22 Şubat 2010

Hayat Var

Hayat Var mı?


Reha Erdem bu filmle bir süredir sıkıntılı bir süreç geçiren beni kendime getirdi. Güzel bir tokat attı bana. Kader gibiydi biraz. Daha stilize. Daha az sözle. Yüreğimdeki yerini aldı.

Reha Erdem filmografisiyle Türkiye'de kesinlikle bambaşka bir yerde artık. Her çektiği filmde farklı bir tür deneyen, hepsini de başarıyla kotaran ve türkiye'de auter sinemanın önemli ismi olarak farklı duran biri. Bir arkadaşımın dediği gibi Zeki Demirkubuz'un diyalog vuruculuğunu(edebi eserlerden kaynaklanmanın da etkisiyle) ve Nuri Bilge'nin görüntü yönetimini oldukça başarılı şekilde harmanlıyor. Üstüne üstlük türkiyeyi farklı şekillerde farklı insanlarla yorumlaması ve bunu gerçek bir ustalıkla yapabilmesi gözümüzdeki (daha çok da kalbimizdeki) yerini ayrı kılıyor.

Hayat Var, yatalak dedesi ve gemilere orospu götürüp mal kaçakçılığı yapan babasıyla birlikte virane bir balıkçı kulübesinde yaşayan(!) Hayat'ın hikayesi. Hayat 14 yaşında bir çocuk. Annesi evi terk etmiş, okumayı sevmiyor en önemlisi ise hayatında kimse tarafından sevgi görmemiş.

Zaten bu yüzden bir gemiden babasına atılan çin malı dandik oyuncağın düğmesine basıp "i love you" deyip gülen saçma kırmızı kalpli oyuncağıyla uğraşıyor. O oyuncak gülüp sevgi sözcükleri söyledikçe bizim sinirleimiz bozuluyor. Gerçi hayat büyük ihtimalle anlamıyor bile ne dediğini oyuncağın. Hayat arabeski fark ediyor. Onun dikkat kesilmesine bir tek acı sebep oluyor. Acıyı bile umarsızca karşılıyor. Ona gereksiz aşırı sevgi gösteren hayat kadını komşularından sürekli kaçıyor.

Hayat çok zor diyor Reha Erdem. Bu gördükleriniz gerçek bir hayat olamaz dercesine de filmin başında değil, bitişinde Hayat bu sorunlu dünyadan (sanki) dönmemecesine kaçarken ve ilk defa mutlu görünürken ekran kararınca filmin adını gösteriyor. Hayat Var ise film sırasında değil sonrasında var diyor. Filmdeki Hayat bir kız ve ne var olabilir ne mutlu.

Bizi sarsıyor Reha Erdem. Filmin içinde olmayan tek kareyle yapıyor bunu bana. Herkesi bir yerinden yakalayacağı ise şüphesiz filmin.

8/10

20 Şubat 2010

The Informant


"Olgunlaşıyor" son dönem bir kaç filmden sonra kullandığım bir tabir haline heldi. Coenlere demiştim en son. Paul Thomas öyle, Wes Anderson bile bir yerde öyle.Ya bizle beraber büyüyorlar ya da gerçekten istedikleri zaman istenilen algı düzeiyne göre film çekebiliyorlar. Ki her iki türlü de etkileyici.


The Informant Soderberg'in son filmi. Ocean's Eleven gibi bir açıdan. Bilinmez planlar. Görünmez adamlar polisler falan. Ama The Informant Eleven gibi değil. Daha çok The Conversation'a benziyor. Olgun. Sakin. Neyin ne olduğunu gösteren ama anlaşılmamasına bilinçli şekilde izin veren yapısıyle sağlıyor bunu da.


----------spoiler--------------

Filmin konusu ise bir kimya mühendisi de olan Matt tipik bir amerikalıdır. Ancak bir anda şirketinin pis işlerini FBI'ya gammazlayacak bir adam olur. Ama ikili oynadığı yalnızca şirketi değildir. ailesi, FBI, avukatlar hatta kendine de ikili oynar. Bunların nedenleri sonuçlarını sonra görsek bile inanamayız. heralde asıl afişindeki "unbelievable" yazması bundan.

----------spoiler--------------


Sonuçta bir şaheser değil. Düz ama yine de akıcı sayılabilecek bir film bu. Soderberg iyi, Matt her zaman ki gibi çok iyi.

Nerden gelip nereye gittiğini anlamadığım bir yazı oldu. Dönüp okuyunca utanayım da biraz özenli olayım madem.

7/10

19 Şubat 2010

Blade Runner

Which one are you?

14 Şubat 2010

A Serious Man



Hayat Zor

Zaten sen bile tavşan örneğiyle anlatmana rağmen yazdığın fizik denkleminden bir şey anlamıyorsun. Fizik profesörüyken hem de.

Hayat da böyle bir şey Gopnik. Zorlama istersen.

Coenler'den Barton Fink tadında, kişisel, eğlenceli kara komedi. Hem de en olgunundan.
Yazılacak çok şey var ama ben de Gopnik gibiyim biraz. O yüzden b

13 Şubat 2010

Fantastic Mr. Fox


Bu bant. Bu bakış. Bir tek şeyi hatırlatır heralde.

Aynı adamdan bir kitap uyaarlaması. Wes Anderson ve Noah Baumbach beraber yazmış.
Bir çocuk kitabını uyarlarken yine yeni yeniden karakter zengini yapmışlar filmi.
Pek güzel yapmışlar. Eğlenceli falan.

12 Şubat 2010

Istanbul On My Mind

Almanya: Wim Wenders, Werner Herzog
Meksika: Guillermo Arriaga, Alejandro Gonzales Inarritu
Danimarka: Lars von Trier
İsveç: Lukas Moodysson
İran: Samira Makhmalbaf
Rusya: Timur Bekmambetov
İngiltere: Jonathan Glazer, Mike Leigh, Alan Parker
ABD: David Lynch, Spike Lee, Kimberly Peirce
İrlanda: Stuart Townsend
İspanya: Pedro Almadovar
Japonya: Takeshi Kitano
Malezya: Tsai Ming Liang
Çin: Wong Kar Wai

Yukarıdaki listede yönetmenlerin bir kısmı ile görüşüldü ve onay alındı, bir kısmının ajansları ile ön görüşmeler yapıldı ve bekleme sürecinde, bir kısmı ile henüz hiç görüşülmedi. İlk başta da söylediğimiz gibi bu liste netleşince hemen basın ve kamuoyu ile paylaşmayı arzu ediyoruz. Yönetmenler İstanbul'a geldiklerinde de basın toplantıları düzenlenecek.




Yukardaki yazı uzun zaman önce yazılmış. Direk alıntıdır.
Gerçekleşeceğine dair resmi bir açıklama yok. Ama ya olursa deyip heyecanlanmamak elde değil.

08 Şubat 2010

The Chaser

"Sinemanın tüm anlatım şekillerini altüst et.
Bunu yaparken de tüm kurallara uy."
Deseydi eğer bir sinema hocası, sözünü dinleyen tek öğrencisi Chaser'ı çekmiş derdim.


Chaser bu çelişkiyi bize aktararak şaşkınlık yaratıyor.
Hikayesini anlatırken klişelerin tamamını yıkan yapısını sinemanın sistematik ve iyi çalışılmış diliyle güçlendiriyor.inanılmaz güçlü karakterlerin tüm hareketleri ve geçmişleri beklenenden farklı. ama oldukça sağlam.

madde madde bakarsak :
rüşvet aldığı için işinden kovulmuş eski dedektif bir pezevenk. kaçırılan eskort kızlardan birinin peşinden gidiyor. Bunu da para için yapıyor. Ulvi sebeplerle falan değil yani. Yani bu adam başrolde ama gerçek bir anti-kahraman. Olası değil gibi. Ama sinematik açıdan her yönü tek tek anlatılmış gösterilmiş. Değişim ya da değişmeyiş herşeyiyle mantıklı.

Katilimiz gerçek bir pisikopat. İktidarsız olduğu için keserini erkeklik organı gibi kullanıp kadınları öldürüyor. Bunun sebeplerini gösteriyor. Ama ana-akım filminde olmayacak şekilde
daha ilk dakikalrdan ortaya çıkıyor, hatta yakalanıyor hatta itiraf ediyor. Sonra da serbest kalabiliyor. Akımın dışında ama kitabın gereklilikleriyle dolu.

Kurban kadın kaçmaya çalışıyor, yani baştan ayıkıyor (ayıktırılıyor) ama kaçamıyor. saldırıya uğruyor. Katil tutukluyken kaçıyor. Ama uzağa değil. Kader katili onun kucağına getiriyor.
Yine de ölüyor. Anam kız da öldü. Hollywood bunu nasıl çekecek merak ettim gerçekten. Ama kadınla ilgili de tonla şey biliyoruz. Karakter oldukça zengin.

Yani karakterlerini ve hikayesini sağlam bir temel oturtup tüm zincirleri kırıyor yönetmen.
Gerçekten son yılların en iyi filmlerinden biri. Bunca zaman gözden kaçmış olmasına üzüleceğiniz türden hem de.

Oldboy tadında. Çekiç ve Koreli görünce kaçmanıza sebep olacak şekilde.
İnanılmaz tempo artışları düşüşleri ve bir güne sığdırılmış güzel hikaye.

9/10

07 Şubat 2010

2010 un beklenen filmleri


"Ondine"- Neil Jordan
Sinopsis:İrlandalı bir balıkçı olan (Colin Farrell) çektiği ağlarda denizkızı olduğuna inan bir kız bulur.(Alicja Bachleda)
Bilinmesi gerekenler: Christopher Doyle'un görüntü yönetmenliği, Sigur Ros müzikleri ve yan rolde Stephan Rea ile etileyici olabilecek bir film var karşımızda.


"Life During Wartime" - Todd Solondz
Sinopsis: Solondz dünyasında yine birbiriyle çokca bağlı çokca ayrı hikayeler ve karakterin hayatları.
Bilinmesi gerekenler: Solondz önceki filmlerinden “Happiness” ve “Palindromes” benzeri, hatta onlardan çıkmış gibi duran sekanslar barındıran bir filmle karşımızda. Beck ve DevandraBanhart da solondz'un sözlerini müziklendirmişler.



"Valhalla Rising" -Nicolas Winding Refn
Sinopsis: Kendini kaçıran adamları öldürüp kaçan bir köle çocuk tarafından yardım edilen sessiz ama korkusuz bir savaşçının, Vikingler için kutsal sayılan toprakları arayışını anlatıyor film.
Bilinmesi gerekenler: Bronsonun yönetmeni Refn bu sefer Terrence Malick imzalı bir korku yada Tarkovsky imzalı bir delilik filmi gibi durduğu söyleniyor.


"My Son, My Son, What Have Ye Done" - Werner Herzog
Sinopsis: Hasta ruhlu bir adam annesini kılıçla öldürünce dedektifliğe soyunan ama buna rağmen polisin de tepkisiyle karşılaşan adamın araştırması.
Bilinmesi gerekenler: David Lynch prodüktörlüğünde etkileyici yerel polis kadrosuyla izleyiciyi şaşırtan ve Herzog'dan aynı yıl içinde iki film izlemek için iyi fırsat.

"Agora" - Alejandro Amenábar
Sinopsis: Roma dönemi Mısırında geçen filmde yerli bir köylü gencin felsefe profesörüne aşık olması(Rachel Weisz).
Bilinmesi gerekenler: Bilinmesi gereken tek şey Rachel Weisz'in oynadığı. Gerisi hikaye.



"Enter The Void" - Gaspar Noé
Sinopsis: Japanyoda öldürülen uyuşturucu satıcı bir genç hayalet olarak tekrar ortaya çıkar ve kız kardeşini takip eder.
Bilinmesi gerekenler : Gaspar Noéadamımdır. "Irreversible" ve "I Stand Alone" ile beni benden alan yönetmen yine aşırıya kaçıyor. 3 saatlik versiyonu sinemalarımıza uğrar mı bilemiyorum.

"The Scouting Book For Boys" - Tom Harper
Sinopsis: Sevdiği kızın ailesi karavan parkından taşınınca onunla kçamaya karar veren genç TOMObambaşka şeylerle karşılaşır.
Bilinmesi gerekenler : Shane Meadows'un keşfettiği Thomas Turgoose başrolde. Film adının aksine ikinci yarıda sertleşip karanlıklaşıyormuş.


"Faust" - Alexander Sokurov
Sinopsis: Ünlü Alman eserinindeki ruhunu şeytana satan bir adamın hikayesinin yeniden çekimi.
Bilinmesi gerekenler : "The Sun" ile japon kralını "Molach" ile Hitleri ve "Taurus" ile Lenin'i anlatan Sokurov bu kez F.W. Murnau ve Jan Svankmajer kaynaklı Elizabeth Hurley'in Bedazzled'ına benzemiyor.

"The Turin Horse" - Béla Tarr
Sinopsis: Yaşlı hasta bir atın sahibiyle kızının işleriyle ve geçmişleriyle uzlaşmaya çalışmalarını anlatıyor Tarr.
Santanogo ve The Man From London ile kendinden bahsettiren Tarr, yine ilgi çekici bir filmle arthouse sinemasıyla selam ediyor.



"A Thorn In The Heart"- Michel Gondry
Sinopsis: Gondry'nin teyzesi hakkında yaptığı bir belgesel.
Bilinmesi gerekenler : Geçen sene bahsetmiştim bu filmden. Hala izleyemedik.




"Certified Copy" - Abbas Kiarostami
Sinopsis:Bir İngiliz yazar italyada katıldığı bir konferans sırasında Fransız galerici kadınla tanışır ve herşeyin gerçekliğini sorgularlar.




"Somewhere" - Sofia Coppola
Sinopsis: Hollywood haşarı kötü çocuğu sayılan ve kişisel bir krizin eşiğinde bulunan Dorff 22 yaşındaki kızının L.A ye sürpriz ziyaretiyle ne yapacağını şaşırır.




"Tree of Life" - Terrence Malick
Sinopsis: Bir felaketle karşılaşan ailenin sonsuz yaşam veren ağacı araması.
Bilinmesi gerekenler: Brad Pitt Heath Leader yerine filme alındı. Malick sinemaya ara vermesi olarak bu filmi gösteriyor. Ayrıca Sean Penn de var filmde.



"Black Swan" - Darren Aronofsky
Sinopsis: Genç telaşlı balerin Portman birden ortaya çıkan gizemli bir kızla Kuğu Gölü Balesi başrolü için gergin bir müadeleye girer.
Bilinmesi gerekenler: Clint Mansell yine müziklerde. Yine gerçek hayattan ağır bir melodram Aranofsky'den.



"Biutiful" - Alejandro González Iñárritu
Sinopsis: Bir adam çocukluk arkadaşı olan bir polisle illegal işler çevirmektedir.
Bilinmesi gerekenler: Cha, Cha, Cha takımı (Guillermo Del Toro, Alfonso Cuaron ve Iñárritu) tarafından yapımcılığı üstlenen film, Javier Bardem ve Rubén Ochandiano i bir araya getiriyor.


"Greenberg" - Noah Baumbach
Sinopsis: 40 yaşındaki New Yorklu Greenberg Los Angelas'a taşınır ve abisinin asistanına duygusal şeyler hissetmeye başlar.
Bilinmesi gerekenler: "Squid And The Whale" ve "Margot At The Wedding" ile bağımsız sinemanın önemli ismi Baumbach'ın filminin müziklerini ise LCD Soundsystem yapmış.

"Restless"- Gus Van Sant
Sinopsis: Gerçekten okuduğum en ağır sinopsisti ve bunun sizin için sürpriz olmasını istiyorum. Gus Van Sant'tan fazlasıyla ilginç bir film.





"The First Gun"- Zhang Yimou
Sinopsis: Coen Biraderlerin "Blood Simple" filmini dönem Çininde tekrar izleyeceğiz.
Bilinmesi gerekenler : Coenlerin filmini alıp başka bir noktaya getiren Yimou, çinde geçen absürd bir komedi yapmış. Hiç de kendi tarzı değil. Bekliyoruz.



"True Grit" - Ethan & Joel Coen

Bilinmesi gerekenler: 1969 yapımı aynı isimli filmden bir Coen kardeşler uyarlaması. Muhtemelen biz bu filmi izlemeden remake yaptık diyeceklerdir. Bekliyoruz.




"Rabbit Hole" - John Cameron Mitchell
Sinopsis: 4 yaşındaki oğullarının ölümü üzerine zor günler geçiren bir ailenin dramı.
Bilinmesi Gerekenler: David Lindsay'in Abaire adlı Plutzer ödüllü filminden uyarlanan filmde Nicole Kidman başrolde. Cameron Mitchell 4 yaşında kendi kardeşini kaybetmesinin etkisiyle filmi çekmiştir. Zira önceki filmlerinden sonra büyük stüdyo filmi çekmesi enteresan


"Source Code" - Duncan Jones
Sinopsis: Amnezyak bir asker bir tende gözelrini açar ve çözmesi gereken bomba problemleriyle uğraşır.
Bilinmesi gerekenler: Moon ile gönülleri fetheden Duncon Jones Ben Ripley'in kitabından Source Code adlı yine bir bilimkurgu çekiyor. Referanslar bu kez Matrix, Groundhog Day ve Deja Vu. Enterasan referanslarla iyi bilimkurgu çekmesini bekliyoruz.

"Mute"- Duncan Jones
Sinopsis - Fantastik bir gelecekte, sessiz bir barmen şehirde partnerini arar.






The Tourist” - Alfonso Cuaron
Sinopsis: Bir Amerikalı tursit Interpol ajanı tarafından bir ajanı yakalamak için ilişkisi olan kadının peşine verir.
Bilinmesi gerekenler: Johhny Deep ve Angelina Jolie başrollerde.

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP