Frozen River

fakirlik, sosyal sıkıntılar, bürokratik problemler, insani durumlar her şey hikayenin bir yerinde bekliyor. filmin küçük ama etkili hikayesinden sert birer öğe olarak kendilerini belli ediyorlar. bazı yerlerde ırkçılık, bazı yerlerde cahillik olarak beliriyor bütün bu gerçeklik parçaları. bazen empati kurmayı bile imkansız kılıyor. hayal kurmanın gerçek dünyada nasıl durduğunu insanın yüzüne çarpıyor.
yönetmen hikayesini allayıp pullamamak, dramatik dozajını suni biçimde şişirip gözyaşı sağanağına çevirmemek için bütün yapay elementlerden uzak duruyor. çok da iyi yapıyor. pürüzlü hikayesi, beyaz ve mohawk iki annenin yasadışı dünyanın sınırlarına giren halleriyle kıtalararası olarak bile hissedilebiliyor. insanın içinde acı bir tad bırakıyor. derdini anlatıyor. derdini anlatabilmek çok mühim. başka birilerinin derdinden haberdar olmadan kendi derdini en büyük görür insan. courtney hunt, frozen river’da soğuğun içine saklanarak güzel anlatıyor.
ve sonunda filmini kapatırken bir biçimde o soğuğun içerisinden insanın içine bir ateşi bırakıveriyor. bir bağ, bir umut, bir olasılık ama bir şey bırakıyor. mutlu son gibi değil. gerçek dünyada olabilecek bir kendini iyi hissetme anı.
biz de melissa leo’ya ve misty upham’a gönlümüzün ödüllerini veriyoruz ve bu film vesilesiyle bağımsız sinemanın varoluşuna şükrediyoruz.