30 Temmuz 2009

A Hole In My Heart


hayat mutlu olmak içinmiş! benimki mutsuzluğuma alışmaktan ibaret.


Rahatsız filmler kuşağı vol.2

Aslında bir filmden bahsedecektim ama bu filmde beni en çok rahatsız eden sahneyi hatırladım sonra. O sahne de bana okuduğum kitabı hatırlattı. Bir porno film çekimi sırasında adamın kadının ağzının içine kusmasıydı sahne.



Mehmet Eroğlu'nun Kusma Kulübü kitabı akıcı ve okunası bir kitap. Edebi anlamda zayıf çok yanı olsa da anlattıkları ve göstermeye çalıştıklarıyla tüketim toplumunun, medyanın ve ülkenin doğusundaki olayların eleştirisini yapmakta. Evet aslında bu yönüyle (doğu meselesi hariç) Dövüş Kulübüne benzeyen bir hikaye. Küçük bir grup bu tüketim toplumunu yıkmak için eylemler yapar. Nasıl yaparlar bunu? Üstlerine kusarak tabi ki!



A Hole In My Heart, gittikçe sertleşen bir üslubun son halkasıdır. Fucking Amal ile başlayan sonra Together'ı çeken bunlarla toplumun isteklerinin ve ana akımın dışına çıkan Moddyson, Lilya 4 Ever ile sertleşen tarzını iyce ortaya sermişti. Ama A Hole in My Heart bunların ötesinde izlenmesi zor, yönetmenin fazlasıyla kişiselleştiği hatta minial bir film olarak karşımız çıkıyor. Kalabalık filmler çeken yönetmen birden amatör porno film çeken iki adamın, onlardan birinin oğlunun ve filmde oynayan genç kızın bir evin içindeki 3-5 gününü göstermeye karar vermiş.



Moddyson görünen ardındaki rahatsız edici unsurları gösteriyor bu filminde. Porno filmin ardındakileri, bir vajinanın ardındaki, baba oğul ilişkisinin ardındakileri ve tüketim toplumunun ardındakileri.



Bu herkese tavsiye edilmeyecek bir film. Ama sevdiğimi hatırlıyorum. Rahatsız etmişti.

İsveçin asi çocuğu Moddyson ardından Container diye bir film daha çekti ki dağıtımı yapıldımı ondan bile emin değilim, Nette dolandı bir ara sadece. Şimdi de büyük bir merakla beklediğim Mammoth'u çekiyor. Gael Garcia Bernal ve Michelle Williams var.

24 Temmuz 2009

Thom Yorke - The Present Tense

Thom Yorke'un yeni şarkısı bootleg olarak nete düşmüş.


Ayrıca Thom York'un "New Moon" filmine bir şarkı vereceği de kesinleşti.





22 Temmuz 2009

Demirkubuz'dan Türk Edebiyatı Uyarlaması : Kıskanmak


“Çirkin bir kadının bir gün fırsatını bulunca ne gibi trajedilere yol açabileceğini merak ettim.”

Nahid Sırrı Örik imzalı bir kitap Kıskanmak. Bu kitabı okuma sebebim ise hiç de edebiyat kaynaklı değil. Zeki Demirkubuz'un bu kitabı çekeceğinin haberini alınca okumaya karar vermiş ve nihayet izmir'de sadece bir kitapçıda bulunca da alıp başlamıştım.


Kitabı anlatmayacağım. Alırsınız okursunuz. Yok okumazsınız filmi izlersiniz. Yok izlemezseniz zaten hikayeyi ne yapacaksınız. Ama bir tek şey diyebilirim kitap için: Etkileyici. Gerçekten beklenmeyen bir dil, alışılmadık bir hikaye(Türk hikayesi) ve yaratılan karakterler.

Ne demiş Selim İleri kitap için: 'bir çağrılışla başlar kıskanmak: '' seniha! seniha hanım!'' bu çağrılışın bir istihza olduğu, roman bittikten sonra anlaşılır; ömür boyu seniha'yı kimse 'gerçekten' çağırmamıştır.'



Önceki filmlerinden farklı olarak minimal bir yapı taşımayan film için prodüksiyon aşamasında yeni bir ev inşaa edilmiş, kostümlerin hepsi dikilmiş ve büyük bir ekip çalışmış. İlk defa bir yapım şirketiyle çalışıyor ayrıca Demirkubuz. Ve toplamda 1 milyon dolar harcanmış.


Demirkubuz film için yapılan bir ropörtajda şunları demiş : Çirkinlik kavramından etkilendim“Çirkin olmanın nasıl bir şey olduğu üzerine çok kafa patlattım. Çirkin olmaktan güzelliğin nasıl göründüğünü görmeye çalıştım ama çok büyük emek verdim bu konu için. Gündelik hayatta hiç fark etmediğimiz, adam yerine bile koymayacağımız bir insanın sıradan hatta çirkin bir kadının hatta kurumuş bir kadının dünyasında neler olabileceğini hatta bir gün fırsatını bulunca ne gibi trajedilere yol açabileceğini çok merak ettim. Zaten romanı çekmeye karar verince diğer her şeyi unuttum, tamamen buna odaklandım.

Fazlasıyla merakla beklediğim Türk filmidir. Hatta yegane Türk filmidir.

Not: Filmin başrollerinde Nergis Öztürk, Berrak Tüzünataç ve Serhat Tutumluer var.
Not 2 : "Çirkinlerin güzeller uğruna feda edildiği gerçeğini Seniha daha küçük yaştan itibaren öğrenmişti..."
Not 3 : İyiki kitabı okumadan önce kimler oynuyor bakmamışım. Kafamda canlanandan farklılar zira.

Zorunlu Edit : Bilinmeyen bir güç afişi değiştirtti. İyi oldu sanırım.

Redd Archive Floyd

Şimdi bu yazıya otobüsten inip eve giderken çıkılan bir yokuşta, günün yorgunluğunun üstüne şarkının insan üzerinde bıraktığı etkinin ne kadar koyu olduğunu anlatarak başlamak isterdim ama ben düz bir adamım. O yüzden yazdığım şeyler çok bir şeye benzemez.

Redd'in yeni albümünü ipodumun shuffle modu sağolsun ziyadesiyle dinledim. Dinledikçe de sevdim. Sonra anladım ki bu bir konsept albüm. Sonra sırayla dinledim. Son dönemde dinlediğim az türk grubundan biri oldular. Yeni albümleri oldukça türk standartının dışında. Şaşırtıcı olabilir ama çok fazla Pink Floyd tadı ve tonları taşıyor. Zaten ilk şarkı "çığlık" bile bunun böyle olduğunu ispatlar durumda.

Şimdi Pink Floyd'u ziyadesiyle seven biri olarak bu albüme biraz kulak verince aslında düzgün bir albüm olduğunu göreceğinize inanıyorum. En azından inanılarak samimi bir albüm olmuş. Ucuz bir kopya gibi değil.

Dün Emre'yle konuşunca hem fikir olduğumuz başka bir güzel grubun da Pink Floydvari şeyler yarattığını gördük. Aslında görmüştük zaten de tekrar hatırladık. Sevgili bir arkadaşımın bana tanıttığı ve sonrasında ziyadesiyle sevdiğim bir grup haline gelen Archive 2009 çıkışlı albümüyle gerçekten beni etkiledi. Ayrıca eski albümlerden şarkılar da insanı alır götürür cinsten.

Bunlar tavsiye edilesi şeyler.

Bu yazının sinema bloguyla alakası ise şudur: Ne demişti Jarmush?

Hiçbir şey orijinal değildir. hayal gücünüzü gazlayan, sizi ilhamla titreştiren her yerden çalın. eski filmlerden, yeni filmlerden, müzikten, kitaplardan, resimlerden, fotoğraflardan, şiirlerden, rüyalardan, rastgele sohbetlerden, mimariden, köprülerden, tabelalardan, ağaçlardan, bulutlardan, sulak havzalardan, ışık ve gölgelerden beslenin. sadece ve sadece ruhunuza seslenen şeyleri malzeme alın. bunu yaparsanız işiniz (ve hırsızlığınız) özgün olur. özgünlük paha biçilmez, orijinallik safsatadır. bunları yaptıktan sonra da hırsızlığınızı saklamakla uğraşmayın, tam tersine değerini bilin. jean-luc godard’ın “nerden aldığınız değil, nereye götürdüğünüz önemlidir.” sözünü hep aklınızda tutun.

20 Temmuz 2009

Chuck the National


Bu dizi geçen hafta bir şarkıyla yazılmalı dedirtti bana. Son bir kaç ayın en çok dinlediğim gruplarından biri olan The National'ın Fake Empire şarkısı çaldığından ve bu şarkı sahnesine cuk oturduğundan beri aklımda bu var. indir

Cnbc-e'de uzun zamandır dizi izlemiyordum. Aslında hiçbir şey izlemiyorum. Eskiden güzel filmler yayınlarlardı. Ustalara saygı kuşağında Truffoutlar Godardlar olurdu. Sonra Oliver Stonler Tony Scottlar geldi. Hatta ileri gidip Micheal Bay'e dadandılar.


Chuck son dönemin keyifli dizilerinden. Gerçek bir şapşal olan Chuck bir gün, okuldan kovulmasına sebep olan arkadaşının eve getirdiği bir cdyi bilgisayarına takınca tüm gizli istihbarat bilgileri kafasına yüklenir(evet Matrixte kung-fu yüklemesi benzeri). Ama ziyadesiyle sakar beceriksiz ve korkak olan Chuck bunu kaldıramadığı için bolca komik şeye sebep olur. Bu arada bu şapşalın Stanford Universitesi bilgisayar mühendisliğinde okurken kovulduğunu ve aslında gayet zeki olduğunu belirtmek gerek. Çokça iş kotarsa da komik olmaktan kurtulamamkta. Yanında Sarah adlı afeti devran ve onun yanında da emir eri Casey vardır. Profesyonellerin yanında onlara yardımcı olan Chuck kaçınılmaz şekilde Sarah'a aşık olur (izleyen tüm erkekler ve bazı kadınların da olduğu gibi). Neyse zaten dallanıp budaklanan dizi bu çerçevede yan karakterleriyle de zenginleşerek keyifli dakikalar yaşatır bize. Genelde komedi dizlieri 22 dakika olan Amerikalıların uzun komedi dizilerinden.

Bunu yazarken aklıma diğer Chucklar geldi.


Ha bir de bu dizide başka bir diziyle ilgili komplo teorisi var.


Ice Age: Dawn of the Dinosaurs


Ice Age 3D geçen haftanın sinema serüvenin halkalarından biri. En zayıfı olduğu kesin.
İlkini hatırlıyorum da ne gülmüştüm. Hala hatırlayınca güldüğüm sahneler bile çoktur. Ama sırf satsın diye yapılmış bu film sırf anlamlaşsın diye 3 boyutlu yapılmış. Dünyanın Merkezine Yolculuktan sonra 3D güzel bir şey demiştim aslında. Ama bu filmde hiç bir işe yaramıyor. Yani ne bizi şaşırtan ne eğlendiren bir sahne var. Normal film işte. Sadece derinliği var biraz.

Hikaye klişe arkadaşını sev ona değer ver. Bir de görünüşe aldanma. En sert görünenlerin bile bir kalbi vardır. Aman allaam ne güzel değil mi? Tonla hayvan animasyonundan biri olmuş bu.

Sakın sinemaya gitmeyin. Hatta izlemeyin. Sevdiğin şeyler hafızanızda güzel anılarla kalsın.

5/10

17 Temmuz 2009

News!

Son dönemde beni ilgilendiren haberler neler oldu derseniz, cevabı az sonra.




Daha önce izlemek için can attığım filmler arasında belirttiğim Wes Anderson filmi Fantastic Mr. Fox filminin ilk fotoğrafları yayınlanmış. Güzel olacığını umuyorum efendim.




Bazılarınızın çok sevdiği Melissa Leo "Fighter" filminin setinde bu film için David O. Russel'ın en iyi tercih olduğunu ve onun çok başarılı biri olduğunu söylemiş. Sorarım kendisine: Brad Pitt oyanasa ve Aronofsky yönetse ne derdi?


Tony Leung, yeni Wong-Kar Wai filmi "The Grandmaster"ın setinde kolunu kırmış. Bruce Lee dahil olmak üzere pek çok efsanenin hocası olan büyükustanın hayat hikayesini anlatan film bu nedenle beklenenden daha geç bizlere ulaşacak.




Şu sağdaki resimdekiler kim diye sorarım size. Tamam öndeki Robert. Sağdaki de Mickey. Ama ya soldaki hatun? Olum o da Scarlett lan. Kızıl Scarlett. Rüyalarımın hatunu yemin ederim. Hem Scarlett hem kızıl. Ne güzelmiş. Bak bu filmi sırf onun için izleyecem.Ha film mi? Yazın vizyona girecek. Güzel olacaktır yine. Ona hiç şüphem yok bu sefer.





Deniyormuş ki Darren Aronofsky, "Robocop" filmini "Black Swan"ı çekmek için bırakmış. Normalde ayıplardım bunu. Robocop, doğa üstü olayların olduğu fantastik bir film için bırakılır mı diye. Ama yeni filmde Natalim Portmanım oynuyorsa her şey bırakılır gidilir efendim.Gerçi şerefsiz, Rachel Weisz ile evli ama olsun. Çekimler sırasında, Nataliyle bir gece ihtimali için bile bu film çekilir. Gerçi film Japon mangası "Perfect Blue" ya benzerliğiyle merak uyandırıyormuş.


16 Temmuz 2009

The Hangover

Salonda en çok gülen(belki de tek gülen) ben olsam da gerçekten komik bir film bu.



Lan ben çok güldüm be. Salondakiler deli bu demiştir. 1o tl verdim. Tabi gülecem. Ne sandınız?



Şaka bir yana, erkek filmi olması yanı sıra, yine arda arda saatler boyunca başları dertten kurtulmayan, bir birine hiç benzemeyen adamların hikayesi beni fazlasıyla güldürdü. Hep tekrarlıyor gibi olacağım ama fars komedi güzeldir. Anlık saçmalamak zorunda kalan insanlar beni hep güldürür. Kendime de gülerim böyle durumlara düştüğümde.



Bir bekarlığa veda partisi için Vegasa giden 3 arkadaş ve damadın bacanağı daha ilk geceden kendilerini kaybedecek kadar içip (ne içtiklerini bilmeden) uyandıklarında, damadın kayıp olduğunu fark ederler. Ve gün boyunca ne yaptıklarını hatırlamaya çalışıp yedikleri nanelerin izini sürerler. Tabi bu süreçte yaptıkları şeylerin ne kadar uç ve rezil olduğunu hatırlarlar. Tabi bu süreçte kişiliği oturmamış olanlar kendilerini bulurlar.



Bence izlenmesi gereken, nadir komedi filmlerinden biri. Yanınızda biri olsun. Mutluluk paylaştıkça çoğalır :)


Public Enemies



Bu film hakkında türlü şeyler yazıldı ve okundu. Aslında farklı şeyler hissedildiği için böyle. Yani ben izlerken ve çıkınca çok beğenmediğim filmi, bir kaç gün geçip sindirince biraz daha sevdim.



Bu standart bir mafya filmi değil. Aslında süper falan da değil. Oyuncuları için izlemek büyük hata olur ayrıca. Ama bu bir Micheal Mann filmi. Onun kim olduğunu bilerek ve onu severek gitmek gerekir. Oyuncudan istediklerini, hikayeyi anlatış şeklini ve en önemlisi kamerasını sevmek lazım ki filmi gerçekten sevebileseiniz.



Hikayeyi bilmeyen yok zaten. Banka soya, hapisten adama kaçırana Dillinger ve onu yakalamk için fedaral polis teşkilatının olması gerektiğini söyleyerek onu yakalamaya and içmiş bir FBI örgütü ve Melvin Purvis.



Burada tabi ki Purvis'in ve Dillingerın insani yanlarının ne kadar ön planda olduğu çok net gözden kaçıyor. Tamam kamera sürekli zoom yaparak onları ikonlaştırıyor gibi görünse de, Dillinger değil mi kız arkadaşıyla olmak için herşeyi riske eden. Ya da Purvis değil mi biri dayak yerken engel olan, biri ölünce aşırı tepkisini engellemeye çalışan.



Benim kanım şu ki; hikaye ve içeriği fragman ve tanıtım programlarında anlatılan kadar derinlikli değil. Ya da gerçekten Mann burada çakozluyor. Ama yine de vasat olmayan, zamanla etkisi artan ve prodüksiyon açısından oldukça başarılı bir filmle karşı karşıyayız.



Mutlaka izlenecektir. Ev ya da sinema fark etmez. Sadece çok sıkılmayacağınız bir ana denk getirirseniz etkisi iyidir.



Not 1 : Yine kaypak bir yazı. Film iyi mi kötü mü bilemediklerimden.


Not 2: Bİr önceki yazıyı ve yazarını sevdiyseniz(ki ben çok severim) mail bombardımanına tutun beni. Ona daha sık yazdıralım.

14 Temmuz 2009

I Love You, Man!

Hollywood'dan keyifli bir komedi daha..


Knocked Up ve Superbad'le başlayan keyifli ve kaliteli komediler furyası, holivuuud tarafından i love you, man! le devam ettirilmekte.

Yine bir erkek filmi. aşık olduğu sevgilisine evlenme teklifi eden bir adam, sevgilisinin hiç arkadaşı olmamasından az da olsa rahatsiz olan bir kadın ve potansiyel bir en yakın arkadaş.

Film, bildiğimiz ve aslında pek de özlemediğimiz klasik giriş - gelişme - mutlu sonuç örgüsüne sahip olsa da, keyifli bir 105 dakikanin garantisini vermekte. size bir şey katmasa bile, sinemada izlemeniz durumunda, sizden sadece bir bilet parasi götürüp, başka birşey kaybettirmez.

Yine de önerim, sinemada izlemek yerine, evinizde, eş-dostla birlikte, divx ya da vcd formatında izlemeniz. bir de şu sıcak yaz günlerinde terli terli su içmemeniz.

7/10

Not 1: Ard arda izlenilmiş 5 filmden ilkiyle ilgili notları okudunuz. çok yakında, diğerleriyle karşınızda olacağım.

Not 2: Bir de karşınızda olacağım diyor efendim. kanmayınız. kendisi gezip tozmakta ve bu yazıyı bendeniz feykencil'a yazdırmaktadır. ha bu ne biçim yazı, hiç porco rosso'nun tarzı değil, kafam girsin böyle yazıya diyorsanız da, bütün mesuliyet bana aittir. 3. kişi, kurum ve porco'ların bu olayla zerre alakası yoktur.

06 Temmuz 2009

Bad Timing


Bir Nicholas Roeg filmi.

Başrollerde Art Garfunkel , Theresa Russell ve Harvey Keitel.

Birbirlerini mafeden iki aşık. Ama birbirine aşık iki aşık. Sadece birbirlerini hak ediyor olmalırı ise kader. Zaten Viyana'da tanışıp aşk yaşayan iki Amerikalı nasıl izah edilir?



Dr.Alex üniversitede ders veren psikiyatri hocası, Milena ise Çek Cumhuriyetindeki kocasından ayrılıp Viyanaya gelen genç ve güzel bir kız. İkili bir partide tanışır ve Milena partiden ayrılmak isteyen Alex'e telefonunu verir. Alex ise "Gizemi neden yok edelim ki? Eğer tanışmazsak, her zaman mükemmel olması ihtimali olur" der. Gerçi Alex o partiden biraz önce ya da sonra ayrılmış olsaydı "Kötü Zamanlama" olacaktı. Ki bu tüm kötü zamanlamaların başı olarak yeterince kötü. Zaten bir aşk hikayesinin polis araştırmasına dönüşü kötü zamanlamanın kendisi. Komada hastaneye getirilen Milena'nın hikayesinde Alex'in kendi zamanı dedektif Netusil'e yetmiyor. O kendi zamanının, doğru zamanın peşinde. O bir dedektif. Harward diploması olan. Atletizm dalında diploması olan. Dakik olması ve her saniyeyi öğrenmek istemezi ve bulmacayı çözmek istemesi normal. İlaç içmek, telefon etmek, eve gelmek, kmadaki kızı hastanye götürmek. Her birinin süresi çok önemli. Zaten bir röntgenci gibi olayları gören dedektife Alex'in hak vermesi gerekmez mi? Zira o değil miydi derste herkesin bunu yaptığını söyleyen. Onun yaptığ ise sadece gözlem.



Bir Klimt eseriyle başlayan filmde Milena "Nasıl böyle olaiblirler?" diye ve Alex " Bir birlerini uzun zamandır tanımıyorlardır" der. "Kiss" tablosu böyle okumalara da açık. Alex zaten her şeye incelenecek bir vaka gibi bakmaktan vazgeçmiyor. Milena üzerindeki takıntılı tavrı ve aşırı kıskançlığı ama kendini ona ait hissetmeyişi ise gayet normal görünüyor kendine. Sheltering Sky kitabı ve kitaptakinin nerdeyse aynısı Fas yolculukları da karakterlerin ruh hallerini tanımlamak konusunda oldukça etkili. Zaten o göndermeyle bir yerden sonra erkek oluyor kadının hafif meşrep (görünen) tavırlarına kızıyorsunuz. Ama biraz mantıklı olup da dedektifin çözümlerini görünce bu hastalıklı ilişkinin karşılıklı olduğunu anlıyorsunuz.



Karışık kurgusuyla zaman kavramını karıştıran ve iyi ya da kötü zaman kavramını yitirmemimize sebep olan filmde dedektifin dahil olduğu bölümlede yükselen tempo ve gerilim kesinlikle ustalıkla kotarılmış. Alex'in psikonalist olarak herşeyi baştan bilmesine benzer şekilde biz de baştan biliyoruz bazı şeyleri ve flashbackler ile başı öğreniyoruz. Zaten Alex'in röntçülük olayına filmin başından direkt dahil oluyoruz. Zaten Roeg'in kamerası ve kurgusu buna hizmet için inanılmaz bir iş çıkartıyor.



Çok akıcı olmamakla birlikte etkileyici bir ilişki filmi bu. Roeg ustalıkla çekmiş. Ve sanatın her dalını filminde kullanmış.



8/10

05 Temmuz 2009

Şimdi reklamlar

Spike Jonze'dan Brad Pitt'li yeni reklamı.
Ardından bir iki keyifli reklam daha.
Hayran olmamak mümkün değil.





Bu da kankası Chris Cunningham'dan bir reklam. Gucci için.



Breaking Bad

Sanırım bir dizide en önemli şey tutarlılık. Breaking Bad de ise bu hiç yok.
Sanırım bu yüzden çok seviyorum.

Hosue, Entourage gibi dizlerde en sevdiğim şey; hikayenin ve karakterlerin tutarlı olamasıdır. Zaten bu sinemanın kurallarından da biri değil mi? Ama Breaking Bad bunu kırıyor ve değişimi mantıklı bir forma sokarak bize kendini sevdiriyor.

Kimya öğretmeni olan Walt, bir gün kanser olduğunu ve öleceğini öğrenir. Narkatikte çalışan kayınçosunun yaptığı baskınlardan birine gittiği sırada ise eski bir öğrencisinin polisten kaçtığını ve uyuturucu işinde olduğunu görür. Tam da o anda bir aydınlanmayla, tedavisi ve sonrasında tedavi işe yaramazsa ölümünde ailesine para bırakabilmek için meth(kimyasal bir uyuşturucu) pişirmeye karar verir. Tabi bunun sonuçlarıyla da uğraşmak zorunda.

Yalnız bu mülayim, ailesine bağlı, yarattığı formüllerin çalınmasına bile tepkisiz adam bu süreçte inanılmaz bir değişime giriyor. Gerek kanserden gerekse suç dünyasının doğasından değişimi sürekli olan Walt ve öğrencisi Jesse'nin acemice işleri bizleri güldürüyor, geriyor. Ama sürekleyici yapısıyla bir sonraki bölümü de merak ettiriyor. (Empire! beni işe al!)

Bu haftasounu evde kalıp dizinin ikinci sezonunu henüz bitirmiş biri olarak, amerikan aile, eğitim, adalet sistemlerini sert şekilde eleştiren ve Vianvari karakter ve hikaye değişikliklerini barındıran diziyi herkese tavsiye ederim.

Aşağıdaki video, bir adamın değişiminin en güzel örneği sanırım. Bir kapıdan çıkarsın, diğerinden girersin değil mi?


04 Temmuz 2009

Fuck the world fuck the cheerleader

01 Temmuz 2009

Ex Drummer



Rahatsız edici filmler kuşağına hoşgeldiniz.

Bir iki sevdiğim arıza film sunayım size.



Rahatsız filmler kuşağının ilk filmi Hollanda yapımı Ex Drummer.

Aşırıklıların tavan yaptığı, bir süre sonra normal şeylerin rahatsız etmeye başladığı bir film bu.


Eski bir davulcu olan ve sevgilisinin onayıyla başkalarıyla sevişen Dries bir gün gerçek ucubelerden oluşan bir grubun davulcusu olmayı kabul ediyor. Hayatı sakin ve eski hayranlarına rağmen rutin bir hayat yaşayan Dries, gerçekten bir birinden farklı manyaklarla müzik yapmaya çalışırken, etraflarındaki kişiler ve değişik olaylara da muhattap olmak zorunda kalıyor.


Şimdi çok detaylı anlatmayacağım. Ama bolca kan, vahşet, deli anne ve 50 cmlik bir alet var. Rahatsız edici olmasına rağmen özünde derinlikli bir eleştiri ve alt metin barındırmaması zayıf yanları. Ama arada böyle filmler izlemeyi seviyorum. Çünkü cesurca çekiliyorlar ve bu iddialı tavır sinema yapmak için iyi.


Not: Herkese hitap etmeyeceği kesin. Ama farklı bir sinema deneyimi. Hem de sıkılmadan izleniyor.


7/10

Russian Circles : Station


Kalamiti ile konuşmanın şerefine, sakallis'in beni tanıştırdığı, emre'nin de çok sevmesi sebebiyle russion circle grubundan güzel bir şarkı : station.
İsteyen canlı kaydı izlesin, isteyen indirsin. İsteyen bu iletiyi okumadan sayfayı kapatsın.



  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP