ilk film etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ilk film etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Mart 2009

Frozen River

Bir ilk film Frozen River. Courtney Hunt imzalı. Kadınlar hakkında bir film. Bu kadar erkekten arındırılmış ve anneye değinmiş bir filmin bir erkeği sıkmaması çok büyük bir başarı. Zaten kadınların etkileneceği kesin. Bambaşka iki kadının yollarını kesiştiren bu film kesinlikle yılın en iyi  bağımsızlarından.




Filmle ilgili sevgili dostum sakallis'in yazısını koyuyorum. Oldukça iyi anlatmış bence.

doğru tanımı nedir bilemeyeceğim ama kadınlara has bir farkındalık vardır. bir erkeğin anlatmasının çok zor olduğu bir alana ait bu farkındalık. kadınların içgüdüsel fedakarlıklarını daha belirgin kılan bir durum denebilir. yaratıcı olmanın beraberinde getirdiği bir sorumluluk duygusu. frozen river’daki anneliğin hissettirdiği şey budur. annelik çoğu zaman boyuna posuna bakmadan dağları devirmeye, imkansıza karşı yürümeye benzer. buradan anlatmaya başlıyor courtney hunt. kadın olmanın avantajı ile soğuğun ele geçirdiği gerçeği bağımsız sinemanın anlatı düzeneğinde çok çok iyi kuruyor. 

fakirlik, sosyal sıkıntılar, bürokratik problemler, insani durumlar her şey hikayenin bir yerinde bekliyor. filmin küçük ama etkili hikayesinden sert birer öğe olarak kendilerini belli ediyorlar. bazı yerlerde ırkçılık, bazı yerlerde cahillik olarak beliriyor bütün bu gerçeklik parçaları. bazen empati kurmayı bile imkansız kılıyor. hayal kurmanın gerçek dünyada nasıl durduğunu insanın yüzüne çarpıyor.

yönetmen hikayesini allayıp pullamamak, dramatik dozajını suni biçimde şişirip gözyaşı sağanağına çevirmemek için bütün yapay elementlerden uzak duruyor. çok da iyi yapıyor. pürüzlü hikayesi, beyaz ve mohawk iki annenin yasadışı dünyanın sınırlarına giren halleriyle kıtalararası olarak bile hissedilebiliyor. insanın içinde acı bir tad bırakıyor. derdini anlatıyor. derdini anlatabilmek çok mühim. başka birilerinin derdinden haberdar olmadan kendi derdini en büyük görür insan. courtney hunt, frozen river’da soğuğun içine saklanarak güzel anlatıyor.

ve sonunda filmini kapatırken bir biçimde o soğuğun içerisinden insanın içine bir ateşi bırakıveriyor. bir bağ, bir umut, bir olasılık ama bir şey bırakıyor. mutlu son gibi değil. gerçek dünyada olabilecek bir kendini iyi hissetme anı. 

biz de 
melissa leo’ya ve misty upham’a gönlümüzün ödüllerini veriyoruz ve bu film vesilesiyle bağımsız sinemanın varoluşuna şükrediyoruz.


                                                                                                                                                                 sakallis (20.02.2009)




Not: Donmuş Nehirler sanıyorum beni farklı da etkiledi. Pek sık karşılaşacağımı düşünüyorum zira önümüzdeki aylarda.

14 Şubat 2009

Hunger


Yukardaki sahnenin bir öncesinde oyuncular 17 dakikalık kesintisiz bir performans sergiliyorlar. Uzun süre akıldan çıkmayacak bir "hayat" diyalogu.

2000'li yıllarda Türkiye'deki ölüm oruçlarını hatırlıyorum. Hiçbiri bu filmde olduğu gibi gösterilmedi. Hatta unutulması için bahsi bile geçmiyor. Boşa mı öldü 122 kişi demeden geçmiyor aklımdan? 

Hunger ile ilgili en çok şaşırtan şey, belki ilk defa bir İRA filminde bazı İngilizlerin de insan oldukları vurgulanmış. Zaten sadece sesiyle bile bizleri irkilten Thatcher yeterince insanlıktan uzaktı.  

Yönetmen olayları gerçek anlamda tüm çıplaklığıyla gösterirken hiç acite etmeden hikayesini anlatıyor bize. İçimizde muhteşem bir öfke oluşuyor. Ani değil bu öfke. Sindire sindire. Hayat ile ilgili bir tartışmayı, özgürlük olmadan bir anlamı olmadığını, bunun üzerine yeryüzünün en uzun sekansını bile çeksek ölümün anlamsızlaştığını ve film bitince bu ölümün asilliğini düşünmüyoruz. Tek şey kalıyor. Özgürlük ve hayat. Ülke ve Özgürlük.  Öfke ve hayat. Sadece öfke.

Not : Filmi Türkiye'de Alper Özcan vizyona sokabilmek için uğraşmış ve bunu da başarmış. Vizyona giriyor. Alper Özcan ki Sonbahar filmi ile bu ülkede en sessiz çığlığı atmayı başarmış ve ilk defa ölüm oruçlarına değinmiştir. Sonbaharı sonra yazacam. 

Puanlama -->     Ben: 8
                              Abim: 7
                     Ortalama: 7,5


12 Şubat 2009

Garden State



İlk filmimiz Garden State. Adı itibariyle iyi denk geldi aslında. Daha bir kaç gün önce anneme izlettim. Yine eğlenceli, içimi sıkmayan bir film izlet bana dediğinde aklıma gelen ilk filmlerden biri olmuştu.


2004 yapımı bu filmi çoğunuz biliyorsunuzdur. Son dönem amerikan bağımsızları arasından ustalıkla sıyrılıyor. Bir ilk film olduğu düşünülürse fazlasıyla başarılı. Sevilen dizi Scrabs'ın başrol oyuncusu Zach Braff imzalı film Natali Portman ve Peter Sarsgard'lı kadrosuyla göz dolduruyor. Oldukça eğlenceli olan film iyi senaryosu ve en önemlisi müzikleriyle akılda kalıcı. Coldplay'in Dont Panic şarksıyla (ki en sevdiğim şarkılardandır) başlayan film The Shins, Iron and Wine ve Zero 7 gibi sonradan takip etmeye başladığım grupların şarkılarıyla devam ediyor.


Anneyle röportaj : 


Filmi beğendin mi? Genel olarak nasıldı?

Güzeldi ve tamamen dingindi. Gençlerin masum ilişkisiydi. 


Senaryo nasıldı? (Burada bir yönlendirme yaparak,senaryonun genç oyuncu yönetmen Zach Braff imzalı olduğunu belirtiyorum)

Özellikle Sam karakterine bayıldım. Hastalığını kabul etmiş olması ve evini birine açması(üvey kardeş) hoşuma gitti. Senaryoyu bir gencin yazması hem sevindirici hem de filmi daha etkili kılmış.


Oyunculuklar ne düzeyde?

Hiç sırıtmıyordu. Hatta başarılıydı diyebilirim.

İlk aklına gelen nedir bu filmle ilgili?

Filmin mutlu sonla bitmesi güzeldi. Güzel bir ilişki olabilir.

Seni etkileyen sahne ne oldu?

Çocuğun babasıyla karşılaştığında hiçbir şey olmamış gibi davranması garipti. Bir de annesinin kolyesi için arkadaşının uğraşması.


Müzikler dikkatini çekti mi?

Filme çok uyum sağlamış müzikler seçmiş. Dinlendirici keyifliydi. 


Filme kaç puan verirsin?

Benden 8 alır.


Filmimizin aritmetik ortalamsı = 8+9/2 = 8,5


  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP