22 Kasım 2010

Scott Pilgrim


Sanırım bir ben beğenmedim.


Ben bir türlü bu fantastik filmi sevemedim. Micheal Cera ilk defa itici geldi bana. Hikayenin gerçeklik ve fantastiklik düzeyi ve geçişleri çok rahatsız ediciydi. Eğlenceli falandı belki ama yine de sıkıcı olduğu kesin.

Zira beğendiği hatun için eski 7 manitasıyla dövüşmek zorunda kalışı ve bunların herbirini izlemek sıktı. Filmi eğlenceli kılan tek şey müziklerdi ve tabi ara ara serpiştirilmiş(oha ne ara arası tamamı öyleydi) bilgisyar oyunu temasıydı.

Ben yine de çok sevmedim. Zayıf ne anlattığını bilemedim.
Tabi ki çizgi serisi iyidir ve seviliyordur ama onu bilmeden filmi sevmek sanırım çok zor.

6/10

20 Kasım 2010

The Walking Dead


Sanki bilmedik tahmin edilmedik hiçbirşey yok gibi. ama Felaket ilgi çekici ve sürükleyici. Yani 28 gün sonra, I am Legend benzeri bir dizi. Tabi yaşayan ölülerin şafağı miladı. Ama aynı adlı çizgi seriden uyarlanan dizinin birinci sezon üç bölümü yayınlandı. 6 bölüm sonunda ilk sezon bitecek ve ikinci sezon ancak kasım 2011 de başlayacak. Bunca araya rağmen bu sezonu takip etmekte yarar var.

Hikaye kabaca hastanede uyanan polis memuru Rick ne olduğunu anlamaz ama insanlar zombileşmiştir ve her yer yıkık döküktür. Nasıl haytta kaldığını bilmediğimiz Rick karısı ve çocuğunu bulmak için yola düşer. Yalnız kovboydur zaten.

Dizinin bazı bölümleri gerçekten gerilim içermekte. Ayrıca fazlaca kan bağırsak şiddet görmek mümkün.

Bu sezonun tavsiye dizisi de bu olsn madem.

11 Kasım 2010

Red


uuu beybi!! hastasıyım gözlerinin!


çok eğlenceli. hem de aksiyonlu. çatışmalı hoplamalı ama bir iki yer hariç gerçekçi. hem de romantik. hem de komik. hem de akıcı. hem de devamlı. iyi lan işte.

hiç beklemediğim kadar hoşma gitti. şaheser değil. 10 yıl sonra hatırlamayız ama gerçekten başarılı bir film. konunu gelişi gidişi oldukça oturaklı. klasik hükümet eleştirisi ve geçmişten arınmak için günah çıkaran sahneleri olsa da (biliyorsunuz ben bu sahneleri samimiyetsi buluyorum) güzel film. zaten kadro ve prodüksiyonun büyüklüğü de bundan. yani hem iyi hem de hızlı film çekelim demişler. herkes bunu hak ediyor. çekmişler. olmuş.

8/10

Not: eskiden böyle filmlere çok düşük puanlar verirdim. kriterler değişiyor sanırım. bu eğlenceli 8/10. sinematik değer 6 falandır ama. yemişim sinematik değeri. ben dalgama bakarım arkadaş. (Anam çoştu lan bunlar)

10 Kasım 2010

The American

Bir amerikalının sevmeyeceği kesin.


Bu filmi beklentisiz izledim. George Clooney ve sinopsis pek bir şey vaadetmiyor gibiydi aksiyon dışında. Ama kesinlikle bu film daha fazlasını barındırıyor. Aksyon az zaten.

Çok eli yüzü düzgün bir film öncelikle, herşey yerli yerinde. Anton Corjbin hiç de amerikan tarzı bir film çekmemiş. Neredeyse Le Samurai kadar uzak Hollywood'a. Görüntü yönetimi oyunculukları senaryosu sakinliği italyasıyla film insanı içine almayı beceriyor.

Sakin ama akıcı. Benim için yeterli. Ben sevdim. Siz de sevin.

8/10

04 Kasım 2010

Fever Pitch

felaket.


bir film kötü olur da kötünün hiç mi sınırı yok.

2007'de Nick Hornby kitabından uyarlama ingiliz yapımı Fever Pitch'in altyazısını çevirmiştim. işte linki de bu. tabi çeviri sırasında filmi pekçok kez izliyor bazı sahneleri ezberliyorsunuz. üstelik sevdiğiniz bir filmse bu keyif alıyorsunuz ve unutmuyorsunuz.

böyle bir filmden sonra tamamen futbolla iç içe. bir ilişkiye en gerçekçi haliyle bakan, ingiliz espri anlayışıyla dolu; sen git 2005 amerikan yapımını da izle. olacak şey değil. televizyona kitlenmek çok feci bir şey bazen. ve ben onun kurbanı oldum.

fever pitch (usa) görüdğüm en kötü filmlerden biri. ne romantik, ne komik. Senaryo baştan aşağı felaket. Oyunculuklar odun kıvamında. Hikaye arkadaşlar yavan. Kötü arkadaş. Bildiğin kötü. İzlemeyin. Denk gelirse kapatıp evi terk edin.

01 Kasım 2010

Buried

Evet insanın aklına tabuta canlı gömülmek deyince Kill Bill geliyor ama bu film ondan çok farklı bir yerde.


buried tek bir düşünceden yola çıkmış gibi. olabilecek en dar alanda film çekmek.
filmin tamamı bir tabutta geçmekte. ve beklenenin aksine alan olarak daha fazlasını vermemekte. işte bu sıkışmışlık conrayın telefonla konuştuğu yerleri ve kişileri bize göstermemesi, bizim de onunla birlikte tabutta sıkışmış gibi hissetmemize yarıyor. onunla beraber nefeslerimiz hızlanıp yavaşlıyor.


filmin baştan aşağı sistem bürokrasi savaş ve emperyalizm karşıtı oluşu bu dar alana rağmen bu eleştiri dozunu yüksek tutması yönetmenin ve görüntü yönetiminin üstün başarısından kaynaklı. daha önce hiç bir filminden çok memnun ayrılmadığım, ama bağımsız ruhuyla bizi etkileyen ryan reynolds da gerçekten iyi iş çıkarıyor. hem oyunculuğu hem de pek çok yerde filmin tanınırlığını ve ilgi çekiciliğini arttırarak.

buried ırak'a giden amerikanın saplandığı ve çıkamayacağı bataklığı resmediyor. bunun yanında amerikalıların insan hayatını (her iki tarafınkini de) nasıl hiçe saydığını tüm çıplaklığıyla resmediyor. büyük şirketlerin üç kuruş para için yaptıkları, yardım hatlarındaki büroksosi ve aptallıklar onun kadar bizim de sinirlerimizi bozuyor. bu kadar dar alanda yaptıklarını görüyoruz. bir de tabutun dışını düşünsene. yönetmen sanki korkup onu göstermiyor. gerek kalmıyor göstermeye. işin bir diğer yanı biz diğer herşey kadar conray'a da sinir oluyoruz. sinir patlamalrı (o durum için normal olsa da)ve kontrolsuz öfkesi hiçbir işine yaramıyor. bu da bizi daha çaresiz kılıyor.

ispanyadan böyle bir film çıkması ve tüm klişeleri yıkması sevindirici. radikal olurken yenilikçi de oluyor ve cesur davranıyor.

9/10

not: film sinemada daha tatsız oluyor. zira karanlık olması gereken sahnelerde acil çıkş ve exit ışıkları salonu belli bir ışık seviyesinde tutuyor. evde geç saatte izlemekte yarar var.

31 Ekim 2010

Toy Story 3

Pek eğlenceli. Güldürüklü.



Aile filmi tabi ama sürekli güldürecek laf sokacak başka filmlere gönderme yapacak şeyler bulmuş. Hareketli ama buna rağmen klişe çocuk filmi derslerinden öte bir yerde. Tabi ki çocuklar için eğitici yanları var ama kesinlikle öncelik önceki filmleri bilen büyükler. İşte bu yüzden ilk ikisi kadar iyi ve güzel film olmuş. Shrek gibi değil Toy Story. Hatta Ice Age gibi de değil. Her film ayrı ayrı izlenebiliyor ama devamlılık yüzünden yine de film karakterlerinden sıkılmamamız için her şey yapılmış. Tabi ttarlılık var bu arada.

Ben Pixar'ın animasyonlarda en iyi olduğunu düşünüyorum. Toy Story de en iyi devam eden animasyon seri.

8.5/10


26 Ekim 2010

Sun Taam - Mad Detective


Deli işi.


detktif bun gerçekten delidir.
yönetmen tony to da.

akıl dolu bir film. heyecan kasırgası tadında gidip ağzınızı açık bıraktırıyor. heralde zihinle ilgili en iyi filmleren. hem de bu kadar aksiyon ve böyle bir finalle.

bun delidir. karşısındaki insanların alt benliklerini görebilen cinsten. Görünen yalan benliğe asla inanmaz. Hep alt benliklere çalışır. Bun delidir. Cinayetleri çözmek için kendini kurbanın yerine koyar ve olayları canlandırıp yaşar. Olmadı katil gibi düşünür.
Çok düşündüğü belli.

18 aydır kayıp bir polis memurunun silahıyla cinayetler işlenmekte ve detektif ho bu davayı sonuçlandıramamktadır. bu yüzden de emekli olmuş detektif bun'a gider. bun en başta reddetse de geri duramaz ve davaya dahil olur. onun tekniklerini kimse kolay kolay benimseyemez.



spoiler vermemek zor bu film için. o kadar etkili ve gizemli ki ne desem büyüsü bozulacak gibi.

----------- spoiler ------------

alt benlikleri tasviri büyüleyici. insanların içindeki kurnaz kötü benlikleri görüşü. onlara saldırışı harika. tabi filmin sonunda ho'nun alt benliğini görmesi geç uyanmasından değil. Ho'nun son anda kurnaz, kötü bir kişilik yaratmasından. şaşkınlığı bu yüzden ölürken.

karısıyla olan durum yazarken bile tüylerimi diken diken ediyor. zira karısının hayaleti yanında. ama bu sefer durum ters. karsının iyi olan kişiliğini yanına almış. kendine saklamış bun. zira görüyor, görüyoruz ki karısı (eskiden ) sadece alt benlik olan hırslı, kötü ve bun'un sevmediği kadın olarak kalmış. bun iyi karısını kendine saklamıştır. gerçek olmadığını bildiği halde.

katili bilsek de resmileştirilmesi aşamasında yaşanan sıkıntı bizi de daraltmakta.
----------- spoiler ------------

şüphesiz ki uzak doğunun 2000li yıllarda çıkardığı nadide eserlerden biri mad detective. istisnasız herkesin seveceği bir film. hollywood verdiyonunu bir kaç yıla göreceğimiz bir film ayrıca.

9/10

19 Ekim 2010

Bornova Bornova

Bornova değil insanlarının hikayesi.



Bu filmi salt bornovaya mal etmek sanırım doğru değil. Zira bir iki kare hariç fiziki olarak bornovadan birşey yok. Ama film içindeki karakterler oldukça sağlıklı şekilde izmirliler. Bornovalılar.

Kimler vardı filmde?
Altay altyapısındayken sakatlanan ve askerden gelip taksici olmaya çalışan, bir kıza takılan izmirli bebesi.
Onun aşık olduğu izmirli kız. Afişte. Korkulur. Şeytan bakışlı. Nasıl da zengin piçi fakir kız draması yaptı ama. Fallik.
Onun serseri, ot satıcı motosiklet tamirlerine bakan biladeri.
Bunların takıldığı bakkal. Arada ayar verse de bunlardan kurtulamayan.
Bir bok olmadığı halde ayar üstüne ayar veren taksinin sahibi. İş verecek hesapta. Abi.
Hiç bir iş yapmayan sosyalist bir sinemacı. Belgesel çekme derdinde. Ama Konuşmaktan ötesini yapmıyor. Dergilere cinsel fantaziler yazıp para kazanıyor. Mahallenin abisi.
Bunun eşi. Aldırmıyor adama hiç. Vazgeçmiş gibi bir hali var yani. İşine gidip gelen bakımlı.

Film mekanı değil karakterleriyle farklı izmirlileri gösteriyor. Gerçekten bunların hepsi var burada. Filmi iyi yapan şey de bu zaten. Kızlarından korkacaksın mesela. 3.sayfa haberlerinde pekçok cinayet var. Böyle ot satan adamlar var. Kanka tribi ama adamı uyuz edip faydalan yalan üstüne yalan sıkan bir model.

İzmir var. Sosyalist. Ama hareket geçmeyen, lafta. Saf. Bir kız için delirecek ona inanacak kadar. Serseri. Düzgün aileden asi olacak kadar. Güvenilmez. Kızlarna güvenilmeyeceğini herkes biliyor.

Neyse. İzmir insanı var filmde. Hikaye ya da görüntü ön planda değil. Oyunculuklar iyi. Ama senaryo ve filmin geneli için bunu söylemek zor.

Sevdin mi derseniz? Yok. Sevmedin mi? Yok, öyle de değil. 6 falan vereyim. Hakkı bu. İyi niyetli ama sinematik ögelerden yararlanmadan sinema yapmak için yaratıcı olmak gerek. Bu oldukça sade olmuş.

6/10


not: antalyada büyük ödülü kosmıs ile paylaşmış. İşte bunu yadırgarım. Sinema dilleri bambaşka da olsa Kosmos çoğu açıdan bu filmden iyiydi.
not2 : Öner Erkan en iyi erkek oyuncu ödülünü haketmiştir. PEk de hak etmiştir hem de.

18 Ekim 2010

how to train your dragon

klasik animasyon bekleyenleri şaşırtıyor.

aslına bakarsan bir azınlık hikaysi olarak bakmak mümkün. bakarsan bağ olur bakmazsan dağ olur bu filmin de mottosu oluyor. Sağ duyu, hassasiyetin karşı tarafla birlikte kendi hayatını da nasıl huzurlu mutlu hale getirdiğini gösteriyor. Bir çocuk filminden beklenmeyecek kadar umut vaadedeci ve politik alt metne sahip (herşeye politik diyoruz. aslında sosyolojik bir olgu politikacıların malzemesi olduğu için böyle kullanmak durumunda kalıyoruz) (kalıyorum)

Hiccup savaşçı Vikinglerin arasında fizik gücünden ziyade aklını kullanmaya çalışan ama toplumu tarafından sevilse de hor görülen bir çocuk. Kasabasına düzenli olarak saldıran ejderhalarla savaşan akrabalarına destek vermek istiyor. Hatta bunun için akıl dolu silahlar yapmaya çalışıyor. Bunlardan birinde başarılı olsa da yaraldığı ve adını Toothless koyduğu ejderhanın ancak ilgi ile kendisiyle anlaşacağını fark ediyor. Herkesin aksine onları anlayıp onlara saldırmaktansa onlara istediğini verip istediğini alıyor. Ejderha eğitiminde hep birinci oluyor ve köyün sevilen kahramanı oluveriyor.

Ama yine de topluma bu şekilde inandırmak ve savaşmanın yersiz olduğunu ispatlaması oldukça zaman alan ve zorlayıcı bir durum.

How to Train Your Dragon çok iyi bir film. Her açıdan. Akan bir senaryo. Yüksek teknolji ürünü animasyonlar. Tutarlı derin karakterleri ve eğlenceli pek çok sahnesi ile uzun zamandır izlediğim en iyi animasyon. MAry and Max bundan bambaşka bir yerde. Yani elma da güzel armut da. Bu yazı çürük :))

İzleyin efendim. Aİlenizle kardeşinizle çocuğunuzla manitanızla izleyin. Hiccup'ı örnek alın. Gerçekten alın ama.

8,5/10

17 Ekim 2010

Closely Watched Trains

İkinci Dünya Savaşı sonlarında Çek Cumhuriyeti.


Alman işgalindeki Çek cumhuriyetinde, Milos henüz 45 yaşında emekli olan babasının mesleği olan tren stasyonunda çalışmaktadır. Aşık mıdır deli midir eminim kendisi bile bilmiyor. Henüz genç bile değil. Bildik istasyon müdürü ve çapkın aynı zamanda partizan iş arkadaşını izleyip durmaktadır. Trenlerle birlikte. En büyük derdi ise erken boşalmadır. Masa'ya karşı mahçup olmak istemiyordur. Bu yolda deneyim kazanmak gerektiğini öğrenir. Mutsuzluğunu gidermesi gerekmektedir.

Film ilk 20 dakikalık enerjisini ve hızını sonra yitirir gibi olsa da stabil havası olağan üstü oyunculukları görntü yönetimi ile büyüleyici.

toplumun mevcut durumu, bürokrasi eleştirisi gibi toplumsal yanarı da alaycı şekilde ele alışı çok ustaca kotarılmış. Bir savaş dönemi filminde nerdeyse hiç savaştan bahsetmeyip göstermemesi ama savaşı hissettirmesi etkileyiciydi.

Film 1966'da en iyi yabancı film oscarını alırken Altın Küre e Bafta'da ise adaylığı bulunmakta.

8/10

16 Ekim 2010

Mary and Max



bir film hem sıcacık hem kapkaranlık olur mu?

mary and max gerçekten böyle. o kadar mükemmel ki hayatın her anı her
şekliyle bu filmde yer alıyor. diyeceksin ki ne var bunda? ilk film mi
hayatı gösteren? bağımsız film karakterleri hep varlar zaten. o zmaan ben
de sana bu film canlandırma sinemada son noktadır diyeceğim. hamurları
yoğur çek tekrar yoğur tekrar çek. öyleki 2.5 saniyelik çekim bir haftada
yapılmış. yani hayatın kendinden daha zor olmuş filmi çekmek.

evet canlandırma sinema gerçekten zordur. her film için zordur hem de. bu
film gerçek olaylara dayanan sıradışı hikayesi ve karakterlerinin
mükemmel şekilde aktarılışı ile insanı büyülüyor.

küçük bir kız olan mary yalnız başınadır. sorunlu bir aile ve zorlu geçen
okul günleri vardır. bir gün rastgele bir sayfa koparır adres defterinden
ve o sayfadaki isme mektup yazar. ama bu kişi ameikadaki maxdir. en az mary kadar -bence ondan çok daha-orjinaldir. Ve bu iki insan mektup arkadaşı olurlar. zaman
geçr yıllar biter biz onların hikayesiyle kah güler kah hüzünleniriz.

ama bu hikaye öyle güzel aktarılırki gerçek olduğunu biliriz zaten. tatlı mary
ve huysuz max yazıştıkça biz meraklaırız.

iyi bir senaryo iyi bir teknik çalışma ve harika bir film.
herkese tavsiye olunur.

9/10

13 Ekim 2010

PorcoRosso'yu Takip Etme Yolları - 3

Hizmette sınır yok sevgili okur.


İşyerinde tuvalete gittin ve canın sıkılıyor? Otobüstesin daha 7 saat yolun var bitmez. Yatak odanda wireless çekmiyor. Gitmiş meydanda arkadaşını bekliyorsun ve zaman geçmiyor.

Ne yaparsın?
Yeni teknolojileri kullanan biri olarak telefonunla nete girersin.
Belki aklından bir an için "porco" birşeyler saçmalamış mıdır diye merak edersin.
İşte aşağıdaki link bu bloga 3g'li telefonlarla en hızlı şekilde hem de az mbyte ile bağlanmanı ve çok pratik şekilde sayfaları gezmeni sağlayacak.

Tek yapman gereken ücretsiz uyhulamayı telefonuna yüklemek. (cep telefonundan gitmeniz gerek bağlantıya. Bilgisayara indiremiyorsunuz).


Valla bence süper. Ben bile arada girip "negzel şey lan teknoloji" deyip kapatıyorum. Yani sadece şaşırmak istediğim de. Yoksa ne girecem be.

http://appwizard.ovi.com/get.jsp?pp=27b15a


Not : Bu uygulamayı yazan ve benimle paylaşan canım abime (unicorn) teşekkürler.
Not 2: Bir de benim doğumgünüm bugün. Kalın sağlıcakla.
Not 3: Düzgün bir foto çekemedim. Ama kabaca böyle görünüyor. Deneyin bak. Valla güzel.

12 Ekim 2010

The Killer Inside Me

piskopatım piskopatsın piskopat.




sevgili okur ben bu filmi sevdiğim için piskopatsım.
ama winterbottom bu filmi çektiğin için kesinlikle piskopatsın.
casey afleck ise gerçek bir piskopat gibi oynadığı piskopat.

Tokat gibi çarpan filmleri seviyorum. Gücünü 1952de yayınlanan aynı isimli romandan alan bu film winterbottomun olgun avrıyla aceleye gelmeden insanı sarsıyor. öylesine güçlü ki film irkiliyorsun ve "lan olum yapma lan" diyorsunuz. O kadar sert ki cinsellik sahneleri 9 songs'tan daha sarsıcı, dedektiflik bölümleri "fargo" zekasında, şiddetin sansürlenmemesi ise en az "irreversible" gibi.

Winterbottom'un 18. filmiyle karşı karşıyayız sonuçta. Hep nevi şahsına münhasır filmler çeken bu adam bir yerlerde birileriyle kesişiyor. Ama bu benzetmeye çalışan bir kesişme değil. Bu ustalığın izlerinin benzemesinden kaynaklı. İlk filminden bu yana ise 15 yıl geçmiş. 15 yılda 18 film. Üretkenlikte son nokta bu adam. Bu filmi ve karakterleriyle Woody Allen ve Fronçois Ozon'a da göz kırpmaktan geri durmuyor.

bu film bir yandan ve belki en çok ihtiarlara yer yok'a benziyor. coenler gibi bir adam değil winterbottom. ama bir kitabı uyarlarken nasıl sadık kalınacağını ve etkisini azaltmayacağını biliyor. ben bu adamı seviyorum çünkü -kubrick gibi- hep yeni birşeyler yapıyor yeni şeyler üretiyor. Farklı türler deniyor. Yeni türler yaratıyor (Tristram Sahndy gibi). Ben bu adamı seviyorum güzel kadınları oynatıyor bir de filmlerinde. bence güzel kadın önemli. seyir keyfini arttırıyor (seksistim evet).





Polis Memuru Lou Ford'u izliyoruz. Texas'lı kendisi. Aynı zamanda bir piskopat. Değişimleri sık olsa da bunu belli etmiyor. Ta ki intikam almak için beklediği kasabanın taşaklı zengini Chester Conway'a karşı bir fırsat yakalamışken. Oğlunun bir fahişeyle ilişkisini değerlendirip Chester'ın oğlunu ve fahişeyi acımazsıza öldürür. Bu ise herşeyin başlangıcıdır. Bebek yüzlü polis memurundan şüphelenmek için çok daha fazlasına ihtiyaç duyan eyalet polisi ise Bill Pullman.

Filmin böyle karanlık bilinmeyen bir karakter barındırmasına rağmen olaylara karşı oldukça şeffaf davranmış Winterbottom. Sorulacak soruların hepsinin cevabını veriyor. Bunu acemice değil gayet sakin ve yavaşça yapıyor.

Film Jessica Alba, Cassey Affleck, Kate Hudson ve Bill Pulmann gibi yıldızlarla dolu. Ama Casey Afleck insanı korkutan bir piskopat tribine giriyor. İnsana "gerçeğim ben" diye fısıldıyor. Hem de çaktırmadan arkadan gelip kulağına eğilip.

8,5/10

06 Ekim 2010

The Vengeance


Kaçıncı intikam filmi?


En güçlü duygulardan biri olmasında mütevellit intikam pek çok kere bahsi geçen bir mesele sinemada. Hong Kong sineması ise dünyada tarzıyla belli bir yeri olan, takip eden sayısı oldukça fazla olan bir sinema.

Şimdi bol aksiyonlu hong kong sinemasında bir filmin intikama dayanmaması düşünülemezdi heralde. İki klişe bir araya geliyor ve orta yerine Memento konuyor. İşte herşeyi değiştiren bu. Üstelik sözünün eri insanlar var filmde. İntikam unutulsa bile alınması gereken bir şey olarak önümüze geliyor. Ama unutunca nasıl değersiz anlamsız oluveriyor herşey. İntikam bile.

Filmdeki aşırı aksiyon sahneleri gerçeklikten o kadar uzaklaştırmasa vasatın bir tık üstüne çıkaiblirdi film. Tabi o sahnelerin estetik duruşuna edecek sözüm yok. Ama sonlardaki Cüneyt Arkınlı "3 arkadaş" mıydı "3 kahraman" mıydı o filme yapılan gönderme abartıydı. Ne diyeyim.

Yönetmen johnny to'nun vasat filmiymiş. Diğerlerini öve öve bitiremediler.

6/10

  © Blogger template 'Isolation' by Ourblogtemplates.com 2008

Back to TOP