'en uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir birbirini anlamayan'
30 Ocak 2010
27 Ocak 2010
Sundance Sundance Sundance
Gönderen Porco Rosso zaman: 21:40 4 yorum
Etiketler: beklenen film, festival, sundance, winterbottom
26 Ocak 2010
The Lovely Bones
okumaktan vazgeçmek en dogrusu. öncelikle yaziyi hala okudugunu fark ediyorum. peki sen kendini laf dinlemez biri saniyorsun muhtemelen. maceraperest olabilir, yapma denileni yaparim diyorsun. sisteme basit sekillerde karsi koyarsin.
peki.
öncelikle gerçekten bu film kötü. ölü bir kizin arafta sikismasiyla yasayan ailesinin de "arafta" sikismasini gösteren, anlamsizca çok satan bir kitap uyarlamasi. ama uslanmaz bir okur olarak sen bu filmi izleyeceksin zaten. peter jackson da çocuklariyla oturup film mi izlemek istedi acaba? bilemiyorum. sen izleyip nasilsa ögreneceksin. ama çocuklarina film yapmayi düsünen adamin bad taste'i çektigini umutmamak lazim sevgili okur. tamam lotr biraz arada, bir yere konmayan bir film. ama bu, bildigin kiz çocugu filmi. sanirim bu tanimim hosuna gitmedi. sen fantastik, gerilim ve aile filmi tanimini daha çok severdin. ama hersey senin istedigin gibi olmuyor. bu filmin benim istedigim sekilde olmadigi gibi.
filmin oyunculari bu kadar iyiyken neredeyse performanslarini bile göremiyoruz. salak bir kiz surati (soirse ronan), onun sürekli kosan ama poposu bir türlü ufalmayan kardesinden ve piskopat katil (stanley tucci) haricinde birsey görmüyoruz. daha ne mi istiyorum? sorulari ben sorarim sevgili okur? soru su : bunlar yeterli mi?
film bir tek katili hakli gösteren tarafiyla beni etkileyebilirdi (baba degilmiydi insanin bir hobisi olmali ve o konu hakinda çok çalisip herseyi bilmeli. böylece hayati ögrenir diyen. adamin hobisi de kizalri öldürmek). irreversible'da da buna benzer tecavüzcüyü hakli çikaran noktalar var. ona sonra deginiriz.
Ama aile üzerinden drmatizasyon çabasina kiz kardesle gerilimi arttirma çabalari eklenince gözümde rachel weisz bile kurtaramadi filmi.
sen uslanmaz okur gidip filmi izleyip seveceksin ve bana bir çift lafin olacak. ama unutup yazmayacaksin zaten. ha bastan vazgeçip okumayanların hayraniyim. onlar zaten filmi izlemeyecekler.
Gönderen Porco Rosso zaman: 09:00 3 yorum
Etiketler: hollywood, peter jackson, rachel weisz, the lovely bones, uyarlama
19 Ocak 2010
the road
Gönderen Porco Rosso zaman: 21:23 2 yorum
Etiketler: 8/10, amerika, beklenen film, joan hillcoat, nick cave, post-apokaliptik, the road
18 Ocak 2010
Soul Kitchen
Gönderen Porco Rosso zaman: 20:01 0 yorum
Etiketler: 8/10, almanya, beklenen film, fatih akın, romantik-komedi, soul kitchen
17 Ocak 2010
An Education
Gönderen Porco Rosso zaman: 00:20 3 yorum
Etiketler: 5/10, ingiltere, nick hornby, romantik-komedi
15 Ocak 2010
piç
bu yazi hakan günday'in neredeyse her kitabi için spoiler içerir.
hakan günday'in olayi da bu.
fazlasiyla otobiyografik yaziyor herseyden önce. gördügü yaptigi tecrübe ettigi seyleri büyüterek anlatiyor (burda abartma degil, zenginlestirme kastedilmektedir) karakterlerinin hepsi kendinin bir parçasi. oldugu, olmak istedigi, olmak istemedigi kendisi. arkadaslari, akrabalari hep geziniyor kitaplarda.
erkek kitaplari yaziyor (bu konuyu tartisacak olan yok degil mi) (high fidelity'e kadin filmi diyenler yaziyi biraksinlar) (birakmadilar mi hala?) (kendileri bilir) her kitabinda basrollerde erkekler var. neredeyse hiç kadin görmeyiz. olan kadinlar da hep terk edilir. annedir, tecavüze ugrayandir, terk eden, dövülendir kadin.
Ama erkek niyeyse hep aynidir. kitaplarinda mutlaka var olan adam profili su sekilde : iyi egitimli, en az bir - genelde franszicayla - iki yabanci dil bilen, zengin -degilse de konumlu- bir ailenin çocugu olan, sebebini karakterin kendisinin bile bilmedigi aileden uzaklaşan kaçan bunu yaparken onlari cezalandirircasina habersiz birakan (bu kasitli degil, umarsizlikla yapilan birsey) hep orta sinifin üstü hiçlige batmakta olanlar "piç"lerdir.
ve bu adamlarin bir olayi yok. "ahbap aldirmaz" tadinda yasar sistemi insanlari ve kendileri dahil herseyi elestirir ama bunu dert etmezler. dertleri ölmektir. yozlasmaktan, sistemin gerekliliklerini yerine getirmektense ölmeyi tercih ederler. ölüm çok yolludur. zihinsel. bedensel. ikisi birden. fark etmez zaten nasil olacagi. kravat asagi degil yukari sallanir onlarin boyunlarinda. silah beyinlerine dayandiginda tek an korkmaz tereddüt etmezler.
13 Ocak 2010
where the wild things are
fantastik şeylerden, masallardan sıkılmayan büyüklere de hitap eden film, hayal gücü yüksek alex'in evden kaçıp çıktığı yolculukta vardığı bir adadaki canavarlarla olan ilişkisini anlatıyor. kendini kurtarmak için kral olduğunu söyleyip mutsuzluklarıyla boğuşan kitleye mutluluk vaad ediyor. ama çocuk dünyasında bile, sınırsız hayalgücüne rağmen bunun ne denli zor olduğu aşikar.
ben bu tür hikayeleri fazlasıyla alice harikalar diyarındaya benzetiyorum.ama bu diğer benzerlerinden farklı bir noktada, cesur, yaratıcı ve eğlenceli (eğlenceden ne anladığınıza bağlı - bana jack getir yeter).
ben bu adamı seviyorum. o adam da kattleen keener'ı seviyor. katleen de beni. sevgi çemberini tamamlıyoruz.
(ne biçim kafam varsa neyden sonra neyi izliyorum)
Gönderen Porco Rosso zaman: 23:01 0 yorum
Etiketler: 8/10, bağımsız, beklenen film, spike jonze, where the wild things are
12 Ocak 2010
Nefes
bir yere kadar filmin ne yönde durduğu belli değildi. evet bazen aptallaşabiliyorum. tamam sıkça aptallaşabiliyorum.ama sanki başlardaki full metal jacket benzeri giriş ve neredeyse yüzbaşının -insanın- psikolojik yanını anlatarak thin red line'ı andırışı lan bu film savaş karşıtı dedirtti. savaşı bize göstermeden önce deer hunter benzeri hazırlıklar yaptı.ama sonradan allah allah nidalarıyla savaşa koştu. ben burda kazanmazsam ankarada kazanılmaz dedi. açılıma ters bir bakış attı. olayları dramatize etti,kadınları sadece bu durumda duygusal sömürü için kullandı, savaşı tek yönlü -muhtemelen de taraflı- gösterdi, karşıdakini (ötekini) gölgeden ibaret sayarak kişiselleşmesini - insanlaştırılmasını(ki kazara insana sempati duyarız insan olduğumuz için) - önledi. ve en sonunda da ne olursa olsun yüce türk ordusu olarak affetti.sinematik değerler açıısndan, özellikle de görüntü yönetimi sayesinde türk sinemasıiçin önemli bir yerde film. oyunculuklar sırıtmıyor zira yüzbaşı hariç askerleri de net olarak göstermiyor - düşmana yaptığını kendi askerine de yapıyor aslında -performanslarını algılayamıyoruz. prodüksiyonun iyi oluşu, silahlı sahnelerin başarılı oluşu -türk filmleri kriter alındığında- artı yönleri.ama bunların hepsi filmin derdi ile birleşince barışçıl olmayan, olamayan, savaşı kişisel bir meseleye indirgeyen, suya sabuna dokunmadan militarizmi yücelten bir film yaratmaktan öteye gidemiyor.
11 Ocak 2010
up in the air
Gönderen Porco Rosso zaman: 21:45 2 yorum
Etiketler: amerika, beklenen film, george clooney, up in the air
09 Ocak 2010
Avatar the Magnificence
07 Ocak 2010
Bunny Munro'nun Ölümü
Bad Lieutenant
Gönderen Porco Rosso zaman: 21:12 1 yorum
Etiketler: 8/10, Bad Lieutenant, nicholas cage, werner herzog