'en uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan'
26 Ağustos 2010
Dostum ben bu filmi çok seviyorum.
3. kere izledim dün. Bir 3 kere daha izlenir kanımca. Humprey Bogart'a olan hayranlığım artıyor onu her beyaz perdede gördüğümde. Boş oyuncu değil. Çılgın atıyor yeminlen.
Malta Şahini Film Noir denilen şeyin babası kabul eidliyor. Benim göüzmde bir şaheser. Karanlık atmosferi, karanlık karakterleriyle insanı büyülüyor. Bunu yaparken inanılmaz zarif bir mizah anlayışıyla süslüyor kendini. Eğlenirken sonun merak ettiğiniz ve çözümlenmesi şaşırtan bir polisiye izliyorsunuz. Femme fatale'in ne menem şey olduğunu görüyor ama ağlamalara yalanlara kanmayan Samuel Spade'e de hayran kalıyorsunuz.
Sinema tarihine yön vermiş bir film ve büyük usta John Houston'u analım burdan. Ben Houston'u Chinatown'da oynadıktan sonra büyük ilan ettim. Bu iki film arasındaki bağı görmeyeni sopayla dövüyorlar haberiniz olsun.
10/10
23 Ağustos 2010
ben çok sevmem korku gerilim sinemasını. uyku girmediğinden değil gözüme. iyi değiller.
bu tür kazara virüs bulaşıp kasabayı yok eden amerikan filmleri çoktur. çok iyileri de var. amerikan olmayan 28 gün sonra'ını yeri ise bambaşka. hatta bu filmin orjinali de ki Romero tarafından yönetilmiş, bundan iyi. ama yine de bu filmin vasat olmasının sebebini çözemedim.
oyuncular fena değil. senaryo bildik ama iş yapar. devlet eleştirisi ya da ordu biraz yavan kaçmış. bu insanların zombiye dönüşmesi mantığını anlayamıyorum heralde. o yüzden mi sevmiyorum acaba?
germiyor beni. beni korkutmaya çalışması değil germesi lazım sanırım. umarım den gelirim öyle bir taneye.
çok oldu gerilip uyuyamayacak kadar sert bir şey izlemeyeli.
16 Ağustos 2010
Skins
Farklı bir ingilzi dizisi daha.
İngilizler iyi dizi yapıyorlar bence. Ben bu adamları seviyorum. Ama yaşamak istemem onlarla :))
Skins bir gençlik dizisi. Benim gibi artık genç sayılmayan biri için (şaka şaka daha bebe sayılırım) bile dizi oldukça farklı ve keyifli.
Nedir bu diziyi farklı kılan unsur?
1- Her bölüm bir karaktere odaklanılıyor. Herşey ve diğer kişiler her bölümde var ama herşey o bölümün kahramanının gözünden ve dünyasından resmediliyor. Tabi böyle olunca da çekimler müzikler kamera da o karakterin yapısına göre değişiyor ki her bölüm başka bir dizi haline geliyor.
2- Karakterlerin anlatılışı farklı. Dramatize edilmiyorlar. Eğlenceli de olsa karakterlerin sıkıntıları çok iyi işleniyor. Hepsinin sorunlarına ve derine iniyor.
3- Eğlenceli. Gençlik dizisi de olsa hayatın eğlenceli ve dramatik yanlarını eşit pay ediyor. Gerçeklik üst düzeyde.
bir iki yerde bunu OC. ve Gossip Girl ile kıyaslayanlar var. Alakası yok. Uzunca bir film gibi. Her seferinde farklı. Dedikoducu ve kimin eli kimin cebinde belli değil dizisi değil. Sonradan bozarsa karışmam.
Casablanca
Filmi anlatacak değilim. Zaten en son izleyenlerden biriyim.
Ama İzmir'de Eski Havagazı Fabrikasında yapılan açık hava gösterimleri ile oldukça güzel bir havada keyifli bir şekilde izledik. Armutlar minderlerle dolu bahçe erken saatte gelenlerle kapıldığı için çimlerde oturduk. Ama her halükarda oldukça güzel keyifli bir film gösterimiydi.
Her çarşamba bir klasik gösteriyorlar. Mesela dün Bergman'dan Yaban Çilekleri vardı. İlginç seçimler yapması açısından da takdire şayan.
Her perşembe de bir konser oluyor. Geçen hafta Pinhani varken önceki hafta bir jazz konserine ev sahipliği yaptı. İzmirlilerin dikkatle takip etmesi gereken bir yer Havagazı Fabrikası. İzmir Sanat kapalıyken gayet çekici.
Not: İçerde restorant olmasına rağmen konser ve filmlerde kendi biranızı yiyeceğinizi getirebilirsiniz. Kimse karışmıyor.
Not 2 : Film feci iyiymiş. Şaştım kaldım. Böyle de bir insanım. Şaşırıyorum arada.
12 Ağustos 2010
The IT Crowd
Bu sezon da bitti. Muhtemelen yeni sezon da olmayacak.
Ama kesinlikle geçen sezonların tadı yoktu. Bir sezon pas geçtikten sonra, tekrarları çok izleniyor diye yeniden çekilmeye başlanan SIDIKA gibi birşey oldu.
Bu dediklerim sebebiyle kötüymüş gibi algılanmasın. Ama önceki sezonların yüksek ivmesi kesinlikle yoktu. Eğlenceli de olsa bazen zorlamaydı.
Yine de en sevdiğim dizilerden biri olduğunu söylemeliyim. Yine ingiliz üstelik. Öyle severim ki rastgele bir bölüm açıp izlemişliğim çok. İşe gitmeden önce falan izlerim hatta. KEsin neşelendirir çünkü.
Bilmiyorduysanız bence çok mutlu olma zamanı. Size mükemmel bir dizi önerdim.
10/10
09 Ağustos 2010
Limits of Control
Benim limitlerimi aştı.
Ne kadar kendini bilen, mütevazı biriyim değilm mi? Benim limitlerimi aştı diyebiliyorum bir film için. Şaka lan!! Benim limitlerimi aşacak film yok gibi. Ne Lost Highway ne A Hole in My Heart aşamadı. Bu mu aşacak?
Ama Jarmush gerçekten limitlerini zorlamış. Anlaşılması zor, sırrı sonunda saklı ağır ilerleyen bir film yapmış. İpek parlak takımları içiersinde istediği şeye ulaşmak için insanlara istedikleri şeyi veren adamımız sonunda...
Ben filmle ilgili bir şeyler okurken "western filmlerine gönderme" "modern kovboy filmi" diyenlere şaşrıdım. Anlamıyorum. Yaşım büyüdükçe filmleri yorumlama kapasitem daralıyor. Zaten popüler şeyler izleyeibliyorum. Ama be Jarmush'u her zaman sevdim ve seveceğim. Manifeston yeter adamım.
Görüntü yönetmeni Christopher Doyle olunca görüntü ön plana çıkıyor. Kafeler mekanlar ışık başrole oynuyor.
Herhangi bir film için "şöyle film sevmem, bu ne biçimmiş diyen" varsa zaten peşinen izlemesin. Adı afişi hareketli dursa da sakin film. Güzel sakin.
Gönderen Porco Rosso zaman: 16:37 0 yorum
Etiketler: 2010, amerika, beklenen film, ispanya, jim jarmush, limits of control
08 Ağustos 2010
Capitalism A love Story
Zeitgeist'ten sonra yavan kaçtı biraz.
Micheal Moore muhalif sesiyle Amerikayı eleştirmeye devam ediyor. Bu kez Amerika ekonomisinin mevcut halini ve birilerinin yönetimleri etkisi altına alarak nasıl zengin olrken insnaların ölümne ya da evsizliğine sebep oldukları.
Karışık oldu biraz. Yani Zengin daha zengin, fakirin daha fakir oluşunu gösteriyor. Ama filmle ilgili bazı sorunlar var. Öncelikle girişteki minimal öykülerle dramatizasyon yapmaya çalışıyor. Bir ailenin elindekileri kabedişiyle başlıyor. Tam olarak nedenler igöstermeyişi soru işareti. Ayrıca büyük bankaların ve devlet adamlarının dolandırıcılıklarını gösterirken de basitleştriemiyor olayları. Kaçıyor bazı yerleri.
Teknik sorunları olduğu aşikar. Ama bu yanlış demek değil. Anlattıklarının hepsi doğru ve sadece Amerika için geçerli değiildir sanıyorum. Baştakiler rüşvetler karşılığında finans şirketlerine arka çıkıyor ve vatandaşını hiç ama hiç kollamıyor. Filmin finalinde ki sosyalizm övgüsü ise Moore'un siyasi görüşünü açıkca belirtmekten krkmayışının eseri. Haklı olarak en iyinin sosyalizm olacağını eşitliğin önemli olduğunu göstermesi önemli.
Pis oyunları seyretmeye devam edeceğiz. Moore gibi zeitgest gibi gözmüze sokanlar da nafile çabalarına rağmen pes etmek istemeyen aktivistler. Gönülden sevdiğim adamlar.
8/10
Gönderen Porco Rosso zaman: 20:54 3 yorum
Etiketler: 2010, amerika, belgesel, capitalism a love story, eleştiri, micheal moore, zeitgeist
05 Ağustos 2010
Inception
sana büyük bir sır söyleyeceğim
korkuyorum senden
korkuyorum yanın sıra gidenden pencerelere doğru akşam üzeri
el kol oynatışından söylenmeyen sözlerden
korkuyorum hızlı ve yavaş zamandan
korkuyorum senden.
sana büyük bir sır söyleyeceğim
kapat kapıları
ölmek daha kolaydır sevmekten
bundandır işte benim yaşamaya katlanmam...*
neyse bir hafta içinde yazılmayan kalmadı film hakkında.
tabi özel bir şey okuyabilmek için nolan külliyatını bilmek, esinlendiği şeyleri anlamak ve basit düşünebilmek gerekiyor. İşte burada basitlik devreye giriyor ve herkese ulaşması filmin mümkün oluyor.
Bu filmi başyapıt yapan ilk şey basitliğidir. Hem de bu kadar karışıkken ve zaman gibi rüya gibi tek başına bile anlatılması sinemada neredeyse mümkün olmayan şeyleri derin duygusal bir yoğunlukla birleştirirken basitliğini koruyabilmesidir. Hepimiz anlıyoruz filmi. Bu neydi, şurda nedemek istedi demiyoruz. Algı düzeyimizde kalıyor genel çerçevesi. Deux ex machina'lara ihtiyaç duymuyor. Ama rahat da durmuyor kurguyla oynuyor ki bu da onun imzası zaten.
Basit tutuyor. Referans alıdığı filmleri bilmeyen biri filme aynı şekilde yaklaşıp aynı tepkiyi veriyor. Verebiliyor. Nolan kendi üst zekasının perdesinden seslenmiyor izleyiciye. Onlarla kendini aynı yerde tutabiliyor. Burada kendisi düşüyor da demiyorum. Seyircinin de daha zeki olmasını sağlıyor. Çünkü seyirciyi besliyor. Anlayacağı ortamı yaratınca seyirci de aptal gibi bakmıyor, bakamıyor.
Nolan şimdiden usta sıfatını hak ediyor. Zira yaptığı herşey büyük ve olgun.
İnception da şüphesiz iyi oluyor bu adam sayesinde. Kimin elinde olsa bu proje senaryo böyle olmazdı hem de.
10/10
*Aragon
Gönderen Porco Rosso zaman: 12:44 3 yorum
Etiketler: 10/10, 2010, amerika, beklenen film, inception, leonardo di caprio, nolan
03 Ağustos 2010
After Life
Yaşamdan sonra ne mi kalıyor : Pişmanlık.
Hayatı yaşamayanlar ölmekten korkar demişti bir filozof (belki de filozof değildi bilmiyorum).
Neyse konumuz o değil zaten.
bir şeyleri (ne olduğunu bilemedim) farklı yapmaya çalışan bir film.
öncelikle filmi hayden cristenin oynadığı bir filme benzettim. trauvma mıydı neydi? (tembel porco) ama bu biraz daha farklı. ölüp cenaze evine getirilen sera orda kendini, olayaları ve ölümü sorgulayacaktır. liam nelson'un cool oyunculuğu karşısında ezilse de christina ricci bolca meme göstererek bizi etkilemeyi başardı. gerilim filmi olarak çok etkili değil. sebepler havada kalıyor. drama kısmıda kastırmıyor. ağlamadım hiç. zaten komik değil. mistik bişey de yok. demek ki normal belki altı bir filmle karşı karşıyayız.
izlenemeli mi sorusuna elinde film yok ve ısrarla gerilim izlemek isteyen arkadaşların varsa olur. yoksa boşver. ne gerek var. meme için google görsellere baksan da olur.
6/10
02 Ağustos 2010
Youth in Revolt
ilk kriterim her zaman sıkılmamk üzerine kurulu.
bu filmde sıkılmıyor hatta buna fırsat bulamıyorsunuz.
Fransızlardan etkilenen kızlar hep farklıdır. Enteldirler. Müzik film kitap sever anlarlar. Fransız erkeklerine hayrandırlar.Çılgınlık yaparlar. Coollardır. İşte tam böyle bir kız var bu filmde. Hoş da. Bir de bildiğin mal sayılabilcek, yine amerikalı ama hiç yabancı estetiğine sahip olamayan aslında yine kültürlü birikimli de olsa çocuk sayılaiblicek bir erkek. Çelişkili değil mi?
Düşündüğünüzden daha çelişkili zaten ve filmi eğlenceli kılan da bu. Aşkı uğruna içine bir Fronçois kaçıran dostumuz kıza ulaşmak için kızı bile harcamayı göze alabiliyor. Bonny ve Clyde gibi kaçmayı düşünüyor, La stradan bahsedip içindeki serseri pis fransızı ortaya çıkarıyor. Sanki biraz karakterlerden millet eleştiriyor :) (evet klişe yorumlar yapmayı seviyorum) .
Filmin Wes Anderson derinliğinde olmasa da zengin karakterleri filme renk katarken bazı yerlerde yükselen komedi dozu iyice de eğlenceli kılıyor. Filmin derinlemesine bir yanı yok. Micheal Cara yine loser modunda durup kız tavlamak ister. Dünya ona karşıdır ve o bunun üstesinden gelecketir (mi)?
Romantik komedi işte. Al sevgilinle izle. Ama "senin niye içinde asi bir Fronçois yok" derse ağzının ortasına yapıştırın bir daha konuşmasın, yoksa ömür billah dırdır çekersin (sexistim evet :)
7,5/10
Gönderen Porco Rosso zaman: 14:28 0 yorum
Etiketler: 2010, 8/10, amerika, apatow, hollywood, romantik-komedi, Youth in Revolt
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
Bu Blogda Ara
Liste Liste Liste
Takip Edenler
İzlediklerim
Ben ve Sen ve Bildiğimiz Herkes
Etiketler
8/10
(88)
7/10
(84)
6/10
(58)
9/10
(58)
hollywood
(48)
2013
(44)
2011
(43)
beklenen film
(42)
ingiltere
(40)
müzik
(39)
Türkiye
(37)
komedi
(33)
2012
(27)
kişisel
(26)
5/10
(25)
video
(25)
bağımsız
(22)
liste
(22)
politik
(21)
istanbul film festivali
(19)
Fransa
(18)
festival
(18)
oscar
(16)
dizi
(15)
10/10
(13)
bilim kurgu
(13)
gerilim
(11)
kitap
(11)
romantik-komedi
(11)
sundance
(10)
uyarlama
(10)
belgesel
(8)
2000s
(7)
savaş
(6)
zamanında izlenmiş
(5)
4/10
(4)
documentry
(4)
porco rosso
(4)
2010un en iyi filmleri
(3)
3/10
(3)
belçika
(3)
1940s
(2)
1950
(2)
1960s
(2)
3D
(2)
top 20
(1)
top five
(1)