ispanya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ispanya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

01 Kasım 2010

Buried

Evet insanın aklına tabuta canlı gömülmek deyince Kill Bill geliyor ama bu film ondan çok farklı bir yerde.


buried tek bir düşünceden yola çıkmış gibi. olabilecek en dar alanda film çekmek.
filmin tamamı bir tabutta geçmekte. ve beklenenin aksine alan olarak daha fazlasını vermemekte. işte bu sıkışmışlık conrayın telefonla konuştuğu yerleri ve kişileri bize göstermemesi, bizim de onunla birlikte tabutta sıkışmış gibi hissetmemize yarıyor. onunla beraber nefeslerimiz hızlanıp yavaşlıyor.


filmin baştan aşağı sistem bürokrasi savaş ve emperyalizm karşıtı oluşu bu dar alana rağmen bu eleştiri dozunu yüksek tutması yönetmenin ve görüntü yönetiminin üstün başarısından kaynaklı. daha önce hiç bir filminden çok memnun ayrılmadığım, ama bağımsız ruhuyla bizi etkileyen ryan reynolds da gerçekten iyi iş çıkarıyor. hem oyunculuğu hem de pek çok yerde filmin tanınırlığını ve ilgi çekiciliğini arttırarak.

buried ırak'a giden amerikanın saplandığı ve çıkamayacağı bataklığı resmediyor. bunun yanında amerikalıların insan hayatını (her iki tarafınkini de) nasıl hiçe saydığını tüm çıplaklığıyla resmediyor. büyük şirketlerin üç kuruş para için yaptıkları, yardım hatlarındaki büroksosi ve aptallıklar onun kadar bizim de sinirlerimizi bozuyor. bu kadar dar alanda yaptıklarını görüyoruz. bir de tabutun dışını düşünsene. yönetmen sanki korkup onu göstermiyor. gerek kalmıyor göstermeye. işin bir diğer yanı biz diğer herşey kadar conray'a da sinir oluyoruz. sinir patlamalrı (o durum için normal olsa da)ve kontrolsuz öfkesi hiçbir işine yaramıyor. bu da bizi daha çaresiz kılıyor.

ispanyadan böyle bir film çıkması ve tüm klişeleri yıkması sevindirici. radikal olurken yenilikçi de oluyor ve cesur davranıyor.

9/10

not: film sinemada daha tatsız oluyor. zira karanlık olması gereken sahnelerde acil çıkş ve exit ışıkları salonu belli bir ışık seviyesinde tutuyor. evde geç saatte izlemekte yarar var.

09 Ağustos 2010

Limits of Control


Benim limitlerimi aştı.

Ne kadar kendini bilen, mütevazı biriyim değilm mi? Benim limitlerimi aştı diyebiliyorum bir film için. Şaka lan!! Benim limitlerimi aşacak film yok gibi. Ne Lost Highway ne A Hole in My Heart aşamadı. Bu mu aşacak?

Ama Jarmush gerçekten limitlerini zorlamış. Anlaşılması zor, sırrı sonunda saklı ağır ilerleyen bir film yapmış. İpek parlak takımları içiersinde istediği şeye ulaşmak için insanlara istedikleri şeyi veren adamımız sonunda...

Ben filmle ilgili bir şeyler okurken "western filmlerine gönderme" "modern kovboy filmi" diyenlere şaşrıdım. Anlamıyorum. Yaşım büyüdükçe filmleri yorumlama kapasitem daralıyor. Zaten popüler şeyler izleyeibliyorum. Ama be Jarmush'u her zaman sevdim ve seveceğim. Manifeston yeter adamım.

Görüntü yönetmeni Christopher Doyle olunca görüntü ön plana çıkıyor. Kafeler mekanlar ışık başrole oynuyor.

Herhangi bir film için "şöyle film sevmem, bu ne biçimmiş diyen" varsa zaten peşinen izlemesin. Adı afişi hareketli dursa da sakin film. Güzel sakin.

04 Nisan 2010

Agora

Bu filme iyi diyeni köle gibi sopayla döverim.


En sevdiğim kadın varken sevmediğimi belirtmek isterim. Ama nedir derdi bu filmin derseniz, yoldan geçen aptalı çevirsen "Hristiyanlığı eleştiriyor" der. Ama bunu yaparken bir konun olur, bir yerden gelir bir yere gider. Yani genelde bu (genelden kasıt holywooddur) bir aşk hikayesinin bir tarih hikayesinin ardına güzel güzel yedirilir. Ama Agora ne tarihi aktarıyor ne bir aşk anlatıyor (romantik komedilerin hastasıyım) direk dine girişiyior (en sevdğim şeylerden biri de olsa) bunu yapışındaki çiğlik ve ana hikayenin sıkıcılığı yüzünden uzaklaşıyoruz ve etki azalıyor.

Bu film pekçok geri kalmış (biz dahil) ülkeye şu anda bile uygulanabilir tavrıyla etkileyici olacaktır. Milleti dini değiştirin sonuçlar aynı. Zaten filmin sırf u üzden çekildiği belli. Bilimin önemi, dinin gözü karalığı ve yine "zafere giden yolda her yol mübahtır"cılık.

Neyse ben sevmedim. Çünkü sıkıldım. Dini eleştirmesi filmin artı yanındayken, sadece bunun üzerine bir film yapmış olması da eksi yanı. Dinin artsı ve eksisi birbirini götürünce ve geriye başka bir hikaye kalmayınca elde kalıyor 0 (devlet bahçelinin 40.yıl nutku gibi oldu).

5.5/10

02 Mayıs 2009

Rec

Deer Hunter'da savaşa hazırlamak için bize 45 dakika düğün göstermişti.
Rec başlarken tv programı çekimlerine tanık oluyoruz. Bir itfaiye merkezinde itfaiyecilerin bir gecesine tanık oluyoruz ve biraz eğlenceli anlarını izliyoruz. Bu bölümde filmin nereye gideceğini anlayamamak merak katsayısını arttırmakta.
Kameramanıyla çekim yapan Angela gece yarısı yayınlanacak programı için itfaiyeye gelen bir ihbar telefonunun peşine gider. Bir apartmana girerler ve yukardan garip sesler gelmekte ve komşular apartman girişinde beklemektedirler. Sonra birden binanaın kapıları kapanır heryerden ananslar gelir ve 2 itfaiye eri, bir polis ve kameranla Angela apatman sakinleriyle binada karantinaya alınırlar. Salgın bir hastalık olduğunu fark den sağlık birimleri insanları içieri kitler. Sonrasında ise içerde gerçekten yayılan bir salgın izleriz. Zombileşen insanlarla diğerleri arasında bir kovalamaca başlar.
Yönetmen filmin tamamını omuz kamerasıyla çeker. Hareketli olan ve başlarda zaten röportajlarla dolu görüntüler gerçekçilik hissini fazlasıyla arttırır. filmin içine girmemizi kolaylaştıran bu teknik Cloverfield ve Blair Witch'de de kulanılmıştı. Kesinlikle Blair Witch Project'den daha başarılı ve Cloverfield ile de yarışır.
Ksinlikle nadir rastlanan bir korku filmi. Sıkılmadan ve yorulmadan izleniyor. Ve film böyle oluncada Amerikan yeniden yapımının olmaması imkansız. Önümüzdeki yıl yeniden aynı yönetmenlerle çekilecek. Hayırlı olsun.

8/10

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP