12 Kasım 2011

Drive



refn arabanın direksiyonuna oturmuş sakin bir psikopat gibi arabayı üzerimize sürüyor. biz de fardan gözleri kamaşan tavşan gibi bakakalıyoruz.






Fast Five



araba filminden çok suç filmi gibi. biraz ocean eleven gibi.


ama serinin eskilerinden daha iyi kesinlikle.


İlk defa geçmiş anlatılıyor. eksik parçalar tamamlanıyor. tamam yine uçan arabalar var ama arabayla bile yapamadıkları şeyler de var. yani eğlenceli iki saat için ideal.   bana iyi geldi buralarda en azından  :)

25 Ekim 2011

tambien la lluvia




film pek çok konuya değinerek bol çeşitli bir yemek sunuyor izleyiciye. ama bu herşeyin birbirine girdii bir türlü değil. her şeyin dozunun ince şekilde ayarlandığı gösterişsiz ama lezzetli bir yemek gibi.

öncelikle film endüstrisi ve kapitalizm (yabancı şirketler ve yönetimler) eleştiriliyor. insanların suyunun satılması elinden alınmasına değiniliyor. hatta yağmurlarını bile alışları.

sonra amerikanın keşfindeki vahşet çekilen film olması dolayısıyla bizlere anlatılıyor. burada güzel olan ise pek çok sahnede o filmi izlememiz. dışardan izlediğimiz kadar o çekilen filmi de görebilmemiz.

filmin başındaki yapımcı ile yönetmenin farklı tutumlarının filmin sonunda tersine dönmesi çok manidar. dakiklar geçtikçe açılıp kendini buluyor film ve amacına yavaş yavaş ulaşıyor.


edit: filmi ken loach çekse şaşırmazdım sanırım. paul liverty varlığını gerçekten hissettiriyor.

23 Ekim 2011

Transformers 3

Çizgi film hatrına ne kadar katlanılır bilmiyorum


Önceki filmlerden uzun. Öncekilerden daha fazla insancıl. Daha belirgin ve dayanılır dövüş (savaş) sahneleri. Üstelik Otobotların tarihine az da olsa değinişi hoş. Ama bence çizgi film hatrına çektiğimiz çile yeter. Transformers rafa kaldırılmıştır. Bir daha izlenmesine gerek yok. Biraz sert gibi oldu yazı. Zaten izlemeye niyetim yoktu ama yoklukta bunu izledim. Bu bile izlenmez. Saygılar sevgiler.
Ayın karanlık yüzünün filme hiç yansımamış olması ise iyice enteresan.


17 Ekim 2011

Avatar : Son Hava Bükücü

Çizgi serisini izliyordum ve çok seviyordum.



ama film beklenitleri kesinlikle karşılamıyor. ne eğlenceli oluyor ne hareketli. Özellikle o sempatiklik filmde iyice yok olmuş durumda. Serinin ilk filmi olduğunu ve devamının geleceğini ancak film bitince üzülerek fark ettim. Çocuğunuz yoksa tavsiye edilmez. Zaten bu film hakkında bu kadar geriden yazınca izlemeyenlerin izleyeceğini de sanmam.

Saygılar.

13 Ekim 2011

Drive

Bugün doğumgünüm. Film izleyemezsem kahrolurum ama planlarım var. Bakalım. Ben yazamıyorum madem hazır yazılmış bir yazıyı paylaşayım sizle. Yıldıray'ın Drive hakkındaki yazısı. Dört gözle izlemeyi bekliyorum.





Drive:  Gerçek Bir Kahraman


80’ler ne kadar kötüydü diye söylenip dururken Nicolas Refn gibi adamlar gelir önünüze tokat gibi bir iş koyar ve afallarsınız. Danimarkalı yönetmen kökenlerinden gelen soğukluğu 80’lerin pastel ikonası üzerine o kadar güzel bir şekilde işlemiş ki görsel, işitsel ve duygusal olarak uzun ve güzel bir klip izliyor gibi hissediyorsunuz.
Kahramanımız yani sürücümüz tam anlamıyla varoluşçu bir kimlikle karşımıza çıkıyor. 60’lı yılların Eastwood’u, Delon’u. 70’lerin McQueen’ine benzer bir şekilde geçmişi ve hikayesi gizli; derisinin altında belirsiz ama güçlü bir duygu taşıyan tamamen varoluşsal bir karakter. Ryan Gosling oyunculuğunun minimalist sınırlarından nadide parçalar sergiliyor rolünde.  B Side ve Noir filmleri arasına sıkışmış, duygularını ve hayatını da beraberinde sıkıştırmış sürücümüz aksiyon-macera filmleri için çokça biçilmiş kaftanına başka türlü giriyor. Geceleri soyguncu, gündüzlerin yarısında tamirci diğer kısmında filmlerin araba sahnelerinde profesyonel dublör olarak çalışan “driver” fazla konuşmadan işini halleden bir adam. Üzerinden çıkarmadığı akrep işlemeli ceketi ve donuk yüz ifadesi ile başka türlü bir le samourai.
Açılış sahnesi filmin bütününde oluşturacağı duygusal baraj için çok iyi bir örnek aslında. Yapılan soygunun başlangıcından staples center’da sonlanana kadar geçen sürede hız ve heyecan kullanılabilecek çokça alan mevcut. Oysa Refn sakin, ağır ve gerçekçi bir yol seçiyor kendisine. Sesi (ki günümüzde teknik anlamda usta yönetmenliğin fark detayı olarak görülmeye başlandı) harikulade kullanarak Cannes’da aldığı en iyi yönetmen ödülünün sebebini daha en baştan belli ediyor.
Ortalama bir izleyici için Transporter hikayesinin sıkıcı hali olarak görülebilir olduğunu kabul ediyorum. Fakat sinemayı zaman geçirmekten fazlası olarak görenlere soluk alacak derecede güçlü bir sinematografiye sahip. Işığın ve müziğin kullanımı, hiç kimsenin acelesi yokmuşçasına ağır hareket ettiği film, alt metninde günümüzün süratine, tüketimine, hafızasına ağır ağır sallıyor gibime geldi.
Gosling zaten tartışılmayacak yeteneğini karakter üzerinde yeterince sergiliyor. Kötü adamımız Ron Perlman ve 80’lere yakışan Albert Brooks kartonet karakterlerini hakkıyla çiziyor ve boyuyor. Carey Mulligan saflığı yansıtırken sade ve güzel görünüyor.
Drive birçok açıdan özellikle gelişme ve sonuç açısından 80’ler estetiği taşıyor. Öte yandan sinematografisi, zorlayıcılığı ve hikayenin psikolojik çatısına bakıldığında zamansız bir film demek daha doğru.
College feat. Electric Youth - A Real Hero filmin soundtrackinde yapbozun en gerekli parçasıymış gibi sırıtıyor. Gerçek bir kahraman. 80’lerden gelen, Camus dokunuşuna sahip varoluşsal bir kahraman. Bir gün uyanıp annesinin öldüğünü öğrenen ama hissettiği hiçbir duyguyu belli etmeyen bir karakter gibi. Yalnızca yapan. Bildiği en iyi şeyi yapan bir kahraman. Güzel bir film kahramanı.

Bu film aksiyon severler için yem gibi hazırlanmış olsa da gerçek bir sinemasever filmi. İzlenmeyi, üzerine yazılmayı hak ediyor.  Drive açılış fontlarından, müziğine, zaman algısına, geçtiği şehre kadar etiketler içinde gibi görünüyor olabilir. Buna aldanmamak lazım. Karşımızda gerçekten yönetmenlikten oyunculuğa kadar gerçek bir film var.

05 Ekim 2011

The Invention of Lying



Daha önce bu sayfada bu filmle ilgili görüşlerimi yazmıştım.
Tesadüfe bakın ki geçen hafta komutan "yalan" ve "etkilerini"  göstermek amaçlı cezalandırarak bize bu filmi tekrar izletti. Kendinden emin şekilde hiçbirinizin bilmediği bir film izletecem diye de ekledi.

Film için yeni bir şey demeyeceğim.  Din eleştirisi yapıldığını anlamayan 300 kişiyle izledim ama önemli değil. Yine de salonda olmak (ki gayet yüksek standartlı bir salondu) film izlemek çok güzel. Film kadar aradaki müzikler de etkiledi. Gerçekten doya doya müzik dinlemeyi özledim filmlerden çok.

Neyse atarsa 100   :))

26 Eylül 2011

Şafak Olmuş ConiMoni



O kadar ani bir kararla askere geldim ki nasıl oldu ve 50 gün geçti bilmiyorum. Evet askerlik kötü ve benim için her geçen gün daha kötü bir hal alıyor. Pişman olmama bir var.

Ama ocak sonunda tekrar özgür! olunca sizlerle buradan filmleri paylaşırız diye umuyorum.
Herkese ben yapamazken iyi seyirler (dramatizasyon vol.1)




25 Temmuz 2011

Microphone

crossing the bridge'in peşinden giden bir film.


mikrofon mısırın en büyük ikinci şehri iskendiriyede geçiyor. amerikadaki
eğitiminin ardından dönen kahramanımız ordaki işinin yanı sıra sokak
müzisyenleriyle ilgilenmeye başlar ve onlarla ilgili araştırmalar yapar.
belgesel çeken bir çift bulur ve yeraltı müzisyenleri üzerinden ülkesini ve hayatını
gözden geçirir. 
istanbul film festivalinde altın lale kazanmasına rağmen uzun süresi ve dağınık anlatımıyla beni çok mutlu etmedi açıkcası. yine de farklı müzikler için izlenebilir. 

19 Haziran 2011

The Hangover II

kıyaslama yapılmadan bu filmden bahsedilemez.
birinci daha iyiydi.




bu tabi benim kişisel görüşüm. zaten teknik verilerle konuşmak zor. zira
film eğlenceli yapısından başka bir şey vaadetmiyor. ama illa değinelim dersek bence oyuculuklar vasat ve bazı sahneler çok yapmacık.


bu sefer kafadarlar taylanda gidiyorlar ve yine düğünden bir gece alan sayesinde kendilerini kaybediyorlar. sonrası yine muammalarla dolu. hatırlanılmayan ve boku çıkmış bir gece ve kayıp bir genç (gelinin kardeşi) ve yine onu ararken aşılan sınırların fark edilmesi.

18 Haziran 2011

Kes



Not : Yazının tamamı için üstteki metine tıklayın.

17 Haziran 2011

Özel Tim 2




nasıl yaptımsa bu serinin ilk filmini ters okumuşum.

trop de elite 2 brezilyanın kenar mahallelerinden başlayarak tüm politikanın ve içinin çürümüşlüğüne sert bir tokat atıyor. bunu yaparken de kan akıtmaktan geri durmuyor.

özel tim komutanının bürokrasiye girişiyle işlerin iç yüzünü daha rahat görmesi ve ezeli düşmanı sosyalist aktivist vekille olayları ortaya çıkarmasını konu alıyor. tabi işleri bozulan politikacıların ve godaman polis şeflerinin pisliklerinin sınır tanımazlığı bol aksiyonla birlikte aktarılıyor.

uzun süresine rağmen sıkmayan bir film özel tim 2. izlenecekse hoolyywood aksiyonlarına tercih edilebilir.

7,5/10

Route Irish

"hayal kırıklığı değil öfke hissedin"


Irak Savaşının artık oturma odamızda olduğunu söyleyen yönetmen dünyanın her yerindeki ezilmiş tarafa eğilmeye devam ediyor. Daha önce İspanya iç savaşı ve Meksikalı göçmenleri konu olmuştu. Şimdi de ırak ve büyük şirketlerin para uğruna hayatları hiçe sayışını konu alıyor büyük usta.




Fergus kendisiyle birlikte Irak'a götürdüğü arkadaşının ölümünün ardından "yanlış zamanda yanlış yerde" olduğuna inanmaz ve araştırınca büyük şirketler ve insanlıktan nasibini almamış insanların hesabını kesmeye karar verir.




Film gerek kurgusu gerek hareket oranının yüksekliği ile farklı bir Loach filmi. Eleştiri dozu ise çoğundan yüksek. Ama klişeleri yıkan yapısı ile gönülleri fethediyor. Kendi ipini kendi çekecek kadar cesur adamların hikayesi.




Not: filmde tek dikkat çeken şey; Loach için fazla ölümün olması hatta bazı ölümleri bizim isteyecek hale gelmemiz ve bunların rasyonelleşmesi.









15 Haziran 2011

Source Code

beklentileri kesinlikle karşılamıyor.



2011'in beklenen filmleri listesindeydi ama beklediğim gibi çıkmadı.
vaadettiği gibi groundhog day, matrix, deja vu gibi filmleri referans alsa da onlardan özgün bir şey tam oalrak yaratamıyor maalesef. orta sınıf bir hollywood aksiyonu olailbiyor sadece.

duncan jones moon'daki gibi bireyin kolay harcanabilmesinin ne kadar kötü olduğunu ve herkesin biricik olduğuna değinmiş. genele bakmaya başlasa ve altmetni biraz daha doldursa iyi olacak gibi.

mantık hataları da cabası.
beyin kayıtları aracılığıyla soktukları asker elemanın gidip görmediği yerleri nasıl görüp öğreniyor. yani tuvaletin üstündeki havalandırmayı nasıl açıyor mesela.

6/10

My Name is Joe



joe tipik bir erkek. kaybetmeye mahkum olanlardan. o yüzden de bizden zaten. hayatında gerçek hatalar yapamasa da doğrulara ulaşamayan biri joe. çünkü kendini düşünmeyen biri.
kendini düşünmezsen kendi doğrularına ulaşamazsın joe.
hey joe! o kadınla ne yapıyorsun?
hey joe! o çocukla ne işin var?!
hey joe! gitmen gerek hemen!!
tek başına!!

8,5/10

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP