Frozen River
Bir ilk film Frozen River. Courtney Hunt imzalı. Kadınlar hakkında bir film. Bu kadar erkekten arındırılmış ve anneye değinmiş bir filmin bir erkeği sıkmaması çok büyük bir başarı. Zaten kadınların etkileneceği kesin. Bambaşka iki kadının yollarını kesiştiren bu film kesinlikle yılın en iyi bağımsızlarından.
Filmle ilgili sevgili dostum sakallis'in yazısını koyuyorum. Oldukça iyi anlatmış bence.
doğru tanımı nedir bilemeyeceğim ama kadınlara has bir farkındalık vardır. bir erkeğin anlatmasının çok zor olduğu bir alana ait bu farkındalık. kadınların içgüdüsel fedakarlıklarını daha belirgin kılan bir durum denebilir. yaratıcı olmanın beraberinde getirdiği bir sorumluluk duygusu. frozen river’daki anneliğin hissettirdiği şey budur. annelik çoğu zaman boyuna posuna bakmadan dağları devirmeye, imkansıza karşı yürümeye benzer. buradan anlatmaya başlıyor courtney hunt. kadın olmanın avantajı ile soğuğun ele geçirdiği gerçeği bağımsız sinemanın anlatı düzeneğinde çok çok iyi kuruyor.
fakirlik, sosyal sıkıntılar, bürokratik problemler, insani durumlar her şey hikayenin bir yerinde bekliyor. filmin küçük ama etkili hikayesinden sert birer öğe olarak kendilerini belli ediyorlar. bazı yerlerde ırkçılık, bazı yerlerde cahillik olarak beliriyor bütün bu gerçeklik parçaları. bazen empati kurmayı bile imkansız kılıyor. hayal kurmanın gerçek dünyada nasıl durduğunu insanın yüzüne çarpıyor.
yönetmen hikayesini allayıp pullamamak, dramatik dozajını suni biçimde şişirip gözyaşı sağanağına çevirmemek için bütün yapay elementlerden uzak duruyor. çok da iyi yapıyor. pürüzlü hikayesi, beyaz ve mohawk iki annenin yasadışı dünyanın sınırlarına giren halleriyle kıtalararası olarak bile hissedilebiliyor. insanın içinde acı bir tad bırakıyor. derdini anlatıyor. derdini anlatabilmek çok mühim. başka birilerinin derdinden haberdar olmadan kendi derdini en büyük görür insan. courtney hunt, frozen river’da soğuğun içine saklanarak güzel anlatıyor.
ve sonunda filmini kapatırken bir biçimde o soğuğun içerisinden insanın içine bir ateşi bırakıveriyor. bir bağ, bir umut, bir olasılık ama bir şey bırakıyor. mutlu son gibi değil. gerçek dünyada olabilecek bir kendini iyi hissetme anı.
biz de melissa leo’ya ve misty upham’a gönlümüzün ödüllerini veriyoruz ve bu film vesilesiyle bağımsız sinemanın varoluşuna şükrediyoruz.
fakirlik, sosyal sıkıntılar, bürokratik problemler, insani durumlar her şey hikayenin bir yerinde bekliyor. filmin küçük ama etkili hikayesinden sert birer öğe olarak kendilerini belli ediyorlar. bazı yerlerde ırkçılık, bazı yerlerde cahillik olarak beliriyor bütün bu gerçeklik parçaları. bazen empati kurmayı bile imkansız kılıyor. hayal kurmanın gerçek dünyada nasıl durduğunu insanın yüzüne çarpıyor.
yönetmen hikayesini allayıp pullamamak, dramatik dozajını suni biçimde şişirip gözyaşı sağanağına çevirmemek için bütün yapay elementlerden uzak duruyor. çok da iyi yapıyor. pürüzlü hikayesi, beyaz ve mohawk iki annenin yasadışı dünyanın sınırlarına giren halleriyle kıtalararası olarak bile hissedilebiliyor. insanın içinde acı bir tad bırakıyor. derdini anlatıyor. derdini anlatabilmek çok mühim. başka birilerinin derdinden haberdar olmadan kendi derdini en büyük görür insan. courtney hunt, frozen river’da soğuğun içine saklanarak güzel anlatıyor.
ve sonunda filmini kapatırken bir biçimde o soğuğun içerisinden insanın içine bir ateşi bırakıveriyor. bir bağ, bir umut, bir olasılık ama bir şey bırakıyor. mutlu son gibi değil. gerçek dünyada olabilecek bir kendini iyi hissetme anı.
biz de melissa leo’ya ve misty upham’a gönlümüzün ödüllerini veriyoruz ve bu film vesilesiyle bağımsız sinemanın varoluşuna şükrediyoruz.
sakallis (20.02.2009)
0 yorum:
Yorum Gönder