The Man From London
Bela Tarr'ın yeni filmi The Man From London, yönetmenin önceki filmleri Werckmeister Harmonies, Satan's Tango ve Damnation'a oldukça benzemekte. Siyah beyaz yapısı, uzun sekansları, az diyalog ve hareketsiz kamerasıyla gerçek bir Alin Taşçıyan filmi. Evet doğru hatırlıyorsunuz bu tür filmleri seviyorum aslında ama Bourne Ultimatom'da 30 saniyede verilen hareketin bu filmde 30 dakikada verilmesi beni bu sefer biraz yordu. Sonsuz kamera hareketlerin gölgeyle buşuşması yani cinematoğrafisi oldukça etkileyici oyunculukar sade ve yönetmen yine minimalistti. Belçikalı bir yazarın polisiye romanından uyarlanan film Macar bir yönetmenin Fransanın bilinmeyen bir kasabasında geçen bir hikayeye yerşetirdiği İngilizlerle nasıl film yapabilceğinin nadide bir örneği.
Maloin limanda tren yollarında gece vardiyasında çalışan bir adamdır. Hayatının rutin akışı içinde karısı ve kızından başka kimsesi olmadığ açıktır. Onlarla da iletişimin sınırlı olduğu açıktır. Bir gece limanda iki adamın tartıştığını ve birinin kavga sırasında denize düştüğünü görür. Düşen adamın elindeki çantayı fark eder ve sonra gidip onu denizden çıkarır. İçinden çıkan sterlinleri sobada kurutur tüm gece. Ondan şüphelenen tek kişi ise Londra'dan cinayeti ve parayı bulmak için bulunduğu kasabaya gelen dedektiftir.
Gerçek bir noir film yaratan Tarr, Coen'lerle benzerlikler gösteren bir suç filmi yaratmış. Tabi Coen'lerdeki karakter zenginliği, hareket ve renk Macar yönetmenin filmlerinde yok. Filmde Tilda Swinton'un İngilizce konuşup üzerine sonradan dublaj yapmaları oldukça şaşırtıcı. Geri kalan oyuncular da İngilizce konuşan dedektif haricinde ne dilde konuşursa konuşsun dublajla Macarcaya çevrilmiş.
Genel olarak herkese hitap etmediği açık filmi. Klişe tabirle, durgun Avrupa sinemasından hoşlanmıyorsanız uzak durulacak bir film. Ama yok Bela Tarr izleyip sevdiyseniz daha önce mutlaka görülmesi gereken bir estetiğe sahip film.
7/10
0 yorum:
Yorum Gönder