.

01 Michael Andrews [ft. Gary Jules]: "Mad World"
02 Paul McCartney: "Dance Tonight"
03 Thomas Dolby: "Close But No Cigar"
04 Björk: "Declare Independence"
05 Steriogram: "Walkie Talkie Man"
06 The Willowz: "I Wonder"
07 Beck: "Cellphone's Dead"
08 The White Stripes: "The Denial Twist"
09 Donald Fagen: "Snowbound"
10 Cody ChesnuTT: "King of the Game"
11 Sinead O'Connor: "Fire On Babylon"
12 Queen [ft. Wyclef Jean, Pras and Free]: "Another One Bites the Dust"
13 Radiohead: "Knives Out"
14 Dick Annegarn: "Soleil du Soir"
15 Sananda Maitreya: "She Kissed Me"
16 Sheryl Crow: "A Change Would Do You Good"
17 The Black Crowes: "High Head Blues"
18 Leafbirds: "It Can All Be Taken Away"
19 The Rolling Stones: "Gimme Shelter"
20 Energy Orchard: "How the West Was Won”



25 Haziran 2009

"They'll Only Miss You When You Leave" dedi "A Guide to Recognizing Your Saints" filmindeki çocuk!

"Herkesi terk ettim. Ama merak etmeyin bu kitabın sonuyla ilgili değil. "


Linki tıklayıp dinleyin şarkıyı.
ayrıca lanetliyim. 4 güne 10 tane bela ve bolca zaman-para kaybı sığdırdım. Can sıkıntılarını saymıyorum. Yol yakınken bırakın gidin, belki özlerim sizi ama kendinizi kurtarırsınız.



Bu filmi izlerken kafamda bu şarkı çaldı. They'll Only Miss You When You Leave. Zaten biter bitmez elimin onu açması da tesadüf olamaz. Gitmek üzerine bir film gibi A Guide to Recognizing Your Saints. Bir mahalle filmi gibi. Ya da bir gençlik filmi gibi de olabilir. Aslında geçmiş ve özlem hakkında. Biraz da hesaplaşma. Aslında en çok kaçmak hakkında. Siz kaçınca birilerinin sizi özleyeceği sonucunu gösteren.


Sıkılmadan, yormadan, bizi içine sokmayı başararak, farklı anları farklı gözlerle, lenslerle göstererek anlatılan bir hikaye. Kitabın yazarının otobiyoğrafik eseri ardından, filmin hem senaryosunu çekip hem de yönetmesi sanırım kendi hikayesini özgünleştirebilmesi ve kişisel noktalara daha iyi değinmesini sağlamış.


"Herkesi terk ettim. Ama kimse beni terk etmedi."


9/10

24 Haziran 2009

The Groomsmen

Feykencıl gururla sunar.


Bu bir erkek filmi. Peki neden feykencıl bana önerdi bu filmi. Ya da şöyle diyelim, neden beğenmişti ve izlemişti ki? Bir erkek filminde azıcık rolü olan ve kendisini çok beğendiği Brittany Murphy için. Valla öyle biri bu kız. Kızlar için film izliyor.


The Groomsmen Edward Burns imzalı bir Amreikan filmi. Evlenmek üzere olan bir erkek, onun abisi, kuzeni ve yakın arkadaşları düğün öncesinde toplanmışlar ve bekarlığa veda partisi tadında eğleniyorlar. Ama her birinin dertleri sorunlar var. Birbirlerine destek oluyor, bazen dövüşüyor ama sonuçta doğru yolu buluyorlar.

Gerçekten dediğim gibi; bu bir erkek filmi. Erkeklerin korkuları üzerine yapılmış. Hepsinin kendince korkuları var. Evlilik, terk edilme, cinsel tercihler, çocuklar, yeni kız arkadaş. Bir şekilde bunların üstesinden gelebileceğimizi bunun yolununda iletişim kurmak olduğunu anlatan bu film benden 7/10 puanı aldı.

Özellikle keyifli müzikleri ve sıkmayan yapısı nedeniyle arkadaşlarınızla izleyebilirsiniz. ( İzin veriyorum yani:)

Not: Bİr diğer erkek filmi için High Fidelity'i izleyin. Yok o erkek filmi değil ne alaka diyeni sopayla dövmeye geliyorum.

22 Haziran 2009

Angels and Demons



Okuduğum kitapların filmlerini izlemeye devam ediyorum ve seviyorum bunu. Okuduğum şeyi başkaları nasıl ete kemiğe büründürüyor, onun kafasında karakterler ve olaylar nasıl gelişiyor merak ediyorum.

Kitabı okuduysanız bu film gereksiz. Ama yok izlemediyseniz, Da Vinci Şifresinden daha anlaşılır daha başarılı ve sürükleyici bir film oduğu için izlenebilir. Ron Howard bu sefer daha sağlıklı ve anlaşılır bir film yaratmış. Tabi bunda kitabın da daha dar bir coğrafyada daha az çetrefilli olmasıyla ilişkilendirilebilir. Sonuçta sadece Vatikan'da geçen ve Papalık mevkii üzerine entrikaları anlatan bir film bu.




Feykencıl beğenmiş bu filmi. Ben bu haftasounu sokakta kalınca bari sinemaya gideyim diye izledim. Ben de fena bulmadım. Sadece Hoolywood filmlerinin bu iki yüzlü tutumları beni deli ediyor. Ne o diyenlere: Önce din kötü birşey gibi gösterilip, bilim çağında olduğumuz anlatılıyor. Dİnin sapkınlıkları ve entrikaları bizi soğutuyor. Sonra filmin sonunda din ile bilimin kardeş olduğunu, ikisinin de olması gerektiğini ve dinin değil bazı insanların sapkın olduğuna değiniliyor. Ben de buna uyuz oluyorum. Kötü işte kardeşim din denilen şey. Bokunu çıkarıyosunuz. hristiyan olmuş müslüman olmuş yahudi olmuş fark etmiyor. İnsanları manipüle edip yalanlara dayandırarak inançlarını sömürüyorlar ve bilime karşılar. Bana filmin sonunda bilge insan çıkıp, "hatalar olur, dinde de olur, çünkü insan hata yapar" nedir ya? Biri bana açıklasın.



Not: Filmi izlerken bu kadar rahatsız etmemişti din olayı. Akşam Ntv'de "Iconoclasts" izledim ve ordaki Güney Afrika'da ırkçılığa karşı savaşan başpiskopos Desmond Tutu ile Virgin Havayollarının sahibi Richard Branson'u görünce filmdeki dinin ne kadar çiğ olduğunu fark ettim. Desmand Tatu'yu yeni öğrendim ama mutlaka bilinmesi gereken biri. Richard Branson ise ayrı bir başlığı hak ediyor.



Not2: Bu hollywood nasıl bir yerse 50 yaşındaki Tom Hanks'ı hala jön olarak yakışıklı falan gösterebiliyorlar. Demek ki beni versen ben de birşeye benzerim bunların elinde.

Not3: Biliyorum feykencıl kişi, gülüyorsun şu anda "kıh kıh" diye. Ne eğleniyosun ben sinirlenince :)

6/10

18 Haziran 2009

Blindness

Körler dünyasında tek gözü olan kraldır.



Bir solukta okunan kitaplardan Körlük. Jose Saramago'nun sade ama etkileyici dili, akıcı hikayesiyle birleşince inanılmaz güzel bir kitap ortaya çıkmış. Son dönemlerde insanlara tavsiye ettiğim nadir kitaplardan biridir bu.



Kitabı okurken tabi ki filmi nasıl bişey olur diye çok düşünmüştüm. Saramagonun neresi olduğu belli olmayan şehri, ırkı milliyeti etnik kökenleri olmayan insanları ve nereden geldiği belli olmayan bir illeti birleştirmesi ve kimlikleri sınırları yok sayıp insanoğlunun derdinin aynı olduğunu anlatan kitabı, filme ancak bu kadar aktarılırdı. Tabi ki daha iyisini istemekle birlikte mümkün olan buymuş.



Saramagonun bu kadar etkileyici ve derinlemesine alt metinlerle dolu kitabını filme aktaralırken, zaman kısıtları düşünülünce, kitabı okuyanların rahat anlayacağı ve filmde simgesel anlatımları yakalamasına rağmen, konuyla ilk kez muhattap olanlar bazı yerlerin havada kaldığını düşünülebilir.



Neydi peki ana hikaye? Bir adam trafikte giderken kör olur. Onu götüren taksi şöförü, göz doktoru ve diğerleri de sırasıyla anlaşılamayan bir sebepten kör olmaya başlarlar. Yalnız normal bir körlük değildir bu. İnsanlar karanlığa gömülmemiş, sadece beyazı görmektedirler. Sonra bu körlük tüm şehre yayılır ve hükümet koruma olarak, ilk kör olanları eski bir akıl hastanesine kapatır. İlk kör olanlar askerler nezaretinde buraya kapatılırken kör olmayan tek bir kişi vardır, o da göz doktorunun karısı. İçerde eşinin gözü kulağı olur. Ekibi yönlendirir. Ta ki bir gün başka koğuştan birileri silahıyla ortaya çıkıp gelen yemeklere ambargo koyup, isteklerinin yerine getirlmesini isteyne kadar. Sonrası bildik güç çatışmaları ve sonuçları. Sİlah kimdeyse kkontrol onda. Körler dünyasının normal dünyadan farkı yok. Zaten Saramagonun kitabının en güçlü yanı bu. Okurken insanların kör olduğunu bile unutmak mümkinken, yazar bunu sürekli ustalıkla halletmiş. Bir kere bunlar kör böyle olmaz, şöyle olur diyemiyorsunuz.





Öncelikle Meirelles'in şehri de belli değilken, isimleri belli olmayan karakterleri farklı ırk ve renklerde. Zira Saramagoda isimleri ve fiziki görünümleri belli olmayan karakterler kamera karşısında ete vücuda bürününce çeşitlilik kazanmış. Bu tabi ki yine mekan, zaman kavramının netleşememesi için yapılmış. Kitabın elektriğinin arttığı bazı yerlerin filmde yer almayacağını düşünmüş olmama rağmen, güce sahip körlerin kadınların rızasıyla onlara tecavüz ettiği sahnenin etkileyici olmasa da yer alması şaşırtıcıydı.

Bu kesinlikle okunması gereken bir kitap ve film de görsel olarak bunu destekliyor. Oyunculukların üst düzeyde olduğu, görüntü yönetiminin ustaca durduğu bir film. Belki bir şaheser değil ama her zaman hatırlanacak bir film.

Not: Yukarda Julian Moore göz doktorunun eşi olarak ambulansda. Eşinin tek gitmesine izin vermiyor karantinaya. Yardım edecek. Kızılhaç gibi yetişip insanlığı kurtaracak. Ya onu kim kurtaracak?

Not2: Filmin benim için bir önemi daha var. Altyazısını ben çevirmiştim. Çok iyi olmayabilir, ama çok isteyerek, keyifle yapmıştım.

8/10

OneDreamRush

David Lynch, Gaspar Noe, Harmony Korine, Sean Lennon, Cat Power ve daha fazlası bu filmde.

Bu ünlü 42 insan, 42 saniyelik, 42 kısa film çekmiş.Bu 42 saniyelerde yönetmenlerin rüyalarından bir şeyler olsun istemiş, Yeni Zelanda'lı votka şirketi 42 Below.

Yönetmen kökenliler; Mike Figgis, David Lynch, Gaspar Noe, Harmony Korine, Leos Carax, Niki Caro ("Whale Rider"), Carlos Reygadas ("Silent Light"), Abel Ferrara, Larry Clark, Kenneth Anger ve Sergei Bodrov ("Mongol"). Müzisyenler, Sean Lennon ve Chan "Cat Power" Marshall. Oyuncu Asia Argento ve Rinko Kikuchi ve James Franco. Bir de çizgi roman yazarı Grant Morrison.
Bu daha önce BMW nin daha kalbur üstü yönetmenlerle yaptığı işe benziyor.

16 Haziran 2009

Moon


Sam Rockwell oynuyor bu filmde. Benim için bu yeterdi aslında ama bir de yönetmeni David Bowie'nin oğlu olunca ilgim arttı. Duncan Jones'u hiç tanımam, ama babasına olan saygımdan o da alır yürür bu taraflarda.
Müzikleri yaratan insan için bile izlenir bu film. Valla bak. Clint Mansell imzalı müziklere The Fountain'den beri hastayız ve The Wrestler, Requiem For A Dream, I Am Legend, Lord Of The Rings da cabası.

Filme gelecek olursak, Duncan Jones'un yaptığı işi kafada canlandırmak çok zor değil. Referansları oldukça sağlam zira. Sam Rockwell, Sam Bell isimli aydan özel bir helyum gazını dünyaya getirmeye çalışan bir astronotu canlandrıyor. Bu sırada dünya küresel ısınma ve petrol sıkıntısıyla uğraşmakta. Uzay oldukça pis ve .Güvendiği ve yanında olan tek şey ise, bir robot olan Gerty. Gerty'yi Kevin Spacey seslendiriyor. Evet Gerty HAL gibi bir şey anlaşılan. Ve filmde Kubrickvari. Yalnız adam, uzay, bilgisayar.





Duncan Jones e referanslarının farkında ve olgun bir film çekmiş deniliyor. Sundance'de izleyenler filmi genel olarak beğenmiş. Zaten Sundance'ten Mustafa çıksa izlerim. Bu kadar severim o festivali. O kadar sevmememe rağmen Mustafa'yı. Filmle ilgili en büyük övgüyü Sam Rockwell almış. Yalnız ve aklı karışık bir adamı inanılmaz bir performansla sergilemiş. Daha önce bir sebepten sevmeyenler bile bu oyunluğa şapka çıkartmışlar zaten.İzlenmemiş bir film için bu kadar yorum çok olabilir ama benim gibi sinema denilen şeyin aslında bilim kurgu ve drama olduğunu düşünen biri için heyeceanla beklenen bir film Moon.


Oyuncu, yönetmen ve müzikler de filmin ilgi çekici olmasına fazlasıyla hizmet etmekte. Heyecanla beklediğim filmler sırasında birinci şu anda.


Not: Son film haberleri yormuş olabilir. Yazmayacağım biraz. Sonra tekrar bahsederiz. Sağlıcakla kalın.

14 Haziran 2009

Gallo




Vincent Gallo çektiği filmlerle beni etkilemeyi becermiş bir adamdır. O agresif tavırları hoşuma gidiyor. Eyvallahı yok. Oynarken de, çekerken de. Bir Buffalo '66 olsun bir The Brown Bunny olsun zor gibi olsada iyi filmler. Hele ki Buffola'66 yı Emre ile izlediğimizi hatırlıyorum. İkimiz de şok olmuştuk. Bayılmış eğlenmiştik.


Yakın zamanda "Tetro"da oynamıştı Cappolo filminde, bakalım ne zaman izleyeceğiz onu. Şimdi 2010'da vizyona girecek şekilde kendi film çekiyor. Beklemeye alınan bir diğer film de odur. Haberiniz olsun istedim. Sonra "yok ben duymadım, yok ben görmedim" demeyin.



Filmin adı: Promises Written In The Water. Film hakkında tabiki kimse bilgi sahibi değil. 16 mm siyah beyaz çekilmiş. Bu bile yeter bana. Böyle de önyargılı bir adamım.
Not: Fotoğraf onun provokatif kişiliğini yansıttığı için seçilmiştir. Bilginize.

Moore ve yeni filminin fragmanı


Moore'u çok severim. Yeni filmi Amerikan ekonomisi üzerine bir eleştiri. Oldukça iyi olduğunu okuyor, duyuyor merek ediyorum. Bakalım nasıl olacak?

Filmi için, ekonomi dersi gibi olmayacak. Daha çok bir vampir filmine benzeyecek diyor. Amerikan halkının parasını emip sömüren finançıları doymak bilmeyen vampirlere benzettiğini ve bir aydınlanma umduğunu söylemiş.

Aydınlanma? Oldu canım.

Not 1 : Evet. Amerikan sistemini nasıl eleştirirsen yap, gönlümü fethedebilirsiniz. Kalbime giden yol ordan geçiyor olabilir.

Not 2 : Tabi ki aklıma bunca Amerikan ekonomisi deyince Zeitgest:The Movie ve Zeitgest:The Addendum geliyor. Onlar da kesin izlenmesi gerken filmlerdir. Bu sistemi öyle eleştirmişlerdir ki Amreikada yayınlanması ve gösterimi yasaklanmıştır. Gözümde bu bile gerçekleri anlattığını ispatlar.

...i will swim to you...

Dinletesim geldi.







Not: Mallesef düzgün bir video bulamadım. Gerek de yok zaten.

11 Haziran 2009

4 Luni 3 saptamini şi 2 zile


4 Ay 3 Hafta 2 Gün. Film adından daha uzun. Siz düşünün.

Cannes 2008'de en iyi film ödülü almış bir film bu. Romen yapımı. Sevdiğim bir yönetmenden, sevdiğim tarzda bir film. Uzun, sessiz sekanslar, az hareket. Benim sevdiğim sinemanın bu olduğunu biraz okuyanlar biliyor zaten.

Film ne anlayor. Kürtajın yasak olduğu ülke Romanya'da bir üniversitesi öğrencisi kız, otel odasında kürtaj yaptırmak zorunda kalıyor. Tabi yakın arkadaşı yanında, son paraları sert doktorun elinde ve canların Allah'a emanet!

Nerdeyse bir günü anlatıyor film. Ya da iki bilmiyorum. Oteli ayarlamak, parayı ayarlamak, doktoru ayarlamak, doktarun ayarlaması, doktorun ikinci ayarlaması, kürtajı ayarlamak, sevgiliyi ayarlamak, en önemlisi kendini ayarlamak üzerine bir film. Bir kadının başına gelebilecekler ve çatışmaları. Kendiyle ve dünya arasında kalmıi insanlar.

Neyse filmin ağır çözümlemesini bir sürü yerden okursunuz zaten. Ama filmi kesin "Nuri Bilge Ceylan Codec" ile izlemek lazım. Olum ben bu filmi 20, bilemedin 30 dakikada aynı etkiyi yaratarak çekerim. Ki ben film çekme tutkusu olan bir sinemasever de değilim. Ama ne uzunmuş, gereksiz yere bitmedi. Sonra bir bitti, ananı ne oldu dedim hayatımda ilk defa. Bazen cahil ve aptal olmaa hakkımı kullanıyorum. Aslında şimdi zaman geçince filmin etkisi arttı gözümde ama ilk bittiğinde biraz kızgındım. Bunu telefonda birine kustum, güldü. Alay geçti benle.

Neyse izlemeyin isterseniz. Sosyal yozlaşma, dönem romanyası ve "yeni lafım" ilişki dinami üzerine bir film. Sanırım öyle yani. Kadınlar var başrolde. Ama doktor çok pis bir insan demedi demeyin.

7/10

Laf ettim. Ama elim varmadı 6 basmaya.

09 Haziran 2009

Arcade Fire - Richard Kelly


Arcade Fire'ı çok severim. Tabi Mogwai, Sigur Ros, Maybeshewill vb. grupların yanında hak ettiği değeri vermemiş olabilirim. Olsun iyiler, tavsiye edrim de. Herkese değil ama. Referans gruplar belli sonuçta.

Şimdi sevdiğim bir diğer kişi de Richard Kelly'dir. Evet Donnie Darko'nun yönetmeni olan, bence dahi ve cesur adamdan bahsediyorum.

Şimdi iki haber var vereceğim:

1- Richard Kelly yeni film çekiyor "The Box"
2- Filmin müziklerini de Arade Fire'a yaptırıyor.


Kelly "onların hep çok sinematik bir müzik yaptıklarını düşündüm ve en sevdiğim gruplardan birine sonraki filmimde yer vermeliyim diye düşündüm" diyor. Ve Arcade Fire söz yazarı Win Butler'a senaryoyu okutmuş, sonra da Toronto'ya gidip kalabalık bir grupla kayıt yapmışlar.

O zaman hem filmi hem de müziklerini bekleyeceğiz.


Not: Filmde azcık bahsedeyim ki bence çok güzel konusu. Cameron Diaz, James Marsden mutsuz evlilikleri olan bir çifttir. Bir gün postadan bir kutu gelir ve içindeki düğmeye basarlarsa masum insanların ölmesinin söz konusu olacağı ama 1 milyon doların sahibi olacaklarını belirten bir not vardır.
Not2 : Arcade Fire'dan güzel bir şarkı koyacaktım, beceremedim. Belki sonra.

Crank 2

Ölümüne sex, şiddet ve aksiyon.

"Damarlarında akanın kan olduğunu mu sanıyorsun?"repliği bu filme yakışırmış.

Crank'ın birincisini sevmiştim. Damarlarına zehir verilen bir tetikçi zehirin etkisi azaltmak için adrenalin pompalamak zorundaydı. Güzeldi. Tempo düştükçe filmde Jason adrenalini pompalıyor, tam ayarında bir işe imza atıyordu yönetmeni. Kahramanın ölmesiyse böyle bir filmde sık görülen bir şey değildi.

İkincinin başında adamı resmen kürekle yerden kazıyıp, kalbini alıp yerine pille çalışan plastik kalp takıyorlar ve Jason yine filmi hareketlendirmek için sürekli kendini şarj ediyor. Tabi bu sefer hayatta kalmak için yöntem sertleşince filmde sertleşmiş. Bol bol popo meme görüyoruz ki bu güzel bişey, daha çok kan ve maximum düzeyde aksiyon.

İlkinin aynısı olmuş. Kalitesi azalırken aksiyonu artmış yine de izlenirken sıkmayan ve yormayan bir film Crank 2. İzlenebilir diyor, topu size atıyorum.

7/10

Not: Bu arada filmin sonunda yanıp kül olsa bile bunun üçüncüsü gelir. Demedi demeyin. Küllerinden doğan Jason için filmin adı da "Crank 3: Phoenix" olur.

08 Haziran 2009

charlie bartlett


Peşin itiraf : Filmi Kat Dennings için izledim.

Madem tersten başladık; notum 7/10.

Charlie babası hapiste olan, asi, gittiği tüm özel okullardan atılmış, delibozması güzel annesiyle uğraşan zeki ama haşere çocuktur. Mükemmel tanım oldu. İzlemeseniz de olur filmi.

Charlienin en büyük takıntısı popüler olmaktır ve bunun için yapmayacağı şey yoktur. Kavga, ilaç satmak, hocalara baş kaldırmak korsan cd satmak. Ama ona popülerliği getiren insanları dinlemeye başlaması oluyor. Onlara terapi yapıyor arada ilaç yazıyor ve insanlar tarafından sevilmeye başlıyor. Sonra Kat Dennings çıkıyor ve ona aşık olan adamımız aynı amanda okulun müdürü olan babasıyla uğraşmaya başlıyor. İşin iginç tarafı babanın derdi charlie ile aynı. Eşi onu terk etmiş, saygınlık değil sevilmek istiyor ve alkolle boğşuyor. Charlie okulun iyi bir yer olması için çaba sarf edip kendi kişiliğini geliştirirken filminden nerden gelip nereye gittiini anlamadan film bitiyor.

Evet. Film gerçekten 90 dakika olsun diye birden bitmiş. Oysa bir 10 dakika ile herşeyi netleştirip bitirebilirdi. Sonuçta bu bir Nuri filmi değil ki nasıl bittiğine biz karar verelim ya da zihnimizde canlandıralım. Amerikan gençlik filmiyse sonu olacak bir kere. Puanlar ordan gitti.

En güzel yanı sıkılmadan izlenmesinde. Sıkılmak istemiyorsanız tavsiye olunur efem.

Kat Dennings diyorum başka bişey demiyorum. Ama şimdi daha güzel, toyluğunu atmış 2 sene sonra feci bişey olur. Ben diyorum.2 sene sonrada derim ben size söylemiştim diye.

04 Haziran 2009

Mike Mills


Daha önce dikkat etmediğim bir isim Mike Mills.
Yeni bir film çekiyor: Thumbsucker 2. Birincisi oldukça orjinal ve hoştu. İkincisi nasıl diye merak ediyorum. Peki niye mi bir filmin gelişini yönetmeninden dolayı merak ediyorum?
Çünkü o adam ünlü bir grafikçi; albüm kapakları, t-shirt, poster ve rock grupları için birşeyler tasarlıyor. Aynı zamanda Blonde Redhead, Yoko Ono, Air, Everything But the Girl, The Divine Comedy, Moby, Beth Orton ve Pulp gibi müzik oluşumlarına klip çekiyor.
Ha bunlar yetmedi mi? Bu adam ayrıca Miranda July'nin erkek arkadaşı. Varın siz düşünün!!

Bu da benim size armağanım olsun.
Miranda July'nin oynadığı, Mike Mills'in yönettiği harika bir Blonde Redhead klibi.

Ağır Roman


Ağır Roman'ı yeni izledim. Evet benim izlemediğim, ama insanların gözünde kült olmuş filmler var. Mesela Casablanca, Arabistanlı Lawrance ya da Grace(ki zaten hiçbir güç izletemez onu bana). Türkiyeden de illa ki olacaktı bi tane, aradan çıkarmış oldum. Unutmadan benim Trainspotting izlememiş, hatta adını duymamış 10 tane arkadaşım var. Hem de bir keresinde hepsiyle aynı anda aynı masada oturdum. Çok uzun sürmedi kalktım sonra o masadan. Yanımda benle kalkan bir tek kişi vardı.
Neyse filme gelmeden önce bilmelisiniz ki; Mustafa Altıoklar denen kendini yönetmen sanan gerizekalıdan nefret ederim. Fark etmişsinizdir önceki cümlenin öfke dolu tavrından. Ki bu sadece dışa vurduklarım. Bu önyargıyla izlenmiş bir film ve yazıdır anlayacağınız. Siz görüşlerimi biraz iyileştirin beyninizin süzgeçlerinde.
Şimdi Metin Erksan'ı duymuştum ve hep iyi şeyler demişlerdi. Ama tanımam kendisini. Ağır Roman'ı izlerken hep roman vardı aklımda, çünkü o roman bu filme belli ki 5 basar. Bir mahalle hikayesi, Amarcord gibi. Kıyaslamak hata ama İstanbul arka mahallesindeki olayları anlatışı, onlara bakışı, karakterleri canlandırışı oldukça güzel. film bu açılardan belliki kitabı yansıtmayı başarmış. Zaten insanların sevme sebebi de açıkca bu. Ama filmin kurgusuna, yönetmenliğine, prodüksüyonuna ve Mustafa Altıokların kendini filme yerleştirme kaygısına bakacak olursak filmin etkisi zayıflamakta.
Kötü diyemeyeceğim bir Ağır Roman. Ben aslında böyle filmleri çok severim. Ve güzel senaryonun heba olduğunu görünce de pek üzülürüm. Woody Allen'ın klişe lafıdır ama çok severim : İyi senaryodan kötü film çekilir ama kötü senaryodan iyi film çekilmez.
Neyse güçlü bir hikaye, orta ve üstü oyunculukar ve vasat bir yönetim.
Hayır Küçük İskender niye kendini harcamış. Mustafa Altıoklar ona okutsaymış madem o şiirleri, atasözlerini ve deyimleri.
7/10
Not: Yukarda fotoğrafı olan ikilinin de günümüz televizyon camiasının iki ağır topu olması manidar. Nerden nereye.
Not2: Gerçekten birinci not gereksiz ve salakça oldu.
Not3: Fight Club'ın ilk kuralı...

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP